Prof. Dr. Haydar BAŞ'ın kalemindenDini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler
Batılılar, Türkler ve Araplar üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, İranlıları ihmal etmediler. Ruslardan başka, İngilizler, İran'ın yönetimdeki eliti üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olmuşlardı. İranlılara dair yapılan tasvirler, Robert Porter tarafından Travels (Seyahatler) adlı kitabında, 1820'de basılmıştı. Bu kitap, Batılıların umduklarına uygun olarak Müslüman toplulukların aynı egzotik imajlarını yansıtıyordu. Bununla beraber kitap; James Morier'in "İsfahan'ın Hacı Babası" adlı kitabı kadar etkili olmadı. Bu kitabın yazarı, diplomatik görevler üstlenmiş ve birkaç yıllığına İran'a tayin edilmişti. Kitap 1824'te basıldı ve yazarı tarafından "İran'da yaşadığı şeylerin ve derin tefekkürlerinin olgunlaşmış bir ürünü" addedildi.
Kitabın baş karakteri Hacı Baba, bir berberin oğluydu ve İran'ın büyüsünü ortadan kaldırmak ve müşterilerini aldatması suretiyle kendi namussuzluğunu göstermek için kullanılıyordu. Morrier, XIX, yüzyıl İran'ındaki hayatın hemen bütün yönlerine değiniyordu ve bir hicivsel kurguyla, tanıştığı ve İngiliz-Rus rekabetinde etkin olan bütün İranlı karakterleri yansıtıyordu. Böylece İranlılar kötü bir şekilde tanıtılıyor ve Batılıların hâlihazırda Türkleri ve Arapları dahil ettikleri sınıfa ilave edilmiş oluyorlardı. Kitap basıldığı zaman, Londra'daki İran büyükelçisi Morrier'e "İran halkı belki çok kötü olabilir, fakat size karşı iyilikle davranmışlardı. Onları kötülemenize ne sebep vardı?" diye yazıyordu.
Kitap, Curzon gibi İran'la ilgilenen diğerleri tarafından okundu; Curzon, Hacı Baba karakteri için, "sadece hayat ve içinde yaşanılan çevre bakımından değil fakat vatandaşının sahip olduğu zihniyetin karakteri, temayülleri ve tavrı bakımından da tipik" olduğunu söyledi.
Ninova ve Nemrut'taki arkeolojik kazıları yönetmek için XIX. yüzyıl ortalarında İran'a giden Henry Layerds, Early Adventures 'İlk/Eski Maceralar' adlı kitabını 1887'de bastı. Bu kimse, savaş düşkünü kimseler olarak bulduğu Bahtiyariler arasında yaşamıştı. Layard'ın anlattıklarından daha önemli olan öyküler, geniş çaplı seyahatlerini İran ve İran Meselesi adlı kitabında kaleme alan Curzon'unkilerdi. Curzon'un 1899'da İran'a yaptığı yolculuğun amacı, Ruslar tarafından karşı saldırı ihtimalinin hesaba katılmasıyla birlikte, Fars Ülkesi ve Körfezi bölgesine doğru İngiltere'nin ilerlemesine engel olabilecek ülkenin politik problemlerini araştırmaktı. Politik nedenlerden dolayı Curzon'un kitabı daha önemliydi; fakat o, söz konusu meseleye pek taraftar değildi ve yaklaşımı, bir kitap eleştirmeni tarafından güzel bir şekilde özetleniyordu: "Mr. Curzon, İran'ı keşfettiği kanaatindedir ve onu keşfetmiş olmakla, şimdi bir tür gizemli bir yoldadır, bunu kabul etmektedir". Bununla beraber, Curzon, İngiliz yönetimini etkiliyordu. Sömürge alanları genişlerken, bütünüyle yeni bir sömürgeciler türü ortaya çıkmıştı; bunlar kendilerini, Batılı olmayan uluslardan üstün görüyor ve yaptıkları işin uygarlaştırıcı bir görev olduğuna inanıyorlardı. Sömürgeleştirilen insanların bakış açılarını anlamak istemiyorlar, fakat, Batı kültürünü ve değerlerini, Batılı olmayan ülkelerin sosyo-politik sistemlerine empoze etmeye yönelik planlarla meşgul olmayı tercih ediyorlardı.
Bir başka seyyah da, bu yüzyılın ilk yarısında İran'a ilişkin mükemmel bir çalışma yapan Edward Granville Browne idi. Kitabı A Year Among the Persians (İranlılar Arasında Geçen Bir Yıl) bir seyahat öyküsünün çok ötesindeydi. Bu ülkenin kültürü ve halkı konusunda zengin bilgi içeriyordu. İngilizlere göre onun İran kılavuzu, diğer yazarların Arabistan üzerine olan kitapları kadar önemliydi.
Aslında, bir yorumcuya göre, "dönemin başka hiçbir yazarı Browne kadar halkın ruhunu keşfetmemiş veya onu aynı derecede özümsememişti". Bununla beraber, İran halkının ruhu İslam'da yatıyordu. Bu, özellikle böyleydi; çünkü 19. yüzyılın ikinci yarısında, ülkedeki yoksul kitleler için refahı arayan hareketlerin çoğu Necef ve Kum'daki İranlı müçtehitlerden geliyordu. Aslında Kaçarlara karşı en güçlü muhalefet müçtehitlerinki idi. Necef'teki (Irak), Ayetullah Şirazi'den, Kum'daki Ayetullah Humeyni'ye kadar uzun bir halefler silsilesine güçlü bir şekilde sürdürülen bir gelenekti.
Browne, karşılaşma imkan ve fırsatı bulamadığı için değil ama, kabul ve itiraf etmek istemediği için, İslam'ın gücünü kavramada başarısız kaldı. Ondan habersiz kalmış olamaz; zira, İran'da bulunduğu sıralarda, anayasa devrimi doruk noktasına ulaşmıştı. Bununla beraber, İngilizlerin Hindistan'daki Kadiyaniler konusunda yaptığı gibi sömürgeci güçler, İslam'a düşman sahte dinî hareketleri desteklemeyle meşgul olurlarken, Browne aynı durumu İran'daki Bahailer'de gördü. Onlardan öylesine etkilenmişti ki, Kirman'da bu kimselerle görüştükten sonra şöyle yazıyordu: "Bütün benliğim âsude mutluluğun hareketiyle kaplandı (ve) (Bahailerle olan) meclislerin hatırası, asla silinip gitmeyecektir; sîmâlarının ve ses tonlarının anısı hiçbir zaman kaybolmayacaktır. Ben, kudretli bir ruhun çalışmalarına huşû ile baktım ve yöneldiği yere şaşırdım".
Aslında o, 1890'da Filistin Akra'da yerleşmiş bulunan Bahai lideri Bahaullah'ı görmek için de bir yolculuğa çıkmıştı. Browne'un eserleri, yıkılmaya yüz tutan Kaçarların yöneticilerinden öylesine itibar gördü ki, 1926'da öldüğü zaman, İran'da bir günlük genel yas ilan edildi.
İngiliz olsun veya olmasın, ele aldığımız bütün seyyahlar, ülkelerinin çıkarları için çalıştı; Müslüman veya Hıristiyan Arap kılığına büründü ve kendilerine misafirperverlik gösteren ve güven duyan insanları kullandı. Politik amaçlar bir yana, kitaplarından iki eğilim ortaya çıktı. Birinci olarak, "Doğunun aşırı şehvetin hüküm sürdüğü bir yer olduğu yolunda ısrarlı bir iddia vardı. İkincisi ise, dünyanın bu bölgesinin tabiatında mevcut olan şiddetle karakterize olmuş bir diyar olduğu iddiasıydı.
Bu temalar, önem ve inceliklerini Orta Çağ düşüncesinde kazanmışlardı. Eğer Doğulu halkların tembel, cinsellik ve şiddet düşkünü ve kendilerini yönetmekten âciz oldukları öne sürülebilirse, o zaman emperyalistler müdahale etme ve yönetime el koyma konusunda kendilerini mâzur gösterebileceklerdi".
Bu türden kitabına uydurmalarla birlikte, sömürgeciler, politik hâkimiyet ve ekonomik sömürü için müdahalelerde bulundular. Şu halde, bu seyyahlar devri, Orta Doğu'nun durumu hakkında yeterli derecede istihbarat ve malumat vermiş oluyordu. Yeni seyyah nesli, G. E. Leachman, T. E Lawrence, H. St. J. Philby ve J.B. Glubb gibi aynı zamanda Orta Doğu konusunda uzmanlaşmış olanlar askerî istihbarat topluyor, Lawrence Mekke Şerifi Hüseyin'le birlikte çalışıyordu; Philiby, İbn Suud'un bir dostu haline gelmişti ve Glubb, İran ve Ürdün'de faaliyet gösteriyordu. Bunlardan bazıları XIX. yüzyıl seyyahlarının yarattığı imajları pekiştirmekten başka bir şey yapmayan seyahat kitapları kaleme aldı. Fakat Ortadoğu da, politik hâkimiyet ve ekonomik sömürü için hazır hâle getirilmişti.
Batılılar, Türkler ve Araplar üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, İranlıları ihmal etmediler. Ruslardan başka, İngilizler, İran'ın yönetimdeki eliti üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olmuşlardı. İranlılara dair yapılan tasvirler, Robert Porter tarafından Travels (Seyahatler) adlı kitabında, 1820'de basılmıştı. Bu kitap, Batılıların umduklarına uygun olarak Müslüman toplulukların aynı egzotik imajlarını yansıtıyordu. Bununla beraber kitap; James Morier'in "İsfahan'ın Hacı Babası" adlı kitabı kadar etkili olmadı. Bu kitabın yazarı, diplomatik görevler üstlenmiş ve birkaç yıllığına İran'a tayin edilmişti. Kitap 1824'te basıldı ve yazarı tarafından "İran'da yaşadığı şeylerin ve derin tefekkürlerinin olgunlaşmış bir ürünü" addedildi.
Kitabın baş karakteri Hacı Baba, bir berberin oğluydu ve İran'ın büyüsünü ortadan kaldırmak ve müşterilerini aldatması suretiyle kendi namussuzluğunu göstermek için kullanılıyordu. Morrier, XIX, yüzyıl İran'ındaki hayatın hemen bütün yönlerine değiniyordu ve bir hicivsel kurguyla, tanıştığı ve İngiliz-Rus rekabetinde etkin olan bütün İranlı karakterleri yansıtıyordu. Böylece İranlılar kötü bir şekilde tanıtılıyor ve Batılıların hâlihazırda Türkleri ve Arapları dahil ettikleri sınıfa ilave edilmiş oluyorlardı. Kitap basıldığı zaman, Londra'daki İran büyükelçisi Morrier'e "İran halkı belki çok kötü olabilir, fakat size karşı iyilikle davranmışlardı. Onları kötülemenize ne sebep vardı?" diye yazıyordu.
Kitap, Curzon gibi İran'la ilgilenen diğerleri tarafından okundu; Curzon, Hacı Baba karakteri için, "sadece hayat ve içinde yaşanılan çevre bakımından değil fakat vatandaşının sahip olduğu zihniyetin karakteri, temayülleri ve tavrı bakımından da tipik" olduğunu söyledi.
Ninova ve Nemrut'taki arkeolojik kazıları yönetmek için XIX. yüzyıl ortalarında İran'a giden Henry Layerds, Early Adventures 'İlk/Eski Maceralar' adlı kitabını 1887'de bastı. Bu kimse, savaş düşkünü kimseler olarak bulduğu Bahtiyariler arasında yaşamıştı. Layard'ın anlattıklarından daha önemli olan öyküler, geniş çaplı seyahatlerini İran ve İran Meselesi adlı kitabında kaleme alan Curzon'unkilerdi. Curzon'un 1899'da İran'a yaptığı yolculuğun amacı, Ruslar tarafından karşı saldırı ihtimalinin hesaba katılmasıyla birlikte, Fars Ülkesi ve Körfezi bölgesine doğru İngiltere'nin ilerlemesine engel olabilecek ülkenin politik problemlerini araştırmaktı. Politik nedenlerden dolayı Curzon'un kitabı daha önemliydi; fakat o, söz konusu meseleye pek taraftar değildi ve yaklaşımı, bir kitap eleştirmeni tarafından güzel bir şekilde özetleniyordu: "Mr. Curzon, İran'ı keşfettiği kanaatindedir ve onu keşfetmiş olmakla, şimdi bir tür gizemli bir yoldadır, bunu kabul etmektedir". Bununla beraber, Curzon, İngiliz yönetimini etkiliyordu. Sömürge alanları genişlerken, bütünüyle yeni bir sömürgeciler türü ortaya çıkmıştı; bunlar kendilerini, Batılı olmayan uluslardan üstün görüyor ve yaptıkları işin uygarlaştırıcı bir görev olduğuna inanıyorlardı. Sömürgeleştirilen insanların bakış açılarını anlamak istemiyorlar, fakat, Batı kültürünü ve değerlerini, Batılı olmayan ülkelerin sosyo-politik sistemlerine empoze etmeye yönelik planlarla meşgul olmayı tercih ediyorlardı.
Bir başka seyyah da, bu yüzyılın ilk yarısında İran'a ilişkin mükemmel bir çalışma yapan Edward Granville Browne idi. Kitabı A Year Among the Persians (İranlılar Arasında Geçen Bir Yıl) bir seyahat öyküsünün çok ötesindeydi. Bu ülkenin kültürü ve halkı konusunda zengin bilgi içeriyordu. İngilizlere göre onun İran kılavuzu, diğer yazarların Arabistan üzerine olan kitapları kadar önemliydi.
Aslında, bir yorumcuya göre, "dönemin başka hiçbir yazarı Browne kadar halkın ruhunu keşfetmemiş veya onu aynı derecede özümsememişti". Bununla beraber, İran halkının ruhu İslam'da yatıyordu. Bu, özellikle böyleydi; çünkü 19. yüzyılın ikinci yarısında, ülkedeki yoksul kitleler için refahı arayan hareketlerin çoğu Necef ve Kum'daki İranlı müçtehitlerden geliyordu. Aslında Kaçarlara karşı en güçlü muhalefet müçtehitlerinki idi. Necef'teki (Irak), Ayetullah Şirazi'den, Kum'daki Ayetullah Humeyni'ye kadar uzun bir halefler silsilesine güçlü bir şekilde sürdürülen bir gelenekti.
Browne, karşılaşma imkan ve fırsatı bulamadığı için değil ama, kabul ve itiraf etmek istemediği için, İslam'ın gücünü kavramada başarısız kaldı. Ondan habersiz kalmış olamaz; zira, İran'da bulunduğu sıralarda, anayasa devrimi doruk noktasına ulaşmıştı. Bununla beraber, İngilizlerin Hindistan'daki Kadiyaniler konusunda yaptığı gibi sömürgeci güçler, İslam'a düşman sahte dinî hareketleri desteklemeyle meşgul olurlarken, Browne aynı durumu İran'daki Bahailer'de gördü. Onlardan öylesine etkilenmişti ki, Kirman'da bu kimselerle görüştükten sonra şöyle yazıyordu: "Bütün benliğim âsude mutluluğun hareketiyle kaplandı (ve) (Bahailerle olan) meclislerin hatırası, asla silinip gitmeyecektir; sîmâlarının ve ses tonlarının anısı hiçbir zaman kaybolmayacaktır. Ben, kudretli bir ruhun çalışmalarına huşû ile baktım ve yöneldiği yere şaşırdım".
Aslında o, 1890'da Filistin Akra'da yerleşmiş bulunan Bahai lideri Bahaullah'ı görmek için de bir yolculuğa çıkmıştı. Browne'un eserleri, yıkılmaya yüz tutan Kaçarların yöneticilerinden öylesine itibar gördü ki, 1926'da öldüğü zaman, İran'da bir günlük genel yas ilan edildi.
İngiliz olsun veya olmasın, ele aldığımız bütün seyyahlar, ülkelerinin çıkarları için çalıştı; Müslüman veya Hıristiyan Arap kılığına büründü ve kendilerine misafirperverlik gösteren ve güven duyan insanları kullandı. Politik amaçlar bir yana, kitaplarından iki eğilim ortaya çıktı. Birinci olarak, "Doğunun aşırı şehvetin hüküm sürdüğü bir yer olduğu yolunda ısrarlı bir iddia vardı. İkincisi ise, dünyanın bu bölgesinin tabiatında mevcut olan şiddetle karakterize olmuş bir diyar olduğu iddiasıydı.
Bu temalar, önem ve inceliklerini Orta Çağ düşüncesinde kazanmışlardı. Eğer Doğulu halkların tembel, cinsellik ve şiddet düşkünü ve kendilerini yönetmekten âciz oldukları öne sürülebilirse, o zaman emperyalistler müdahale etme ve yönetime el koyma konusunda kendilerini mâzur gösterebileceklerdi".
Bu türden kitabına uydurmalarla birlikte, sömürgeciler, politik hâkimiyet ve ekonomik sömürü için müdahalelerde bulundular. Şu halde, bu seyyahlar devri, Orta Doğu'nun durumu hakkında yeterli derecede istihbarat ve malumat vermiş oluyordu. Yeni seyyah nesli, G. E. Leachman, T. E Lawrence, H. St. J. Philby ve J.B. Glubb gibi aynı zamanda Orta Doğu konusunda uzmanlaşmış olanlar askerî istihbarat topluyor, Lawrence Mekke Şerifi Hüseyin'le birlikte çalışıyordu; Philiby, İbn Suud'un bir dostu haline gelmişti ve Glubb, İran ve Ürdün'de faaliyet gösteriyordu. Bunlardan bazıları XIX. yüzyıl seyyahlarının yarattığı imajları pekiştirmekten başka bir şey yapmayan seyahat kitapları kaleme aldı. Fakat Ortadoğu da, politik hâkimiyet ve ekonomik sömürü için hazır hâle getirilmişti.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.