Kerbela hadisesini bir de böyle değerlendirelim.
Malum kanlı meydana hakim bir tepeden, gelişmeleri seyrettiğimizi düşünelim.
Farz edelim ki, tarafları tanımıyoruz, inançları ve dünya görüşleri hakkında da bir fikrimiz yok ve ne için, hangi sebepten dolayı karşı karşıya geldiklerini de bilmiyoruz.
Bizler de, herhangi bir inanç gurubuna mensup olmayan, sıradan insanlar olduğumuzu varsayalım.
Bir tarafta uzaktan sayamayacağımız kadar, on binlerce eli silahlı, o günün şartlarında tepeden tırnağa iyi donatılmış bir ordu.
Diğer tarafta ise, kalabalık bir aile diyebileceğimiz ölçüde, kadınlardan, çocuklardan ve gençlerden oluşan bir kafile.
Günler süren müzakereler, teklifler ve değerlendirmeler sonucu barış sağlanamamış ve bir günün sabahında, eli silahlı ve tam donanımlı kalabalık ordu saldırıya geçiyor, karşı taraf her ne kadar gücünün son raddesine kadar karşı koymaya çalışsa da, sayı ve silah üstünlüğünü elinde bulunduran taraf galip geliyor, erkekleri katlediyor ve kadınları esir alıyor.
On binlerden oluşan kalabalık ordu, o malum meydanda, eşi görülmemiş bir katliama, bir cinayete imza atıyor, bununla da yetinmeyip, biraz önce kılıçtan geçirdiği erkeklerin başlarını gövdelerinden ayırıyor ve bedenlerini de defalarca atlara çiğneterek parçalatıyorlar.
Bu hadiseyi uzaktan seyreden bizler, eğer insani hasletlerimizi yitirmemişsek, eğer duygularımız dumura uğramamışsa, insaftan ve merhametten zerre kadar bir nasip almışsak, o kalabalık ordunun, o küçük bir kafileyi kesip-biçen gürühun, en azından adaletsizliğine, merhametsizliğine, gaddarlığına, katilliğine ve insanlıktan çıktığına hükmederiz ve kesin kanaat getiririz.
Eli kanlı ordunun, böylesine korkunç bir katliama tabi tuttuğu bu kafile, eğer günün birinde aynı şiddeti ve dehşeti onlara yaşatmamışsa, böylesi bir muameleyi asla ve kat'a hak etmedikleri hükmüne varırız.
Bu korkunç olaydan hemen sonra, yüz sene sonra, bin sene sonra veya bin beş yüz sene sonra, olaya şahit olan bizler, eğer şahitlik yapmaya çağrılsak, vicdanımızı karartmamışsak, insafımızı ve iz'anımızı yitirmemişsek eğer, gördüklerimize dosdoğru şahitlik ederiz ve söz konusu eli silahlı ordunun, komutanından neferine kadar hepsinin birer katiller sürüsü olduğunu anlatırız.
Ne dersiniz hacılarım ve hocalarım?
Bizler, yaklaşık olarak bin beş yüz sene sonra şahitliğe çağrılan bizler, şahitliği doğru yapıyor muyuz?
Üstüne üstlük, katliama tabi tutulan o erler, esir alınan o kadınlar, iman ettiğimiz, imanımızı kendisine borçlu olduğumuz son Peygamberin çocukları ve torunları.
Ağızların mühürleneceği, ellerin konuşturulacağı ve ayakların da şahitlik edeceği gün gelmeden konuşmamız gerekmiyor mu?
- Dört tanesi yüz… Dört tanesi yüz… / 24.07.2025
- Bu vahşet sekiz milyar insanın ortak vebalidir / 23.07.2025
- Böyle bir alçaklık insanlık tarihinde yok / 22.07.2025
- Beterin beteri basiretsizlik / 19.07.2025
- Görmeyen gözler işitmeyen kulaklar ve ürpermeyen kalpler / 18.07.2025
- İmtiyazlı zümre doymak bilmiyor / 17.07.2025
- Hacım! Hayırlı olsun yeni yol arkadaşlarınız da!.. / 16.07.2025
- ‘Her kışın sonunda bir bahar olur’ / 15.07.2025
- Gül vekilim gül / 12.07.2025