Kureyş müşrikleri, ticaret yapıp dönen kafileyi sordular. Allah Resulü, onları gördüğünü, hatta kaplarından su içtiğini haber verdi. Kervandaki çobanların sayısına varıncaya kadar verdiği bütün bilgilerin doğru olduğunu anladıklarında; "Bu, sadece bir sihirdir" demeye başladılar ve nefisleri imanlarına mani oldu.
Mi'rac hakkındaki birtakım soruların, bakış açılarına göre değiştiği muhakkaktır. Bu arada İslâm'ı, Batı kültürü standartlarına göre değerlendiren şarkiyatçıların Mi'rac mu'cizesini akıllarüstü karakterinden uzaklaştırmaya çalıştıkları bir gerçektir. Bu cümleden olarak, büyük çoğunluktaki ulema kadrosunca kabul görmüş ve Müslümanların mânâ dünyasında yerini almış Mi'rac mu'cizesinin zayıf rivayetler ve kavillerle bulandırılmaya çalışıldığı da esefle müşahede edilmektedir. Bu meyanda, Mi'racın keyfiyetine geçmeden önce, "Allah'ın mekânı var mı ki, Hz. Peygamber (sav) onunla görüşsün?" sualinin cevabını hülasa etmek uygun olur.
Cenab-ı Hakk'ın elbette mekânı yoktur. O, mekânın mekânı, zamanın da zamanıdır. Durum bu olunca, zamandan ve mekândan münezzeh olup, her an hazır ve nâzırdır. O halde, Cenâb-ı Vacibu'l-Vücud'suz bir mekân ve zaman da tahayyül edilemez. Ve O'na bir mekân da tahsis edilemez. Ancak Cenab-ı Hak, her yerde her zaman, dilediği şekilde tecelli eder, kendini müşahede ettirir. O'nun kendini dilediği mekânda müşahade ettirmesi, O'na mahsus bir mekânın olduğunu değil, yukarıda belirttiğimiz ölçülerde olduğu gibi, sadece o mekânda varlığını tecelli ile izhar etmesidir.
Meselâ, Hz. Musa'ya Tûr dağında, dağdan tecellisini göstermesi ve yine Mukaddes Vadi'de ağaçtan tecelli edip onunla konuşması, Cenab-ı Hakk'ın tecellisi için bir mekân seçmesi, O'na bir mekân tayin ve tahsis etmeğe sebep olmaz. Hal böyle olunca; Mi'rac'daki tecelli ile Fahr-i Kâinatın Cenab-ı Hak ile konuşmasında da Allah (cc) için bir mekân tahsisi sözkonusu değildir.
Mi'râc'ın keyfiyeti
Gecenin sadece bir bölümünde meydana gelen Mi'rac mu'cizesi, peygamberimiz uyanık bir halde iken bedenen ve ruhen gerçekleşmiştir. Ulemanın ekseriyeti bu görüştedir.
Çünkü Resûlullah (sav), Mi'racın sabahında Mi'racını haber verince, müşrikler hemen tekzibe kalkıştılar. Ve birbirlerine koştular. Yeni Müslüman olmuş bazı kimselerin kalbini çeldiler, irtidatına sebep oldular. Eğer rüya olmuş olsaydı, yani sadece ruhun mi'racı olmuş olsaydı hiç kimsenin itirazına hedef olmazdı. Çünkü rüyada herkes gezebilir ve uyanık iken havsala-i beşerin kabul etmeyeceği garibeler seyredebilir. Şu halde, Resûlullah'ın mi'racı uyanık halde cesediyle beraber vaki olmuştur ki, müşriklerin akılları yetmediğinden itiraz ve inkâra kalkışmışlardır.
Diğer taraftan; eğer Mi'rac rüya olsaydı, 'mucize' denmezdi. Hz. Peygamber'in diğer peygamberlere fazileti iki hususta özetlenir. Biri dünyada mi'rac ile, diğeri ise ahirette şefaat iledir. Zira nübüvvet, kitap ve şeriat diğer peygamberlere de verilmiştir. Mi'rac ve şefaat, sadece Hz. Peygamber'e mahsustur.
Hem; kâfirler, Beytü'l-Mukaddes'ten nişan sordular. Eğer rüyada vaki olsaydı, ondan nişan istemezlerdi. Neticede kâfirler, Mi'racı inkâr etmişlerdir. Bu, tarihî bir vakıadır. 'Rüyada gördüm' dese idi, kimse inkâr etmeye yeltenmezdi bile. Zira bunlar, rüyada mümkün olan şeylerdir.
İsrâ sûresindeki gerçekler
İsrâ sûresi baştan sona kadar, Mi'rac ve etrafındaki hadiseleri anlatmaktadır. Sûrenin kapsadığı başlıca esasları şöyle sıralayabiliriz:
a- Bu sûrede Peygamber Efendimiz, iki kıblenin peygamberi olarak vasıflandırılıyor. Yeryüzünde Allah (cc), İbrahimoğullarına iki mukaddes şehir ihsan etmişti: Mekke Hz. İsmail'e, Kudüs ise Hz. İshak'a. Hz. Peygamber'in hem Mekke'yi, hem de Kudüs'ü kıble edinip Mi'rac'da her ikisinde de namaz kılması, Mescid-i Aksa'da bütün peygamberlere imam olması, her iki mukaddes makamın bereketini kendisinde toplaması demektir.
Prof. Dr. Haydar BAŞ
(Rahmeten-lil Alemin)
Mi'rac hakkındaki birtakım soruların, bakış açılarına göre değiştiği muhakkaktır. Bu arada İslâm'ı, Batı kültürü standartlarına göre değerlendiren şarkiyatçıların Mi'rac mu'cizesini akıllarüstü karakterinden uzaklaştırmaya çalıştıkları bir gerçektir. Bu cümleden olarak, büyük çoğunluktaki ulema kadrosunca kabul görmüş ve Müslümanların mânâ dünyasında yerini almış Mi'rac mu'cizesinin zayıf rivayetler ve kavillerle bulandırılmaya çalışıldığı da esefle müşahede edilmektedir. Bu meyanda, Mi'racın keyfiyetine geçmeden önce, "Allah'ın mekânı var mı ki, Hz. Peygamber (sav) onunla görüşsün?" sualinin cevabını hülasa etmek uygun olur.
Cenab-ı Hakk'ın elbette mekânı yoktur. O, mekânın mekânı, zamanın da zamanıdır. Durum bu olunca, zamandan ve mekândan münezzeh olup, her an hazır ve nâzırdır. O halde, Cenâb-ı Vacibu'l-Vücud'suz bir mekân ve zaman da tahayyül edilemez. Ve O'na bir mekân da tahsis edilemez. Ancak Cenab-ı Hak, her yerde her zaman, dilediği şekilde tecelli eder, kendini müşahede ettirir. O'nun kendini dilediği mekânda müşahade ettirmesi, O'na mahsus bir mekânın olduğunu değil, yukarıda belirttiğimiz ölçülerde olduğu gibi, sadece o mekânda varlığını tecelli ile izhar etmesidir.
Meselâ, Hz. Musa'ya Tûr dağında, dağdan tecellisini göstermesi ve yine Mukaddes Vadi'de ağaçtan tecelli edip onunla konuşması, Cenab-ı Hakk'ın tecellisi için bir mekân seçmesi, O'na bir mekân tayin ve tahsis etmeğe sebep olmaz. Hal böyle olunca; Mi'rac'daki tecelli ile Fahr-i Kâinatın Cenab-ı Hak ile konuşmasında da Allah (cc) için bir mekân tahsisi sözkonusu değildir.
Mi'râc'ın keyfiyeti
Gecenin sadece bir bölümünde meydana gelen Mi'rac mu'cizesi, peygamberimiz uyanık bir halde iken bedenen ve ruhen gerçekleşmiştir. Ulemanın ekseriyeti bu görüştedir.
Çünkü Resûlullah (sav), Mi'racın sabahında Mi'racını haber verince, müşrikler hemen tekzibe kalkıştılar. Ve birbirlerine koştular. Yeni Müslüman olmuş bazı kimselerin kalbini çeldiler, irtidatına sebep oldular. Eğer rüya olmuş olsaydı, yani sadece ruhun mi'racı olmuş olsaydı hiç kimsenin itirazına hedef olmazdı. Çünkü rüyada herkes gezebilir ve uyanık iken havsala-i beşerin kabul etmeyeceği garibeler seyredebilir. Şu halde, Resûlullah'ın mi'racı uyanık halde cesediyle beraber vaki olmuştur ki, müşriklerin akılları yetmediğinden itiraz ve inkâra kalkışmışlardır.
Diğer taraftan; eğer Mi'rac rüya olsaydı, 'mucize' denmezdi. Hz. Peygamber'in diğer peygamberlere fazileti iki hususta özetlenir. Biri dünyada mi'rac ile, diğeri ise ahirette şefaat iledir. Zira nübüvvet, kitap ve şeriat diğer peygamberlere de verilmiştir. Mi'rac ve şefaat, sadece Hz. Peygamber'e mahsustur.
Hem; kâfirler, Beytü'l-Mukaddes'ten nişan sordular. Eğer rüyada vaki olsaydı, ondan nişan istemezlerdi. Neticede kâfirler, Mi'racı inkâr etmişlerdir. Bu, tarihî bir vakıadır. 'Rüyada gördüm' dese idi, kimse inkâr etmeye yeltenmezdi bile. Zira bunlar, rüyada mümkün olan şeylerdir.
İsrâ sûresindeki gerçekler
İsrâ sûresi baştan sona kadar, Mi'rac ve etrafındaki hadiseleri anlatmaktadır. Sûrenin kapsadığı başlıca esasları şöyle sıralayabiliriz:
a- Bu sûrede Peygamber Efendimiz, iki kıblenin peygamberi olarak vasıflandırılıyor. Yeryüzünde Allah (cc), İbrahimoğullarına iki mukaddes şehir ihsan etmişti: Mekke Hz. İsmail'e, Kudüs ise Hz. İshak'a. Hz. Peygamber'in hem Mekke'yi, hem de Kudüs'ü kıble edinip Mi'rac'da her ikisinde de namaz kılması, Mescid-i Aksa'da bütün peygamberlere imam olması, her iki mukaddes makamın bereketini kendisinde toplaması demektir.
Prof. Dr. Haydar BAŞ
(Rahmeten-lil Alemin)