Hasan cemal, AB yanlısı bir gazeteci-yazar... Sarkozy'nin Türkiye karşıtlığı berraklaştıkça, 'AB'nin Sarkozy'nin çiftliği olmadığını öne sürüyor. Sanki Segolene Royal cumhurbaşkanı seçilseydi, Türkiye yarın AB'ye mi alınacaktı? Ne açmaz yahu... Nicolas Sarkozy, 52 yaşında bir muhafazakâr, Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı...Seçim kampanyası boyunca Türkiye'yi Avrupa Birliği'nde görmek istemediğini o kadar çok tekrarladı ki, bugünkü yazıma, "AB, Sarkozy'nin babasının çiftliği değil!" diye başlamak geldi içimden.Evet öyle.AB'nin hukuku var.AB'nin değerleri var.Türkiye, AB yoluna bir aday ülke olarak AB hukuku çerçevesi içinde çıktı. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, eğer Avrupa hukuku diye bir şey varsa, bu yolu tek başına kesemez.Bu bir.İkincisi:Avrupa değerleri, öncelikle demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarıdır. Bu değerlerin gereğini yapmayı sürdüren, -muhtıra ve darbelerle kesintiye uğratmayan- bir Türkiye'nin AB yolculuğu da devam eder. Yine Sarkozy tek başına bu süreci durduramaz, 27 üye ülkeden oluşan AB'de.Üçüncü noktaya gelince...Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı, AB'yi bir barış ve özgürlük projesi diye tarif ediyor.Yerinde bir tanım.Sarkozy kime çalışır?Ancak, bu tanımın barış ayağı eğer yere sağlam basacaksa, o zaman Türkiye'nin AB üyeliği ile Fransa'nın kendi Müslümanlarına bakışını bir an önce gözden geçirmesi gerekir Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin.Çünkü Türkiye'yi Avrupa'da görmek istemeyen ve kendi Müslümanlarını dışlayan bir bakış açısıyla barış ve huzuru yan yana getirmek güçtür. Bu yalnız Fransa için değil, Avrupa için de geçerlidir.Cumhurbaşkanı Sarkozy eğer çizgisinde inat ederse, hem İslamcı radikallerin değirmenine su taşınır, hem de Uygarlıklar Çatışması'nın yelkenleri rüzgârla dolar.Bir nokta daha var.Türkiye'yi dışlayarak AB'yi bir Hıristiyan Kulübü haline getirmeye çalışmak, dünyanın nereye gittiğini kavramaktan yoksun bir vizyonsuzluğun da altını çizer.Böylesine dar görüşlü bir anlayış, yalnız Fransa'nın değil, aynı zamanda AB'nin küresel oyun içindeki yerini ve nüfuzunu zayıflatır.Cumhurbaşkanı Sarkozy önce kendi ülkesini düşünmek zorunda. Çünkü Fransa Avrupa'nın yeni hasta adamı olarak niteleniyor.Fransa'nın sıkıntıları büyükİşsizlik çok büyük bir sorun.Son çeyrek yüzyıldır yüzde 8'in altına düşmüş değil. Gençler arasındaki işsizlik çok daha yaygın; son 25 yıldır yüzde 22 oranında...Tembellik de yaygın Fransa'da.18 yaşından büyük nüfusun ancak yüzde 41'i çalışıyor. Fransızlar çalışmayı değil, yaşamayı seviyorlar.Borç oranı da, devlet harcamaları da yüksek. Ekonomi yönetiminde devletin payı da ağır basıyor.İşsizliği yenmek, üretimde verimliliği artırmak ve ekonomik büyümeyi hızlandırmak için Fransa'da çok katı olan işgücü piyasasında, güçlü ve hantal bürokrasiye bakışta reformcu bir zihniyet değişikliği gerekiyor.Fransa ayrıca ekonomide rekabeti de sevmiyor, pazar ekonomisinden kuşku duyuyor. Örneğin Çin'de pazar ekonomisini benimseyenlerin oranı yüzde 74 iken, bu oran AB üyesi Fransa'da ancak yüzde 36...Herhalde bütün bunların bir sonucu olarak Fransa tekliyor, ekonomide ve küresel rekabette. Örneğin, kişi başına milli gelir bundan çeyrek yüzyıl önce dünyada 8. sıradayken, şimdi 17. sıraya düşmüş durumda...(*)Sarkozy'nin gerçek gündemi böyle. Ya da böyle olmak zorunda. Çünkü Sarkozy reform vaadiyle Cumhurbaşkanı seçildi.Fransa'yı küreselleşmeyle baş edebilecek bir raya oturtursa... İşsizliği yenerse... Siyasal ve toplumsal kutuplaşmaları yumuşatabilirse... O zaman Fransa da bir başka Fransa olur.Dünyaya ve Türkiye'ye başka türlü bakan bir Fransa, başka bir Fransız kamuoyu sahneye çıkabilir.Kısacası:Yeni Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'ye kafayı fazla takmayın. Köprülerin altından daha çok sular akar. Türkiye için önemli olan, AB üyeliğini amaçlayan demokrasi ve kalkınma yolculuğunu ciddiye almaktır.* Fransa'yla ilgili bu istatistikler, 16 Nisan 07 tarihli Financial Times'ın 11. sayfasından.