Kalp nasıl, asli vatanın özlediği marifeti ve muhabbeti arıyorsa; akıl da, gıdası olan ilim ve hikmete hep iştiyak duyar Aslında güzel ahlak ile bezenmiş bir kalp, yaşadığımız bu mülk ve şehadet aleminden değil, yüceler alemi olarak maruf olan alemi melekûttandır. Bu sebeple kalp ve onda saklı olan insan sırrı yaşanan şu mülk aleminde bir misafirdir; daima asli vatanına, Hakk'a dönmek ister. Bu dönüş ise, marifetle ve muhabbetle mümkün olur, bu sıfatları kalbe kazandıran ise zikrullahtır.Nübüvvet yoluyla Allah'ın Resulü (sav), insanı asıl unsuruyla, asıl özüyle ele almış, terbiye ve tezkiye ile onu, asıl vatanına yüce aleme, Hakk'a döndürmek ve götürmek gayesi taşımıştır. Resuli Ekrem'in fert ve toplum eğitiminde bu yüce maksat, asıl olmuştur.İnsanda kalp gerçeği yanında aklın da hakikati vardır. Kalp, asli vatanın özlediği; dolaysıyla marifeti ve muhabbeti aradığı gibi akıl da, gıdası olan ilim ve hikmete iştiyak duyar. Aslında kalp ve aklın her ikisi de birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar, beden ülkesinde misafir sayılırlar. Hep ötelere meylederler, yücelere kulaç atmaya çalışırlar. Fani alem ve sırları, onları doyuramaz. Ezel ve ebed gerçeğine dönüktürler, arayışları sürekli devam eder. Bu cümleden olarak, güzel ahlakın bir temelinin de Hakk'ı arama iştiyakı olan Hakk'ın nuruyla aydınlanan akıl olduğu ortaya çıkar. Ruh ve akıl bu manada ikizkardeş gibidirler.Nübüvvetin ehemniyeti işte bu noktada belirmektedir. Zira, nübüvvet, insanı kalbi ve akli boyutlarından alarak, gerçek vatanına ulaştırmak için Hakk'ın bir lütfu olarak vuku bulmuştur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.