Az yeme hâlinde had aşılmamalı
Bil ki, az yeme halinin en iyisi, Allah’ı anmaya mâni olmayacak kadarıdır. Yememek hali haddi aşmamalı; aşarsa, ibadetten yaya kalınır. Yiyip içmemede haddi aşmak ancak, şehevî arzularına zebun olan için biraz mâkul olursa da, yine dikkat gerek
02.08.2023 21:00:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Gazali Hazretleri az yeme hakkında şöyle anlatıyor:
Sehl Hz. diyor ki: "Dünya kan aksaydı; yiyecek bir şey bulunmasaydı; iman sahibi yine helâlinden alacağını alır, yerdi. Çünkü o; zarurî ihtiyacı kadar alır, yer; hayatını devam ettirir."
Hak yolcularının bir kısmı, yemek için vakit tayin etmedi, vakitleri bir yana atıp uzun müddet yemek zamanını unuttu. Bir kısmı, üç gün süre ile yemek yemedi. Bu müddeti, otuza, kırka çıkaran da vardır. Kırk gün; hiçbir şey yemeden duran birçok zat var. Bunlar arasında, Süleyman Havas, Sehl b. Abdullah ve İbrahim Havas hazretlerini sayabiliriz.
Birçok büyük tasavvuf ehli, kırk günde bir yemek yemenin değerini de anlatmıştır. Onlardan bir zat şöyle buyurur: "Bir kimse, yemek içmek işini bir yana atarsa, ona, bu âlemlerin ötesindeki melekût âleminin kudreti zahir olur." Yani bazı ilâhî sırlar açılır.
Tasavvuf ehlinden bir zat, seyahati sırasında bir rahibe rastlar. Halini görür ve İslam dinine girmesini ister. Rahip, "Ben İsa Peygamberin yolundayım. Onun kırk gün yemek yemediği olurdu, bu onun üstün değerine bir işarettir" der. Tasavvuf ehli zat, "Ben elli gün yemek yemesem, bulunduğun hali bırakır, İslam dinine girer misin?" deyince, rahipten evet, cevabını aldı ve elli gün yemek yemeden durdu. Rahibe, "Altmışa tamamlamamı istiyorsan yapayım" dedi ve tamamladı. Bu hali gören rahip, "Bu işin, İsa'dan başkası tarafından yapılacağını tahmin etmiyordum" dedi ve İslâm dinine girdi.
Bu şekilde yapılan hareketler büyük bir iştir. Buna ancak, tabiî ihtiyaç ve âdetlerini bir yana atıp, müşahede ve keşif haline eren kavuşabilir. Varlığını o tada katıp nefsinin maddî açlığını, susuzluğunu unutan erebilir. Zaten bu hali bulanın gıdası ruhanî âlemden gelir. Peygamber Efendimizin buna dair bir işareti vardır: "Ben, Rabbimin katında kalırım, bana yedirir ve içirir."
Bu halin bir ikinci şekli de, yemek yememe halinin iki günle üç gün arası uzatılmasıdır. Bunu yapan çoktur. Bu, daha çok tasavvuf ehlinin âdetidir.
Üçüncü derecesine gelince; en azından günde bir defa yemek, halidir.
Peygamber Efendimiz, sabah yemeğini yerse, akşamı yemezdi. Akşam yiyecekse sabah yemezdi.
Bil ki, az yeme halinin en iyisi, Allah'ı anmaya mâni olmayacak kadarıdır. Yememek hali haddi aşmamalı; aşarsa, ibadetten yaya kalınır. Yiyip içmemede haddi aşmak ancak, şehevî arzularına zebun olan için biraz makul olursa da, yine dikkat gerek. Böyle bir tehlike olmadığı takdirde, işin hayırlısı, orta hallisidir kaidesine uymak icap eder.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Sehl Hz. diyor ki: "Dünya kan aksaydı; yiyecek bir şey bulunmasaydı; iman sahibi yine helâlinden alacağını alır, yerdi. Çünkü o; zarurî ihtiyacı kadar alır, yer; hayatını devam ettirir."
Hak yolcularının bir kısmı, yemek için vakit tayin etmedi, vakitleri bir yana atıp uzun müddet yemek zamanını unuttu. Bir kısmı, üç gün süre ile yemek yemedi. Bu müddeti, otuza, kırka çıkaran da vardır. Kırk gün; hiçbir şey yemeden duran birçok zat var. Bunlar arasında, Süleyman Havas, Sehl b. Abdullah ve İbrahim Havas hazretlerini sayabiliriz.
Birçok büyük tasavvuf ehli, kırk günde bir yemek yemenin değerini de anlatmıştır. Onlardan bir zat şöyle buyurur: "Bir kimse, yemek içmek işini bir yana atarsa, ona, bu âlemlerin ötesindeki melekût âleminin kudreti zahir olur." Yani bazı ilâhî sırlar açılır.
Tasavvuf ehlinden bir zat, seyahati sırasında bir rahibe rastlar. Halini görür ve İslam dinine girmesini ister. Rahip, "Ben İsa Peygamberin yolundayım. Onun kırk gün yemek yemediği olurdu, bu onun üstün değerine bir işarettir" der. Tasavvuf ehli zat, "Ben elli gün yemek yemesem, bulunduğun hali bırakır, İslam dinine girer misin?" deyince, rahipten evet, cevabını aldı ve elli gün yemek yemeden durdu. Rahibe, "Altmışa tamamlamamı istiyorsan yapayım" dedi ve tamamladı. Bu hali gören rahip, "Bu işin, İsa'dan başkası tarafından yapılacağını tahmin etmiyordum" dedi ve İslâm dinine girdi.
Bu şekilde yapılan hareketler büyük bir iştir. Buna ancak, tabiî ihtiyaç ve âdetlerini bir yana atıp, müşahede ve keşif haline eren kavuşabilir. Varlığını o tada katıp nefsinin maddî açlığını, susuzluğunu unutan erebilir. Zaten bu hali bulanın gıdası ruhanî âlemden gelir. Peygamber Efendimizin buna dair bir işareti vardır: "Ben, Rabbimin katında kalırım, bana yedirir ve içirir."
Bu halin bir ikinci şekli de, yemek yememe halinin iki günle üç gün arası uzatılmasıdır. Bunu yapan çoktur. Bu, daha çok tasavvuf ehlinin âdetidir.
Üçüncü derecesine gelince; en azından günde bir defa yemek, halidir.
Peygamber Efendimiz, sabah yemeğini yerse, akşamı yemezdi. Akşam yiyecekse sabah yemezdi.
Bil ki, az yeme halinin en iyisi, Allah'ı anmaya mâni olmayacak kadarıdır. Yememek hali haddi aşmamalı; aşarsa, ibadetten yaya kalınır. Yiyip içmemede haddi aşmak ancak, şehevî arzularına zebun olan için biraz makul olursa da, yine dikkat gerek. Böyle bir tehlike olmadığı takdirde, işin hayırlısı, orta hallisidir kaidesine uymak icap eder.
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.