Babasının rıhletinden sonra hiç gülmedi
Sünni eserlerden Hilyetü'l-Evliya'da, İmam Muhammed Bâkır (a.s.)'dan şöyle rivayet edilmiştir
12.07.2023 18:43:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Sünni eserlerden Hilyetü'l-Evliya'da, İmam Muhammed Bâkır (a.s.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
"Resûlullah'ın (s.a.v.) vefatından sonra Hz. Fâtıma'nın (a.s.) sadece bir gün, o da hafif gülümseme dışında güldüğü görülmedi. Ve yine buyurdu ki; Hz. Fâtıma (a.s.), Peygamber'den (s.a.v.) sonra 6 ay yaşadı."
Sünni yazarlardan Askalanî Fethu'l-Bâri'de Hz. Aişe'den şöyle rivayet etmektedir: Resûlullah (s.a.v.) Fâtıma'ya (a.s.) şöyle dedi:
"Cebrail, Müslümanların kadınları arasında hiçbirinin Senin kadar musibete dûçar olmayacağını Bana bildirmiştir. Öyleyse Senin sabrın, onların hiçbirinden az olmamalıdır."
Resûlullah'ın rıhletinden sonra Hz. Fatıma
Hz. Fâtıma'nın (a.s.) hayatında, Peygamberin (s.a.v.) rıhletinden sonraki kısmı ele alırken değineceğimiz en önemli konu Fedek hurmalığı meselesidir.
Esasen mesele mirasla alakalı olarak görülse de, Hz. Fâtıma (a.s.) gibi masumiyeti ayetlerle sabit bir mü'minenin, mal hırsına kapılması elbette ki söz konusu değildir.
Hz. Zehra (a.s.) babasının rıhletinden sonra hilafet makamından hak ettiğini bulamamış; tam tersine Resûlullah'ın (s.a.v.) son anlarında Kendisine ve Eşine bildirdiği eziyete, haksızlığa mâruz kalmış; acı olaylar yaşamıştır.
Bunun çeşitli nedenleri olabilir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) zamanında büyük bir İslam kardeşliği olmasına rağmen, esasında Arap toplumunda hakim olan kabilecilik şuuru hiçbir zaman tam mânâsıyla ortadan kalkmamıştır. Rıhletin hemen ardından baş gösteren fitnelerin bir sebebi bu olsa gerektir.
İkinci olarak; Resûlullah'ın (s.a.v.) vefatıyla beraber İslam toplumu içinde büyük bir panik havası oluşmuş, o anda akla ilk gelen bu paniği engellemek, halkın dağılmasını ve nifak çıkmasını önlemek için beklemeden yeni bir halife seçmek gereğine olan inançtır.
Bu olay o kadar hızlı gelişmiştir ki, Resûlullah (s.a.v.) henüz defnedilirken, Sakife gölgeliğinde yeni halifenin seçimi gerçekleştirilmiştir. Az bir kalabalık yeni halifenin seçiminde tartışmalı biçimde oy kullanmıştır.
Oysa seçime dahi gerek olmayacak şekilde Resul-i Ekrem hayatta iken yerine geçecek halifeyi belirlemişti. Bunu defalarca ve açıkça beyan etmesine rağmen, bu gerçek kaba idrakli Arap toplumunda tam mânâsıyla anlaşılamamış olsa gerektir.
Bunu, Hz. Ebu Bekir gibi ömrünü Resûlullah'ın (s.a.v.) yanında geçiren bir sahabenin ağzından dahi duymaktayız. 'Hz. Ebu Bekir'in pişmanlığı' ile ilgili bölümde yer verdiğimiz rivayette Hz Hz. Ebu Bekir, Hz. Fâtıma'ya (a.s.) yaptıklarından dolayı duyduğu pişmanlığı dile getirirken, "Keşke hayatta iken Resûlullah'a (s.a.v.) yerine kimi halife bıraktığını sorsaydım" demektedir.
Hem Hz. Fâtıma'nın (a.s.) itirazlarına rağmen bildiği şekilde hareket etmiş, hem de hayatı boyunca bunun ıstırabını çekmiştir.
Hz. Peygamber, vefatından 3 ay gibi bir kısa zaman önce, Gadr-i Hum'da İmam Ali'yi (a.s.) yerine halife ilan etmiş, yüz binden fazla sahabe de buna şahitlik etmişti.
Burada yapılması gereken, âdeta bir vasiyet mahiyetindeki Gadr-i Hum konuşmasında denileni yerine getirmekten başka bir şey değildi. Ancak gelişmeler hiç de böyle olmamıştır:
Sünni Ahmed bin Hanbel şunları aktarmaktadır:
"Zeyd bin Erkam dedi ki: Resûlullah (s.a.v.) ile bir seferde beraber iken Gadr-i Hum denilen yere vardık. Orada Resûlullah (s.a.v.) toplu namaza çağrılmasını emretti. Kendisine iki ağacın altına yer yaptırdıktan sonra öğlen namazını kıldırdı. Sonra yanına almış olduğu Ali'nin (a.s.) elini tutup, şöyle buyurdu:
'Bilmez misiniz ki Ben mü'minlere kendi nefislerinden daha evlayım.'
Hâzır olanlar hep beraber dediler ki: 'Evet biliyoruz'.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) bir daha şöyle buyurdu:
'Bilmez misiniz ki Ben tüm mü'minlere kendi nefislerinden daha evlayım.'
Hâzır olanlar hep birden dediler ki: 'Evet biliyoruz.'
Resûlullah (s.a.v.) Ali'nin (a.s.) elini kaldırarak şöyle buyurdu:
'Ben her kimin mevlâsı isem, Ali (a.s.) da onun mevlâsıdır.
Allah'ım! O'nu kabul edip yardımcı olana Sen de yardımcı ol. O'nu inkar edip düşmanlık edene Sen de düşman ol.'
Bundan sonra Hz. Ömer bin Hattab, Ali'nin (a.s.) yanına gelip:
'Sana kutlu olsun ey Ebu Tâlib'in oğlu. Bugün her kadın-erkek mü'minin mevlâsı olarak sabahlayıp geceledin' dedi."
Gadr-i Hum hadisi Hanbel gibi şu Sünni eserlerde de nakledilmektedir:
İmam Ahmed Sa'lebi, Keşfu'l-Beyan
Celaluddin Suyûti, Durrü'l-Mensur
Vahidî En-Nişaburi, Esbabu'n-Nüzul
Muhammed b. İsa Tirmizi, Sünen
Eş-Şeybanî, Camiu'l-Usul
Süleyman Belhî El-Hanefî, Yenabiu'l-Mevedde (4. bâb).
İbn Esir-i Cezrî, Usdü'l-Gabe
Suyûtî, Tarihu'l-Hülafa
Cemaluddin Şirazî, Erbain
İbn Ebi'l-Hadid, Nehcü'l-Belağa Şerhi
Hatib-i Bağdadî, Tarih-i Bağdadî
Mevlâ Ali Muttakî Hindî, Kenzü'l-Ummal.
Bu tebriği yapan Hz. Ömer, Resûlullah'ın (s.a.v.) rıhletinden sonra söylediklerini tamamen unutacaktır.
Resûlullah'ın (s.a.v.) bu hutbesinin hemen ardından Hz. Ali (a.s.) hakkındaki bu konumla ilgili tartışmalar başladı.
Sünni El-Halebî'nin eserinden: "Ben kimin mevlâsı isem Ali de O'nun mevlâsıdır, buyurduğu etrafa yayıldığında, bu haberi duyan Haris bin Numan El-Fahri hemen Medine'ye gelir.
Resûlullah (s.a.v.) mescidinde ashabı ile otururken Haris içeri girip şöyle konuşur:
'Ey Muhammed, Sen Allah'tan başka ilah olmadığına ve Senin Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet getirmemizi istedin, bizler de buna razı olduk.
Yine Sen beş vakit namaz kılmamızı, Ramazan ayında oruç tutmamızı, mallarımızın zekatını vermemizi, Kâbe'yi haccetmemizi bizlere emrettin, bizler de emrini yerine getirdik.
Bütün bunlar Sana yetmiyormuş gibi, şimdi de kalkmış amcanın oğlu Ali'nin elinden tutup demişsin ki: Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Bununla da Ali'yi üzerimize kılıp tafdil edersin. Bu, Senden mi, yoksa Allah'tan mı?'
Bu sözlerden gözleri kızaran Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'O'ndan başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki, Ali'nin bu faziletleri Benden değil, Allah'tandır."
Bunun üzerine Hâris kalkıp dedi ki:
'Ey Allah'ım! Şayet Muhammed (s.a.v.) doğruyu söylüyorsa bana gökten bir taş gönder ki, beni şiddetli bir azabın içinde bıraksın.'
Allah'a yemin olsun ki daha Haris mescidin kapısına varmadan gökten bir taş başına düşüp dübüründen çıktı. Bunun üzerine Allah şu ayet-i kerimeyi indirdi: Vâki olan bu azabı sail kendisi istedi (Mearic: 1)."
Başka sahabelerde de Gadr-i Hum hutbesini hiçe sayma hâli gözlenmekte idi. Hz. Ali (a.s.) minberin üzerinde iken şöyle buyurmuştur:
"Resûlullah'ın (s.a.v.) Gadr-i Hum denilen yerde Benim hakkımda, 'Allah'ım, O'nu kabul edip yardımcı olana Sen de yardımcı ol ve O'nu kabul etmeyip düşmanlık edene Sen de düşman ol' buyurduğunu duyan Allah aşkına ayağa kalkıp şahitlik etsin!"
Hâzır olanlardan bazıları ayağa kalkıp şahit oldular. Minberin altında Enes bin Malik, Berai bin Azib ve Cerir bin Abdullah mevcut idiler fakat hiçbiri ayağa kalkıp şahit olmadı. Hz. Ali (a.s.) sözlerini bir daha tekrarladı, onlar ise oturdukları yerlerinde kaldılar. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurdu:
"Ey Allah'ım! Her kim Resûlullah (s.a.v.)'in Benim hakkımda buyurduklarını duyup bildiği halde ayağa kalkıp şahit olmadıysa ona belli olacak bir alamet vermeden bu dünyadan alma."
Sünni Belazurî, Ebu Vail'den şunları nakletmektedir ki:
"Enes bin Mâlik cüzam hastalığına tutuldu. Berai bin Azib kör oldu ve Cerir ise sahraya düşüp Hicret'ten önceki haline döndü."
İşte Hz. Fâtıma (a.s.) babası Resûlullah'tan (s.a.v.) Hz. Ali (a.s.) hakkında duyduğu bu hadislere ters hareket edildiği için çok büyük bir tepki vermiştir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
"Resûlullah'ın (s.a.v.) vefatından sonra Hz. Fâtıma'nın (a.s.) sadece bir gün, o da hafif gülümseme dışında güldüğü görülmedi. Ve yine buyurdu ki; Hz. Fâtıma (a.s.), Peygamber'den (s.a.v.) sonra 6 ay yaşadı."
Sünni yazarlardan Askalanî Fethu'l-Bâri'de Hz. Aişe'den şöyle rivayet etmektedir: Resûlullah (s.a.v.) Fâtıma'ya (a.s.) şöyle dedi:
"Cebrail, Müslümanların kadınları arasında hiçbirinin Senin kadar musibete dûçar olmayacağını Bana bildirmiştir. Öyleyse Senin sabrın, onların hiçbirinden az olmamalıdır."
Resûlullah'ın rıhletinden sonra Hz. Fatıma
Hz. Fâtıma'nın (a.s.) hayatında, Peygamberin (s.a.v.) rıhletinden sonraki kısmı ele alırken değineceğimiz en önemli konu Fedek hurmalığı meselesidir.
Esasen mesele mirasla alakalı olarak görülse de, Hz. Fâtıma (a.s.) gibi masumiyeti ayetlerle sabit bir mü'minenin, mal hırsına kapılması elbette ki söz konusu değildir.
Hz. Zehra (a.s.) babasının rıhletinden sonra hilafet makamından hak ettiğini bulamamış; tam tersine Resûlullah'ın (s.a.v.) son anlarında Kendisine ve Eşine bildirdiği eziyete, haksızlığa mâruz kalmış; acı olaylar yaşamıştır.
Bunun çeşitli nedenleri olabilir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) zamanında büyük bir İslam kardeşliği olmasına rağmen, esasında Arap toplumunda hakim olan kabilecilik şuuru hiçbir zaman tam mânâsıyla ortadan kalkmamıştır. Rıhletin hemen ardından baş gösteren fitnelerin bir sebebi bu olsa gerektir.
İkinci olarak; Resûlullah'ın (s.a.v.) vefatıyla beraber İslam toplumu içinde büyük bir panik havası oluşmuş, o anda akla ilk gelen bu paniği engellemek, halkın dağılmasını ve nifak çıkmasını önlemek için beklemeden yeni bir halife seçmek gereğine olan inançtır.
Bu olay o kadar hızlı gelişmiştir ki, Resûlullah (s.a.v.) henüz defnedilirken, Sakife gölgeliğinde yeni halifenin seçimi gerçekleştirilmiştir. Az bir kalabalık yeni halifenin seçiminde tartışmalı biçimde oy kullanmıştır.
Oysa seçime dahi gerek olmayacak şekilde Resul-i Ekrem hayatta iken yerine geçecek halifeyi belirlemişti. Bunu defalarca ve açıkça beyan etmesine rağmen, bu gerçek kaba idrakli Arap toplumunda tam mânâsıyla anlaşılamamış olsa gerektir.
Bunu, Hz. Ebu Bekir gibi ömrünü Resûlullah'ın (s.a.v.) yanında geçiren bir sahabenin ağzından dahi duymaktayız. 'Hz. Ebu Bekir'in pişmanlığı' ile ilgili bölümde yer verdiğimiz rivayette Hz Hz. Ebu Bekir, Hz. Fâtıma'ya (a.s.) yaptıklarından dolayı duyduğu pişmanlığı dile getirirken, "Keşke hayatta iken Resûlullah'a (s.a.v.) yerine kimi halife bıraktığını sorsaydım" demektedir.
Hem Hz. Fâtıma'nın (a.s.) itirazlarına rağmen bildiği şekilde hareket etmiş, hem de hayatı boyunca bunun ıstırabını çekmiştir.
Hz. Peygamber, vefatından 3 ay gibi bir kısa zaman önce, Gadr-i Hum'da İmam Ali'yi (a.s.) yerine halife ilan etmiş, yüz binden fazla sahabe de buna şahitlik etmişti.
Burada yapılması gereken, âdeta bir vasiyet mahiyetindeki Gadr-i Hum konuşmasında denileni yerine getirmekten başka bir şey değildi. Ancak gelişmeler hiç de böyle olmamıştır:
Sünni Ahmed bin Hanbel şunları aktarmaktadır:
"Zeyd bin Erkam dedi ki: Resûlullah (s.a.v.) ile bir seferde beraber iken Gadr-i Hum denilen yere vardık. Orada Resûlullah (s.a.v.) toplu namaza çağrılmasını emretti. Kendisine iki ağacın altına yer yaptırdıktan sonra öğlen namazını kıldırdı. Sonra yanına almış olduğu Ali'nin (a.s.) elini tutup, şöyle buyurdu:
'Bilmez misiniz ki Ben mü'minlere kendi nefislerinden daha evlayım.'
Hâzır olanlar hep beraber dediler ki: 'Evet biliyoruz'.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) bir daha şöyle buyurdu:
'Bilmez misiniz ki Ben tüm mü'minlere kendi nefislerinden daha evlayım.'
Hâzır olanlar hep birden dediler ki: 'Evet biliyoruz.'
Resûlullah (s.a.v.) Ali'nin (a.s.) elini kaldırarak şöyle buyurdu:
'Ben her kimin mevlâsı isem, Ali (a.s.) da onun mevlâsıdır.
Allah'ım! O'nu kabul edip yardımcı olana Sen de yardımcı ol. O'nu inkar edip düşmanlık edene Sen de düşman ol.'
Bundan sonra Hz. Ömer bin Hattab, Ali'nin (a.s.) yanına gelip:
'Sana kutlu olsun ey Ebu Tâlib'in oğlu. Bugün her kadın-erkek mü'minin mevlâsı olarak sabahlayıp geceledin' dedi."
Gadr-i Hum hadisi Hanbel gibi şu Sünni eserlerde de nakledilmektedir:
İmam Ahmed Sa'lebi, Keşfu'l-Beyan
Celaluddin Suyûti, Durrü'l-Mensur
Vahidî En-Nişaburi, Esbabu'n-Nüzul
Muhammed b. İsa Tirmizi, Sünen
Eş-Şeybanî, Camiu'l-Usul
Süleyman Belhî El-Hanefî, Yenabiu'l-Mevedde (4. bâb).
İbn Esir-i Cezrî, Usdü'l-Gabe
Suyûtî, Tarihu'l-Hülafa
Cemaluddin Şirazî, Erbain
İbn Ebi'l-Hadid, Nehcü'l-Belağa Şerhi
Hatib-i Bağdadî, Tarih-i Bağdadî
Mevlâ Ali Muttakî Hindî, Kenzü'l-Ummal.
Bu tebriği yapan Hz. Ömer, Resûlullah'ın (s.a.v.) rıhletinden sonra söylediklerini tamamen unutacaktır.
Resûlullah'ın (s.a.v.) bu hutbesinin hemen ardından Hz. Ali (a.s.) hakkındaki bu konumla ilgili tartışmalar başladı.
Sünni El-Halebî'nin eserinden: "Ben kimin mevlâsı isem Ali de O'nun mevlâsıdır, buyurduğu etrafa yayıldığında, bu haberi duyan Haris bin Numan El-Fahri hemen Medine'ye gelir.
Resûlullah (s.a.v.) mescidinde ashabı ile otururken Haris içeri girip şöyle konuşur:
'Ey Muhammed, Sen Allah'tan başka ilah olmadığına ve Senin Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet getirmemizi istedin, bizler de buna razı olduk.
Yine Sen beş vakit namaz kılmamızı, Ramazan ayında oruç tutmamızı, mallarımızın zekatını vermemizi, Kâbe'yi haccetmemizi bizlere emrettin, bizler de emrini yerine getirdik.
Bütün bunlar Sana yetmiyormuş gibi, şimdi de kalkmış amcanın oğlu Ali'nin elinden tutup demişsin ki: Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Bununla da Ali'yi üzerimize kılıp tafdil edersin. Bu, Senden mi, yoksa Allah'tan mı?'
Bu sözlerden gözleri kızaran Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'O'ndan başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki, Ali'nin bu faziletleri Benden değil, Allah'tandır."
Bunun üzerine Hâris kalkıp dedi ki:
'Ey Allah'ım! Şayet Muhammed (s.a.v.) doğruyu söylüyorsa bana gökten bir taş gönder ki, beni şiddetli bir azabın içinde bıraksın.'
Allah'a yemin olsun ki daha Haris mescidin kapısına varmadan gökten bir taş başına düşüp dübüründen çıktı. Bunun üzerine Allah şu ayet-i kerimeyi indirdi: Vâki olan bu azabı sail kendisi istedi (Mearic: 1)."
Başka sahabelerde de Gadr-i Hum hutbesini hiçe sayma hâli gözlenmekte idi. Hz. Ali (a.s.) minberin üzerinde iken şöyle buyurmuştur:
"Resûlullah'ın (s.a.v.) Gadr-i Hum denilen yerde Benim hakkımda, 'Allah'ım, O'nu kabul edip yardımcı olana Sen de yardımcı ol ve O'nu kabul etmeyip düşmanlık edene Sen de düşman ol' buyurduğunu duyan Allah aşkına ayağa kalkıp şahitlik etsin!"
Hâzır olanlardan bazıları ayağa kalkıp şahit oldular. Minberin altında Enes bin Malik, Berai bin Azib ve Cerir bin Abdullah mevcut idiler fakat hiçbiri ayağa kalkıp şahit olmadı. Hz. Ali (a.s.) sözlerini bir daha tekrarladı, onlar ise oturdukları yerlerinde kaldılar. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurdu:
"Ey Allah'ım! Her kim Resûlullah (s.a.v.)'in Benim hakkımda buyurduklarını duyup bildiği halde ayağa kalkıp şahit olmadıysa ona belli olacak bir alamet vermeden bu dünyadan alma."
Sünni Belazurî, Ebu Vail'den şunları nakletmektedir ki:
"Enes bin Mâlik cüzam hastalığına tutuldu. Berai bin Azib kör oldu ve Cerir ise sahraya düşüp Hicret'ten önceki haline döndü."
İşte Hz. Fâtıma (a.s.) babası Resûlullah'tan (s.a.v.) Hz. Ali (a.s.) hakkında duyduğu bu hadislere ters hareket edildiği için çok büyük bir tepki vermiştir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.