Bahar mevsimini bitirmek üzereyiz, yaklaşık on beş gün sonra hem Yaz'a hem de Ramazan'a merhaba diyeceğiz ama sebze-meyve fiyatları el yakıyor.
Meşhur ifadesiyle mutfaklarda yangın var.
Bir ülkede işlenecek tarım arazileri ve işleyecek insan gücü var olduğu halde o ülke tarım ürünlerini sürekli ithal ediyorsa oturup kara kara düşünmek lazım.
Akarsular, dereler, ırmaklar boşa akıyor, uçsuz-bucaksız araziler işlenmeyi bekliyor ve milyonlarca genç işsiz geziyor ve maalesef marketlerimiz ithal hububat ürünleriyle dolu.
Milletimiz, acısını, acı sonucunu bizzat yaşayarak tattığı bu felaket durum karşısında; "ben kimim ve bu hal neyin nesi?" sorusunu sormuyorsa başını iki elinin arasına alıp "basiretten" ne anladığını derinlemesine sorgulamalıdır.
Satın aldığı traktörün taksitlerini ödeyemediği için ilgili banka tarafından traktörü haczedilen kendisi.
Çoluk-çocuğun nafakasından keserek, kısarak taksitleri ödediği halde mazot fiyatlarının el yakmasından ötürü traktörünü çalıştıramayan yine kendisi.
Yetiştirdiği meyvenin, ürettiği sebzenin giderlerinin gelirinden daha fazla olduğunu, astarın yüzünü geçtiğini söyleyen ve bizzat yaşayan da kendisi.
On beş yıldan beri bu olumsuz tabloyu oluşturan, her geçen yıl dert üstüne dert ekleyen, elindekinin-avucundakinin uçup gitmesine zemin hazırlayan siyasileri her seçimde alkışlayan da kendisi.
Basiretin bağlanması bu olsa gerek.
Üretici perişan, tüketici perişan öyleyse arada kazanan kim?
Hem üreticinin hem de tüketicinin perperişan olmasını döner koltuktan seyretmek için her halde tarım bakanı olmaya gerek yok.
Problemleri seyredenlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor ama çözüm arayan, çare bulan kaç kişi var, hatta bu vahim gidişatın farkına varan kaç kişi var?
Demek ki basiret bağlanınca görünenler de görünmez oluyor, adam bakıyor ama görmüyor, dinliyormuş gibi yapıyor ama duymuyor.
On beş seneden beri; "tarım ürünleri stratejik ürünlerdir, bir ordu silahsız savaşabilir ama aç karnına savaşamaz" diye feryad eden Prof. Dr. Haydar Baş'ı ne yöneticiler duydu ne de millet.
"Ürün alım garantisi ile, ürünleri sigortalamak suretiyle ve avans sisteminin devreye sokarak tarım kesimi mutlaka desteklenmelidir" diye yedi iklim dört bucak dolaşarak anlatan Haydar Hoca'ya hep istihza ile baktılar.
Yöneticiler, bazı mahfellere "tarım nüfusunu şu sayıdan şu sayıya indireceğiz, sizlere hazır pazar olacağız" sözünü verdikleri ve o doğrultuda yasalar yaptıkları için Sayın Baş'ı duymadılar, duymazlıktan geldiler ama milletin basiretsizliğini anlamak gerçekten zor.
İster üreten kesimden olsun isterse tüketici kesimden olsun her hal ve şartta zarara uğrayan, el emeğini ve alın terini çöpe atmak durumunda olan millet olduğu halde kendisine uzanan eli maalesef tutmamıştır.
Basiretinin bağlanmasından ötürü kendisine uzanan o bilge eli, o şefkatli eli tutmayan millet, şimdi feryad-figan ederek kurtarıcı bir el bekliyor ama hala çarenin nerede ve kimde olduğunu fark edebilmiş değil.
Bizlerin dahi şapkamızı önümüzü koyup deri derin düşünmemiz lazım; dünyanın peşinden koştuğu böyle bir modeli ve müellifini nasıl oldu da yeterince milletimize anlatamadık ve duyuramadık?
Basiretin bağlanması her halde bu olsa gerek.
Meşhur ifadesiyle mutfaklarda yangın var.
Bir ülkede işlenecek tarım arazileri ve işleyecek insan gücü var olduğu halde o ülke tarım ürünlerini sürekli ithal ediyorsa oturup kara kara düşünmek lazım.
Akarsular, dereler, ırmaklar boşa akıyor, uçsuz-bucaksız araziler işlenmeyi bekliyor ve milyonlarca genç işsiz geziyor ve maalesef marketlerimiz ithal hububat ürünleriyle dolu.
Milletimiz, acısını, acı sonucunu bizzat yaşayarak tattığı bu felaket durum karşısında; "ben kimim ve bu hal neyin nesi?" sorusunu sormuyorsa başını iki elinin arasına alıp "basiretten" ne anladığını derinlemesine sorgulamalıdır.
Satın aldığı traktörün taksitlerini ödeyemediği için ilgili banka tarafından traktörü haczedilen kendisi.
Çoluk-çocuğun nafakasından keserek, kısarak taksitleri ödediği halde mazot fiyatlarının el yakmasından ötürü traktörünü çalıştıramayan yine kendisi.
Yetiştirdiği meyvenin, ürettiği sebzenin giderlerinin gelirinden daha fazla olduğunu, astarın yüzünü geçtiğini söyleyen ve bizzat yaşayan da kendisi.
On beş yıldan beri bu olumsuz tabloyu oluşturan, her geçen yıl dert üstüne dert ekleyen, elindekinin-avucundakinin uçup gitmesine zemin hazırlayan siyasileri her seçimde alkışlayan da kendisi.
Basiretin bağlanması bu olsa gerek.
Üretici perişan, tüketici perişan öyleyse arada kazanan kim?
Hem üreticinin hem de tüketicinin perperişan olmasını döner koltuktan seyretmek için her halde tarım bakanı olmaya gerek yok.
Problemleri seyredenlerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor ama çözüm arayan, çare bulan kaç kişi var, hatta bu vahim gidişatın farkına varan kaç kişi var?
Demek ki basiret bağlanınca görünenler de görünmez oluyor, adam bakıyor ama görmüyor, dinliyormuş gibi yapıyor ama duymuyor.
On beş seneden beri; "tarım ürünleri stratejik ürünlerdir, bir ordu silahsız savaşabilir ama aç karnına savaşamaz" diye feryad eden Prof. Dr. Haydar Baş'ı ne yöneticiler duydu ne de millet.
"Ürün alım garantisi ile, ürünleri sigortalamak suretiyle ve avans sisteminin devreye sokarak tarım kesimi mutlaka desteklenmelidir" diye yedi iklim dört bucak dolaşarak anlatan Haydar Hoca'ya hep istihza ile baktılar.
Yöneticiler, bazı mahfellere "tarım nüfusunu şu sayıdan şu sayıya indireceğiz, sizlere hazır pazar olacağız" sözünü verdikleri ve o doğrultuda yasalar yaptıkları için Sayın Baş'ı duymadılar, duymazlıktan geldiler ama milletin basiretsizliğini anlamak gerçekten zor.
İster üreten kesimden olsun isterse tüketici kesimden olsun her hal ve şartta zarara uğrayan, el emeğini ve alın terini çöpe atmak durumunda olan millet olduğu halde kendisine uzanan eli maalesef tutmamıştır.
Basiretinin bağlanmasından ötürü kendisine uzanan o bilge eli, o şefkatli eli tutmayan millet, şimdi feryad-figan ederek kurtarıcı bir el bekliyor ama hala çarenin nerede ve kimde olduğunu fark edebilmiş değil.
Bizlerin dahi şapkamızı önümüzü koyup deri derin düşünmemiz lazım; dünyanın peşinden koştuğu böyle bir modeli ve müellifini nasıl oldu da yeterince milletimize anlatamadık ve duyuramadık?
Basiretin bağlanması her halde bu olsa gerek.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024