Uyuyanları uyandırmak kolay, gaflete düşenleri ayıktırmak ise çok zordur. Çünkü gaflet, insanları kör ve sağır eden bir hastalıktır. Bu hastalığa yakalananların ilacı, ancak ve ancak musibettir. Onun içindir ki, atalarımız, "bir musibet, bin nasihatten evladır" demişler. Gaflet, her insan için tehlikelidir, fakat devleti yönetenler için daha çok tehlikelidir. Çünkü devleti yönetenlerin gafleti, yalnız kendilerini değil, bütün bir milleti felakete sürükler. Ayık olanları, milleti ayıktırmak için çırpınanları ayırarak söyleyelim. Gaflete düşenlerimiz çoğunlukta. Tarihçilerimiz bu dönemi nasıl tanımlayacaklar, nasıl tarif edecekler, bilemiyoruz.
Şöyle bir millet düşünebilir misiniz? Bağımsızlığına kast eden milletlerle canı ve kanı pahasına savaşsın, bağımsızlığını kazansın, sonra da bağımsızlığını kendi eliyle o milletlere devretsin. Eğer bu şartlarda AB'ye girersek, o millet, Türk milleti olacaktır. İşte gelecek nesiller, "dedelerimiz gaflete düşmüştü" diyeceklerdir.
Şu AB serüvenimiz ne kadar da ilginç. Bir zamanların en ateşli AB karşıtları, nasıl da, en ateşli AB savunucuları oluverdi. Değişen ne oldu? Acaba AB mi, yoksa onlar mı değişti? Yoksa AB karşıtlığı rol icabı mı idi? Bu ve buna benzer sorular, her akıl sahibinin sorması gereken sorular değil mi?
AB, AET iken Türkiye, 12 Eylül 1963'te Ankara Antlaşması'nı imzalayarak, ona ilk adımını attı. Bu anlaşma Hürriyet gazetesinde, okuyucularına şöyle duyuruluyordu: "Batılılaşma yolunda 150 yıldan beri harcadığımız gayretlerin en semereli neticesi gerçekleşti." Haber şöyle devam ediyordu: "22 yıl dişinizi sıkın, Ortak Pazar refah ve saadet getirecek. Aklına esen, elini kolunu sallaya sallaya Roma veya Paris'e gidip beğendiği otomobili permisiz, gümrüksüz getirecek." Aradan bunca yıl geçti, fakat bu söylenenler gerçekleşmedi. Gerçekleşme ihtimali de görünmüyor.
İstikbal, refah ve saadet için koştuğumuz AB'nin, kendisi de bunları arıyor. "Himmete muhtaç dede, ne kaldı gayriye himmet ede" misali AB de himmete muhtaç. Financial Times Gazetesi'nin yazarlarından Martin Wolf, bakınız ne diyor: "AB'nin halen en önemli sorunu büyümemektir. Son üç yılda toplam büyüme oranı yüzde 2'dir. Bunun anlamı AB'nin yıllık ortalama yüzde 0.6 gibi düşük bir büyüme seyrine sahip olduğudur". Bazılarının dediği gibi AB'ye girince GSMH artmayacak, ekonomi büyümeyecek, aşsızlar aş, İşsizler iş bulamayacaktır. İsterseniz, yine Martin Wolf'u dinleyelim:
"Böyle devam ederse, giderek büyüyen işsizlik sorunu ve onun sosyal güvenlik sistemine yansıması büyümeyi daha da olumsuz etkileyecektir". AB ülkeleri gerçekten sıkıntı içinde. En fazla güvendikleri, bel bağladıkları güvenlik kurumları çöküyor. Çünkü devletleri, sosyal güvenlik harcamaları ve emeklilik ödemelerini karşılamakta zorlanıyor. Alternatif olsun diye geliştirdikleri özel emeklilik sistemi de çare getirmedi. İçine girip de kurtulmayı düşündüğümüz AB'nin hali işte böyle.
Martin Wolf, şöyle devam ediyor: "Türkiye gibi bir ülkenin büyüme ihtiyacı ortadadır. Türkiye, AB' durgunluğundan kendini kurtarırsa, büyüme hızını yıllık 7-8'lere tırmandırılabilir. Bu potansiyel Türkiye'de vardır". Hükümet, bu potansiyeli harekete geçirmek yerine, o da geçmiş hükümetler gibi, AB'ye uyum paketleriyle ömür tüketiyor. "Avrupalı olabilir miyiz, olursak nasıl oluruz?" sorularına cevap aramadan, bir hayal uğruna hayale gelmeyecek yasalar çıkartmakla uğraşıyoruz. Fransız gazeteci ve edebiyatçı Emmanuel Berl, "Atila'dan Timur'a Avrupa ve Asya" adlı kitabında, Avrupa'nın bir fikir ve ideallerden oluştuğunu söyler. Yani Avrupa, bazılarının zannettiği gibi coğrafi bir kavram değil. eğer öyle olsaydı, 1300'lü yıllardan beri Avrupa'da olan Türkler, Avrupalı sayılırdı. Demek ki, biz, biz olarak kaldığımız sürece, ne yaparsak yapalım, Avrupalı olamayız.
Sözün özü, gafletimiz büyük. Tabiri caizse, bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete. İnşallah, kıyamet gelmeden gafletten uyanırız. Bakalım, hangi olay bizi bu gafletten uyandıracaktır.
Şöyle bir millet düşünebilir misiniz? Bağımsızlığına kast eden milletlerle canı ve kanı pahasına savaşsın, bağımsızlığını kazansın, sonra da bağımsızlığını kendi eliyle o milletlere devretsin. Eğer bu şartlarda AB'ye girersek, o millet, Türk milleti olacaktır. İşte gelecek nesiller, "dedelerimiz gaflete düşmüştü" diyeceklerdir.
Şu AB serüvenimiz ne kadar da ilginç. Bir zamanların en ateşli AB karşıtları, nasıl da, en ateşli AB savunucuları oluverdi. Değişen ne oldu? Acaba AB mi, yoksa onlar mı değişti? Yoksa AB karşıtlığı rol icabı mı idi? Bu ve buna benzer sorular, her akıl sahibinin sorması gereken sorular değil mi?
AB, AET iken Türkiye, 12 Eylül 1963'te Ankara Antlaşması'nı imzalayarak, ona ilk adımını attı. Bu anlaşma Hürriyet gazetesinde, okuyucularına şöyle duyuruluyordu: "Batılılaşma yolunda 150 yıldan beri harcadığımız gayretlerin en semereli neticesi gerçekleşti." Haber şöyle devam ediyordu: "22 yıl dişinizi sıkın, Ortak Pazar refah ve saadet getirecek. Aklına esen, elini kolunu sallaya sallaya Roma veya Paris'e gidip beğendiği otomobili permisiz, gümrüksüz getirecek." Aradan bunca yıl geçti, fakat bu söylenenler gerçekleşmedi. Gerçekleşme ihtimali de görünmüyor.
İstikbal, refah ve saadet için koştuğumuz AB'nin, kendisi de bunları arıyor. "Himmete muhtaç dede, ne kaldı gayriye himmet ede" misali AB de himmete muhtaç. Financial Times Gazetesi'nin yazarlarından Martin Wolf, bakınız ne diyor: "AB'nin halen en önemli sorunu büyümemektir. Son üç yılda toplam büyüme oranı yüzde 2'dir. Bunun anlamı AB'nin yıllık ortalama yüzde 0.6 gibi düşük bir büyüme seyrine sahip olduğudur". Bazılarının dediği gibi AB'ye girince GSMH artmayacak, ekonomi büyümeyecek, aşsızlar aş, İşsizler iş bulamayacaktır. İsterseniz, yine Martin Wolf'u dinleyelim:
"Böyle devam ederse, giderek büyüyen işsizlik sorunu ve onun sosyal güvenlik sistemine yansıması büyümeyi daha da olumsuz etkileyecektir". AB ülkeleri gerçekten sıkıntı içinde. En fazla güvendikleri, bel bağladıkları güvenlik kurumları çöküyor. Çünkü devletleri, sosyal güvenlik harcamaları ve emeklilik ödemelerini karşılamakta zorlanıyor. Alternatif olsun diye geliştirdikleri özel emeklilik sistemi de çare getirmedi. İçine girip de kurtulmayı düşündüğümüz AB'nin hali işte böyle.
Martin Wolf, şöyle devam ediyor: "Türkiye gibi bir ülkenin büyüme ihtiyacı ortadadır. Türkiye, AB' durgunluğundan kendini kurtarırsa, büyüme hızını yıllık 7-8'lere tırmandırılabilir. Bu potansiyel Türkiye'de vardır". Hükümet, bu potansiyeli harekete geçirmek yerine, o da geçmiş hükümetler gibi, AB'ye uyum paketleriyle ömür tüketiyor. "Avrupalı olabilir miyiz, olursak nasıl oluruz?" sorularına cevap aramadan, bir hayal uğruna hayale gelmeyecek yasalar çıkartmakla uğraşıyoruz. Fransız gazeteci ve edebiyatçı Emmanuel Berl, "Atila'dan Timur'a Avrupa ve Asya" adlı kitabında, Avrupa'nın bir fikir ve ideallerden oluştuğunu söyler. Yani Avrupa, bazılarının zannettiği gibi coğrafi bir kavram değil. eğer öyle olsaydı, 1300'lü yıllardan beri Avrupa'da olan Türkler, Avrupalı sayılırdı. Demek ki, biz, biz olarak kaldığımız sürece, ne yaparsak yapalım, Avrupalı olamayız.
Sözün özü, gafletimiz büyük. Tabiri caizse, bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete. İnşallah, kıyamet gelmeden gafletten uyanırız. Bakalım, hangi olay bizi bu gafletten uyandıracaktır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018