Yüzyılımızda güç dengeleri öyle bir hale gelmiştir ki, süper ya da başat güçler kendi aralarında savaşamazlar. Bugün dokuz ülkenin elinde nükleer silah var; Kuzey Kore'yle birlikte bu sayı ondur. Rusya ve Amerika eşit sayıda nükleer başlığa sahip. Bunların onda birini kullansanız bugün dünyada hiçbir şey kalmaz. Dolayısıyla burada bir savaşa girmeleri çılgınlık değil, onun da ötesine geçen bir olaydır. O zaman bunu yapamazlar.
Dünya iletişim ve teknolojide çok hızlı ilerleme kaydediyor. İnsan makinenin esiri olma noktasına geliyor ama nüfus süratle artıyor. BM (Birleşmiş Milletler) istatistiklerine göre 2050 yılında 12 milyara çıkacağız. Arzın ısınma sorunu çölleşmeyi beraberinde getiriyor. Dünya her yıl Bulgaristan büyüklüğünde toprak kaybediyor.
Diğer taraftan içilebilir su kaynakları dünyanın yüzde üçünden ibaret ama bunun yüzde ikilik kısmı bitti. Yani dünyada bir yandan nüfus artarken diğer taraftan yaşam koşulları fevkalade zora giriyor ve burada bir paylaşma faktörü ortaya çıkıyor. Bu da ister istemez insanoğlunun bir şekilde tepki vermesini beraberinde getiriyor. Deyim yerindeyse açların homurtusu tokları tedirgin ediyor. Adaletli ve hakça paylaşımı dışlayan kapitalist düzen bu sonuçlara neden oluyor. Refah(!) dünyasını kendi içinde de sıkıntıya sokmaktadır. Başka bir ifadeyle dünya bugün zenginler kulübüdür ama değildir de. Onlar refahlarında gerilemeye başlamışlardır. Ve paylaşmamak için de mücadele etmektedirler.
Biz de kendimize düşen tepki ve mücadeleyi beceremediğimize göre derken, haksızlık etmeyelim; bu mücadeleyi veren ve uluslararası düzlemde de beceren, Milli Ekonomi Modeli (MEM) teziyle dünyayı tersine çeviren bir devrimci lider, bir bilim insanı var, hem de öz be öz bizim evladımız Prof. Dr. Haydar Baş! İnsanoğlunun aslında yolu açık, görebilene ve ders alabilene…
Neo-liberal düzende, paylaşmama hırsına ram olan refah(!) devletleri kendi aralarında çatışmayı göze alamadıkları için bunu değişik şekillerde teşvik ve tahrik ederek başka bir boyuta taşımak durumunda kalıyorlar. Bunun arkasında vesayet savaşları dediğimiz şey vardır. Artık üçüncü bir ülke için Rusya'yla Amerika savaşmıyor; İran'la Suudi Arabistan da savaşmıyor. Yemen savaşı dediğimiz şey aslında bu iki ülkenin, başat güçlerin desteğini de arkasına alarak, iki kampa bölünmüş şekilde kendi aralarında bir başka toprakta insanları yok etmesi politikasıdır. Bugün BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Amerika anlaşmış olsalardı Suriye'de ne iç savaş olur ve ne de yüzbinlerce insan ölürdü.
Dolayısıyla bu vesayet/vekalet savaşı dediğimiz olay, aslında başatların yapamadıklarını hedefe ulaşmak için dolaylı biçimde hayata geçirmeleridir. Bu bilek güreşini ekonomik nedenlere de dayalı olarak yapabilmek için orada kendine bağlı ve bağımlı kendi için savaşabilecek grupları teşvik edip onları bölüp orada mikro milliyetçiliği çıkarması lazım. ABD'nin Kürtleri kışkırtma ve hesapta kendine kanka yapmaları, PYD/YPG'yi müttefik edinmeleri gibi… Irak'ta ve Suriye'de yaptıkları başka bir şey değil.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023