Hakkın gazâbı
Rıza Han’ın tesettür yasağı döneminde bir gün, Kum Emniyet Genel Müdürü, Hz. Mâsume’nin haremine girerek tesettürlü hanımlara saldırdı ve çarşaflarını başlarından almak istedi
06.09.2024 18:46:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Rıza Han'ın tesettür yasağı döneminde bir gün, Kum Emniyet Genel Müdürü, Hz. Mâsume'nin haremine girerek tesettürlü hanımlara saldırdı ve çarşaflarını başlarından almak istedi.
Kadınların çığlık sesleri yükselince Harem'de bulunan Ayetullah Necefî Mer'aşî, Emniyet Müdürü'nü durdurmaya çalıştı. Bir süre tartıştılar.
Tartışma sonrası Ayetullah Mer'aşî, Emniyet Genel Müdürü'nün suratına çok sert bir tokat attı. Bu tokattan büyük rahatsızlık duyan ve bunu gururuna yediremeyen Emniyet Müdürü, Ayetullah Mer'aşî'yi ölümle tehdit etti.
Ertesi gün, bu küstah Emniyet Müdürü, Kum'da kapalı çarşılardan birinde gezerken çarşının çatısının bir bölümü üzerine çöktü ve müdür oracıkta can verdi."
Âyetullah Necefî'nin dileği
Âyetullah Uzma Seyyid Şahabuddin Necefî Mer'aşî şöyle anlatır:
"Sıkıntılarımın yoğun olduğu gençlik dönemlerinde, bir gün, evlenecek olan kızım için çeyizlik eşya almam gerekti. Ne var ki, bunun için maddî gücüm yoktu. Sıkıntılı halimle Hz. Mâsume'nin (s.a.) türbesine gittim.
Yaşlı gözlerle Hz. Mâsume'ye şöyle yakardım: 'Ey hanımefendim, ey mevlam! Çektiğim zorluklarla neden ilgilenmiyorsun? Ellerim bomboşken kızımı nasıl evlendirebilirim?'
Ardından kırgın olarak eve döndüm. Mukaşefe âleminde kapının çalındığını işittim. Gidip kapıyı açtım, tanımadığım biriyle karşılaştım. Beni görünce,'Hanımefendimiz seni çağırıyor' dedi.
Alelacele türbeye koştum. Avludan içeri girdiğimde iki cariye, Altın Eyvan'ı temizlemekle meşguldü. Yanlarına yaklaşıp bu temizliğin nedenini sordum. 'Birazdan hanımefendimiz gelecek' dediler. Çok geçmeden O da çıkageldi. Şekli ve endamıyla tıpkı annem Fâtıma Zehra (s.a.) gibiydi. Fâtıma Zehra'yı (s.a.) daha evvel üç kez rüyamda görmüştüm çünkü.
Hz. Mâsume'nin geldiğini görünce yanına giderek elini öptüm. Bana, 'Ey Şahab! Biz sana ne zaman ilgi göstermedik de kınıyorsun bizi? Sen Kum'a geldiğinden bu yana daima bizim gözetimimizdesin ve inayetimiz altındasın' dedi.
Uyandığımda Hz. Mâsume'ye karşı saygısızlık ettiğimi anladım. Hemen türbesine gidip özür diledim. Daha sonra hacetimin karşılığını aldım ve işlerim genişledi. Önümdeki zorluklar kolaylaştı, sıkıntıları aştım."
Şifa bulan felçli kız
"Tarih, 13 Mayıs 1994 ve günlerden Cuma…
Evet, bir Cuma gecesi daha gaybın hazinelerinin açıldığını ve İlahî rahmetin bir yolcuya daha nasip olduğunu gördüm. O, ikâmet ettiği yer itibarıyla belki uzak yollardan gelmişti ama gerçekte bu dergâha çok yakın bir yolcuydu.
Evet, o, Makü'ye bağlı Şût köyünde yaşayan on dört yaşında bir kız çocuğu idi. Son derece dindar olan bu kız, kısa konuşmamızda başından geçen olayı bana şöyle anlattı:
Adım, R. E., Makü'nün Şût köyünde oturuyorum. Dört ay önce bir soğuk algınlığı yüzünden her iki ayağım da felç oldu. Ailem beni Makü, Hoy ve Tebriz'in önde gelen hastanelerine götürdü. Doktorlar çeşitli filmler çekip bir sürü tahliller yaptı. Ama hiçbir çare bulamadılar. Sonunda ayaklarını kıpırdatamaz olmuştum.
11 Mayıs 1994 Çarşamba akşamı rüyamda beyaz ata binmiş, beyazlar giymiş bir kadının bana doğru geldiğini gördüm. Bana, 'Niçin hastalığının daha başında, Kum'a Benim yanıma gelmedin?' diye sordu.
Bir anda kan-ter içinde rüyadan uyandım ve olayı amcamla halama anlattım. Onlar da hiç zaman kaybetmeden Kum'a gitmek için hazırlık yapmaya başladılar. 13 Mayıs Cuma günü, öğleden sonra saat 19:30'da Hz. Mâsume'nin haremine vardım.
Namazı kıldıktan sonra Hz. Mâsume'nin ziyaretnâmesini okumaya başladım. Ansızın rüyamda gördüğüm hanımın sesini işittim. Bana, 'Kalk yürü! Sana şifa verdim' diyordu.
Önce dikkat etmedim. Ama aynı sesi aynı cümlelerle yeniden duydum. Bu sefer hareket etmeye çalıştım. Gerçekten kıpırdayabildiğimi fark ettim. Tüm bunlar, iki âlem sultanının inayetiyle oldu.
İşte bu, pak vücudu vasıtasıyla Kum diyarının kutsal bir yer hâline gelmesine; aşıkların ve hidayet yolcularının mekanı, gerçek âriflerin amellerinin kıblesi olmasına neden olan eşsiz mücevherin lutfundan bir esintiydi. Bu gerçeğin kalbi yanık aşıkların yorgunluğuna bir şerbet ve gaflet uykusunda olanların uyanmasına bir ışık olmasını temenni ederim."
Bir sinir hastasına esen rahmet rüzgârı
Bir kere daha hakkın rahmet eli Hz. Fâtıma Mâsume'nin mukaddes Harem'inden zâhir olarak velayet aşıklarının hüzünlü kalplerine yardımcı oldu. Hayatının baharı, sonbahar rüzgârlarına kapılan kırık bir kalp, bir kez daha nurun misafiri olarak sekizinci İmam'ın kız kardeşini İlahî dergâhın şefaatine vesile kıldı.
Bu keramet, 23 Haziran 1994'te, Perşembe günü gerçekleşiyordu. Aynı gün, azılı teröristlerin İmam Rıza'nın (a.s.) mukaddes haremine yerleştirdikleri bombanın patlaması sonucu, İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadet yıldönümü olan böyle bir günde, sekizinci İmam'ın kabrinin yanında toplanan yüzlerce Müslüman şehit olmuş veya yaralanmıştı.
Bahteran şehrinde yaşayan ortaokul öğrencisi P.M adlı kız çocuğu, bu olaydan birkaç gün öncesine kadar sıradan bir sinir hastasıydı. Uzun bir müddet tedavi olmuş ama bir sonuç alınamamıştı.
Nihayet, ümitlerin çaresizliğe dönüştüğü tedavilerin ardından, ailesiyle birlikte hacetler kapısı İmam Rıza'nın (a.s.) türbesini ziyaret etmeye karar verdi. P. M.'nin annesi olayı şöyle anlatır:
"Kum'a vardığımızda kendi kendime,'Önce İmam Rıza'nın (a.s.) kız kardeşi Hz. Mâsume'yi ziyaret edelim. Eğer sonuç alamazsak, Meşhed'e İmam Rıza'ya (a.s.) gideriz' dedim.
Gece yarısı saat 02:00'de Kum şehrine vardık. Bir otel odası kiraladıktan sonra sabahleyin saat 09:00'da Harem'e gittik. Çok zor uyuyan ve krizi tutunca oldukça zorluk çıkaran kızımı da, Hz. Mâsume'ye tevessül ederek türbenin yanına götürdüm. Çok sakin bir şekilde yattı.
Öğle ve ikindi namazından sonra Harem'i güzel bir kokunun sardığını fark ettim. O sırada kızımın sağ eli üç kez yüzüne çekildi. Rengi bir anda normale döndü. Bir ucunu türbeye bağladığım çarşafı kendiliğinden çözülüverdi.
Zerihe düğümlediğim yeşil parça da açıldı. Ardından kızım çok sakin ve rahat bir şekilde uykudan uyanarak,'Anne, neredeyiz?' diye sordu. 'Hz. Mâsume'nin Harem'indeyiz kızım' diye cevap verdim.
Sonra da,'Anne, açım' dedi. Bir anne olarak bu sözü duymayı ne kadar özlediğimi anlatamam. 'Harem'in dışına çıkıp etraftan bir şeyler alalım' dedim. O da kabul etti.
Bir yandan ilerlerken, bir yandan da herhangi bir rahatsızlık hissedip hissetmediğini sordum. 'Hayır, Allah'a şükür, iyiyim' dedi. Hz. Mâsume'nin avlusundaki havuzun başına geldik. Yüzünü yıkadım. Gerçekten de tabiî hâline kavuşmuştu.
Bu yüzden Hz. Mâsume'ye teşekkür ederim. Dilerim Yüce Allah bütün Müslüman hastalara şifa verir."
Ey Müslüman bacı ve kardeşlerim! Şunu bilin ki, temiz bir gönül ve saf bir kalple günahlardan uzaklaşarak, ilahi güce inanarak, mâsum İmamlara ve Allah katında değerli olan insanlara tevessül ederek ilahî feyze ulaşmak mümkündür." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Zeynep ve Hz. Masume eserinden)
Kadınların çığlık sesleri yükselince Harem'de bulunan Ayetullah Necefî Mer'aşî, Emniyet Müdürü'nü durdurmaya çalıştı. Bir süre tartıştılar.
Tartışma sonrası Ayetullah Mer'aşî, Emniyet Genel Müdürü'nün suratına çok sert bir tokat attı. Bu tokattan büyük rahatsızlık duyan ve bunu gururuna yediremeyen Emniyet Müdürü, Ayetullah Mer'aşî'yi ölümle tehdit etti.
Ertesi gün, bu küstah Emniyet Müdürü, Kum'da kapalı çarşılardan birinde gezerken çarşının çatısının bir bölümü üzerine çöktü ve müdür oracıkta can verdi."
Âyetullah Necefî'nin dileği
Âyetullah Uzma Seyyid Şahabuddin Necefî Mer'aşî şöyle anlatır:
"Sıkıntılarımın yoğun olduğu gençlik dönemlerinde, bir gün, evlenecek olan kızım için çeyizlik eşya almam gerekti. Ne var ki, bunun için maddî gücüm yoktu. Sıkıntılı halimle Hz. Mâsume'nin (s.a.) türbesine gittim.
Yaşlı gözlerle Hz. Mâsume'ye şöyle yakardım: 'Ey hanımefendim, ey mevlam! Çektiğim zorluklarla neden ilgilenmiyorsun? Ellerim bomboşken kızımı nasıl evlendirebilirim?'
Ardından kırgın olarak eve döndüm. Mukaşefe âleminde kapının çalındığını işittim. Gidip kapıyı açtım, tanımadığım biriyle karşılaştım. Beni görünce,'Hanımefendimiz seni çağırıyor' dedi.
Alelacele türbeye koştum. Avludan içeri girdiğimde iki cariye, Altın Eyvan'ı temizlemekle meşguldü. Yanlarına yaklaşıp bu temizliğin nedenini sordum. 'Birazdan hanımefendimiz gelecek' dediler. Çok geçmeden O da çıkageldi. Şekli ve endamıyla tıpkı annem Fâtıma Zehra (s.a.) gibiydi. Fâtıma Zehra'yı (s.a.) daha evvel üç kez rüyamda görmüştüm çünkü.
Hz. Mâsume'nin geldiğini görünce yanına giderek elini öptüm. Bana, 'Ey Şahab! Biz sana ne zaman ilgi göstermedik de kınıyorsun bizi? Sen Kum'a geldiğinden bu yana daima bizim gözetimimizdesin ve inayetimiz altındasın' dedi.
Uyandığımda Hz. Mâsume'ye karşı saygısızlık ettiğimi anladım. Hemen türbesine gidip özür diledim. Daha sonra hacetimin karşılığını aldım ve işlerim genişledi. Önümdeki zorluklar kolaylaştı, sıkıntıları aştım."
Şifa bulan felçli kız
"Tarih, 13 Mayıs 1994 ve günlerden Cuma…
Evet, bir Cuma gecesi daha gaybın hazinelerinin açıldığını ve İlahî rahmetin bir yolcuya daha nasip olduğunu gördüm. O, ikâmet ettiği yer itibarıyla belki uzak yollardan gelmişti ama gerçekte bu dergâha çok yakın bir yolcuydu.
Evet, o, Makü'ye bağlı Şût köyünde yaşayan on dört yaşında bir kız çocuğu idi. Son derece dindar olan bu kız, kısa konuşmamızda başından geçen olayı bana şöyle anlattı:
Adım, R. E., Makü'nün Şût köyünde oturuyorum. Dört ay önce bir soğuk algınlığı yüzünden her iki ayağım da felç oldu. Ailem beni Makü, Hoy ve Tebriz'in önde gelen hastanelerine götürdü. Doktorlar çeşitli filmler çekip bir sürü tahliller yaptı. Ama hiçbir çare bulamadılar. Sonunda ayaklarını kıpırdatamaz olmuştum.
11 Mayıs 1994 Çarşamba akşamı rüyamda beyaz ata binmiş, beyazlar giymiş bir kadının bana doğru geldiğini gördüm. Bana, 'Niçin hastalığının daha başında, Kum'a Benim yanıma gelmedin?' diye sordu.
Bir anda kan-ter içinde rüyadan uyandım ve olayı amcamla halama anlattım. Onlar da hiç zaman kaybetmeden Kum'a gitmek için hazırlık yapmaya başladılar. 13 Mayıs Cuma günü, öğleden sonra saat 19:30'da Hz. Mâsume'nin haremine vardım.
Namazı kıldıktan sonra Hz. Mâsume'nin ziyaretnâmesini okumaya başladım. Ansızın rüyamda gördüğüm hanımın sesini işittim. Bana, 'Kalk yürü! Sana şifa verdim' diyordu.
Önce dikkat etmedim. Ama aynı sesi aynı cümlelerle yeniden duydum. Bu sefer hareket etmeye çalıştım. Gerçekten kıpırdayabildiğimi fark ettim. Tüm bunlar, iki âlem sultanının inayetiyle oldu.
İşte bu, pak vücudu vasıtasıyla Kum diyarının kutsal bir yer hâline gelmesine; aşıkların ve hidayet yolcularının mekanı, gerçek âriflerin amellerinin kıblesi olmasına neden olan eşsiz mücevherin lutfundan bir esintiydi. Bu gerçeğin kalbi yanık aşıkların yorgunluğuna bir şerbet ve gaflet uykusunda olanların uyanmasına bir ışık olmasını temenni ederim."
Bir sinir hastasına esen rahmet rüzgârı
Bir kere daha hakkın rahmet eli Hz. Fâtıma Mâsume'nin mukaddes Harem'inden zâhir olarak velayet aşıklarının hüzünlü kalplerine yardımcı oldu. Hayatının baharı, sonbahar rüzgârlarına kapılan kırık bir kalp, bir kez daha nurun misafiri olarak sekizinci İmam'ın kız kardeşini İlahî dergâhın şefaatine vesile kıldı.
Bu keramet, 23 Haziran 1994'te, Perşembe günü gerçekleşiyordu. Aynı gün, azılı teröristlerin İmam Rıza'nın (a.s.) mukaddes haremine yerleştirdikleri bombanın patlaması sonucu, İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadet yıldönümü olan böyle bir günde, sekizinci İmam'ın kabrinin yanında toplanan yüzlerce Müslüman şehit olmuş veya yaralanmıştı.
Bahteran şehrinde yaşayan ortaokul öğrencisi P.M adlı kız çocuğu, bu olaydan birkaç gün öncesine kadar sıradan bir sinir hastasıydı. Uzun bir müddet tedavi olmuş ama bir sonuç alınamamıştı.
Nihayet, ümitlerin çaresizliğe dönüştüğü tedavilerin ardından, ailesiyle birlikte hacetler kapısı İmam Rıza'nın (a.s.) türbesini ziyaret etmeye karar verdi. P. M.'nin annesi olayı şöyle anlatır:
"Kum'a vardığımızda kendi kendime,'Önce İmam Rıza'nın (a.s.) kız kardeşi Hz. Mâsume'yi ziyaret edelim. Eğer sonuç alamazsak, Meşhed'e İmam Rıza'ya (a.s.) gideriz' dedim.
Gece yarısı saat 02:00'de Kum şehrine vardık. Bir otel odası kiraladıktan sonra sabahleyin saat 09:00'da Harem'e gittik. Çok zor uyuyan ve krizi tutunca oldukça zorluk çıkaran kızımı da, Hz. Mâsume'ye tevessül ederek türbenin yanına götürdüm. Çok sakin bir şekilde yattı.
Öğle ve ikindi namazından sonra Harem'i güzel bir kokunun sardığını fark ettim. O sırada kızımın sağ eli üç kez yüzüne çekildi. Rengi bir anda normale döndü. Bir ucunu türbeye bağladığım çarşafı kendiliğinden çözülüverdi.
Zerihe düğümlediğim yeşil parça da açıldı. Ardından kızım çok sakin ve rahat bir şekilde uykudan uyanarak,'Anne, neredeyiz?' diye sordu. 'Hz. Mâsume'nin Harem'indeyiz kızım' diye cevap verdim.
Sonra da,'Anne, açım' dedi. Bir anne olarak bu sözü duymayı ne kadar özlediğimi anlatamam. 'Harem'in dışına çıkıp etraftan bir şeyler alalım' dedim. O da kabul etti.
Bir yandan ilerlerken, bir yandan da herhangi bir rahatsızlık hissedip hissetmediğini sordum. 'Hayır, Allah'a şükür, iyiyim' dedi. Hz. Mâsume'nin avlusundaki havuzun başına geldik. Yüzünü yıkadım. Gerçekten de tabiî hâline kavuşmuştu.
Bu yüzden Hz. Mâsume'ye teşekkür ederim. Dilerim Yüce Allah bütün Müslüman hastalara şifa verir."
Ey Müslüman bacı ve kardeşlerim! Şunu bilin ki, temiz bir gönül ve saf bir kalple günahlardan uzaklaşarak, ilahi güce inanarak, mâsum İmamlara ve Allah katında değerli olan insanlara tevessül ederek ilahî feyze ulaşmak mümkündür." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Zeynep ve Hz. Masume eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.