Bugün 1 Temmuz, bağımsızlığımızın en belirgin sembollerinden olan Kabotaj ve Deniz Bayramı. Ülkemizde yeteri kadar anlaşılmamış ve önemi üzerinde fazla durulmamış olsa da bayramımız kutlu olsun!
Kabotaj nedir, neyin nesidir bakalım;
Bir devletin, kendi limanları arasında deniz ticareti konusundaki ayrıcalığı, hakkı ve egemenliğidir. Bu ayrıcalıktan (imtiyaz) yalnızca yurttaşların yararlanması ulusal ekonomiye önemli bir katkı sağlayacağından, devletler yabancı bandıralı gemilere kabotaj yasağı koyma yoluna gitmektedirler. Bazı uluslararası sözleşmelerde de kabotaj yasağı koyma yetkisine ilişkin hükümler yer alır.
Osmanlı Devleti'nin kapitülasyonlar çerçevesinde yabancı bandıralı gemilere tanıdığı kabotaj ayrıcalığı Lozan Antlaşması'yla (1923) kaldırılmıştır. 20 Nisan 1926 tarih ve 815 sayılı yasaya göre akarsularda, göllerde, Marmara Denizi ile Boğazlar'da, bütün karasularda ve karasular içinde kalan körfez, liman, koy ve benzeri yerlerde makine, yelken ve kürekle hareket eden taşıtları, duran ve yüzen araçları bulundurma ve bunlarla mal ve yolcu taşıma hakkı Türk yurttaşlarının tekelindedir. Ayrıca dalgıçlık, kılavuzluk, kaptanlık, çarkçılık, tayfalık ve benzeri mesleklerin Türk yurttaşlarınca yerine getirilebileceği belirtilmiştir. Yabancı gemiler yalnız Türk limanlarıyla yabancı ülkelerin limanları arasında insan ve yük taşıyabilir.
Bugünkü uygulanan uluslararası hukuka göre, devlet ülkesinin bir parçasını oluşturan deniz alanları şunlardır:
1. İçsular,
2. Karasuları,
3. Takımada suları,
4. Boğazlar
Gerek 1958 Cenevre Karasuları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi (madde: 5/1), gerek Birleşmiş Milletler(BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi (madde: 8/1), içsuları, karasularının başladığı hattın berisinde kalan sular olarak tanımlamaktadır.
İçsuların hukuki statüsünün dayanağı kıyı devletinin egemenliğidir. Kurtuluş Savaşı sonrası bile denizlerimiz ve deniz ulaşımı üzerinde tam egemenlik hakkına sahip olmamız çok zor olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti kabotaj denen denizlerimiz üzerinde tam egemenliğe ancak 1Temmuz 1926'da, uzun uğraşlar sonucu ulaşabildi. Bu egemenliği anlamamızın en kolay yolu şudur: Artık karasularımıza giren her yabancı gemi gönderine Türk bayrağı çekmek zorundadır.
Deniz bayramımız yüreklerimizi ısıtırken Doğu Akdeniz'de ısınan sulara ne demeli… O sularda da haklarımız var mıdır? Kıyılarımız ve denizlerimiz üzerindeki egemenliğimiz nasıl tartışılmazsa ve uluslararası hukuka uygunsa; kıyılarımız ötesine uzanan suların üstünde ve altındaki deniz yatağında haklarımız vardır ve dayanağı uluslararası deniz hukukudur. Doğu Akdeniz'in suyunda "Münhasır Ekonomik Bölge" (MEB) fırtınası koparan, hak üstüne hak iddia eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve destekçisi ülkeler, Türkiye'nin bu bölgeye müdahale hakkının olmadığını öne sürerken hukuku görmezden gelmektedirler. Biz yine hukuku Doğu Akdeniz'in lacivert sularına yatıralım ve hukukun sudaki aksini seyredelim: MEB, bir kıyı devletinin karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 mile kadar varan ve karasuları dışında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında bu kıyı devletine münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanınan deniz alanıdır (Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi/madde:55-75).
Türkiye, Akdeniz'e kıyısı olan bir devlettir ve kıyı devleti olarak karasularının ötesinde 200 millik deniz alanında suyun üstünde ve altında hak sahibi olarak gerek petrol, gerek doğalgaz kaynaklarından yararlanmak için her türlü arama ve sondaj faaliyetlerinde bulunabilir.
Bölgede komşu devletler MEB sınırları için anlaşmaya gidebilirler. Nitekim Türkiye Karadeniz'de kıyı devleti olarak, MEB ilan etmiş ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 74. maddesine uygun olarak komşu kıyı devletleri olan Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve Bulgaristan ile anlaşma sağlamıştır. Doğu Akdeniz'e gelince bölgede MEB için ön sözleşme imzalayan Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan-İsrail, Türkiye'yi saf dışı bırakmıştır.
Son söz olarak, Karadeniz'de yaptığımız gibi Doğu Akdeniz'de MEB ilân etmemiz ve uluslararası deniz hukukunu ihlâl eden sözleşmelerin iptali ile haksız eylemde bulunan Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail hakkında Uluslararası Adalet Divanı nezdinde harekete geçmeliyiz.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023