Milletvekili aday listelerinde seçilebilecek sıralara, çok az kadın adayın yerleştirilmesi; ve zaten sayıca çok az olan kadın adayların, listelerde seçilemeyecekleri sıralarda yer bulabilmesi, her seçim zamanı olduğu gibi bugün de tartışmalara neden oldu.
21. yüzyılda yaşadığımız bu zamanda, kadın, hâlâ haklarına tam manasıyla kavuşamamış, özlediği noktalara gelememiş, halen, 'erkek egemenliğinde yaşıyor' tarzı beyanlar, tartışma platformlarında duymaya alıştığımız yakınmalar.
Peki, neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir mesele olan kadın hakları mevzuu, neden halledilememiştir?
Bu sorunun cevabı aslında içinde gizlidir. Zira, "kadın hakları" veya "kadına hak verilmesi" gibi meseleleri gündem etmek çok yersizdir.
Tıpkı erkek gibi, kadına da haklarını başkası veremez. Kadınlar bu hakları doğuştan elde ederler.
İslam mantalitesinde kadının hakları mevzuu özetle böyle açıklanmıştır ve yüzyıllardır Batı'nın medeniyette ileri olduğu söylenen Batı'nın gelemediği bu gerçek, bu doğru, 1400 sene evvel İslam ile açıklığa kavuşturulmuştur.
Kadın, Allah'ın yeryüzünde kendisine halife olarak yarattığı yüce bir varlıktır, insandır. Cenab-ı Hakk'ın "Allah'ın emaneti" olarak vasfettiği ve neslin devamını sağlayan mübarek bir anadır.
Dinimize göre, kadın ve erkek, ayrımından önce mükelleflik, yani kulluk vardır. Kadın veya erkek hangisi kullukta daha ileri ise o üstündür.
Nisa sûresinin 121. Ayetinde, "Erkek ve kadın kim Mü'min olarak salih amellerden işlerse, işte böyle kimseler cennete girerler ve onlara zerre kadar zulmedilmez" buyrularak, kulluktaki bu ölçüye dikkat çekilmiştir.
Bu bağlamda, İslam'da şerefli bir yere sahip olan kadın, onurunu ve namusunu zedelemeyecek işlerde çalışabilir. Çalışma zorunluluğu yoktur. Eşi veya babası onun geçimini sağlamakla mükelleftir. Ancak, İslam tarihinde; mesela, Hz. Ömer (ra) devrinde müfettişlik vazifesine getirilen kadınlara rastlanmaktadır.
Kısaca, haklarını doğuştan getiren kadına yalnızca İslam sınırları içinde hak ettiği konum verilmiştir.
Bu sebeple, tarih boyunca tahrif edilmiş Hıristiyanlığın, kadını günah kaynağı olarak gören yaklaşımına paralel bir aşağılama ile onu hak etmediği noktalara taşıyan Batı'dan medet ummak, çok saçmadır.
Ortaçağ papazları; kadını, Adem'in cennetten kovuluşunun sebebi olarak görür ve onu yılandan daha tehlikeli kabul ederdi.
Rahip St. Thomas: "Ancak hiçbir kadına dokunmadan gerçek bir İsevî olunabilir" diyordu.
Rönesans ve Reform hareketleri, kadının Batı toplumlarındaki 2. sınıf insan muamelesini değiştirmedi.
Sanayi devrimiyle çalışma hayatına atılan kadınlar, II. Dünya Savaşı sonrası haklarını ve sorunlarını gündem edebilmişlerdir.
Bugün ise, kadın; hayasından, kutsallığından uzak, her türlü sahada bir meta olarak göz önünde, bir reklam aracı haline getirilmiştir.
Hakkını yüzyıllarca yanlış kapılarda arayan kadınların, günümüzde halen boşa kürek çekmesi boşa değildir.
Doğuştan hakka sahip olduğu kabul edilen ve ona hakkettiği yeri veren Batı değil, İslam dininin inceliğidir.
21. yüzyılda yaşadığımız bu zamanda, kadın, hâlâ haklarına tam manasıyla kavuşamamış, özlediği noktalara gelememiş, halen, 'erkek egemenliğinde yaşıyor' tarzı beyanlar, tartışma platformlarında duymaya alıştığımız yakınmalar.
Peki, neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir mesele olan kadın hakları mevzuu, neden halledilememiştir?
Bu sorunun cevabı aslında içinde gizlidir. Zira, "kadın hakları" veya "kadına hak verilmesi" gibi meseleleri gündem etmek çok yersizdir.
Tıpkı erkek gibi, kadına da haklarını başkası veremez. Kadınlar bu hakları doğuştan elde ederler.
İslam mantalitesinde kadının hakları mevzuu özetle böyle açıklanmıştır ve yüzyıllardır Batı'nın medeniyette ileri olduğu söylenen Batı'nın gelemediği bu gerçek, bu doğru, 1400 sene evvel İslam ile açıklığa kavuşturulmuştur.
Kadın, Allah'ın yeryüzünde kendisine halife olarak yarattığı yüce bir varlıktır, insandır. Cenab-ı Hakk'ın "Allah'ın emaneti" olarak vasfettiği ve neslin devamını sağlayan mübarek bir anadır.
Dinimize göre, kadın ve erkek, ayrımından önce mükelleflik, yani kulluk vardır. Kadın veya erkek hangisi kullukta daha ileri ise o üstündür.
Nisa sûresinin 121. Ayetinde, "Erkek ve kadın kim Mü'min olarak salih amellerden işlerse, işte böyle kimseler cennete girerler ve onlara zerre kadar zulmedilmez" buyrularak, kulluktaki bu ölçüye dikkat çekilmiştir.
Bu bağlamda, İslam'da şerefli bir yere sahip olan kadın, onurunu ve namusunu zedelemeyecek işlerde çalışabilir. Çalışma zorunluluğu yoktur. Eşi veya babası onun geçimini sağlamakla mükelleftir. Ancak, İslam tarihinde; mesela, Hz. Ömer (ra) devrinde müfettişlik vazifesine getirilen kadınlara rastlanmaktadır.
Kısaca, haklarını doğuştan getiren kadına yalnızca İslam sınırları içinde hak ettiği konum verilmiştir.
Bu sebeple, tarih boyunca tahrif edilmiş Hıristiyanlığın, kadını günah kaynağı olarak gören yaklaşımına paralel bir aşağılama ile onu hak etmediği noktalara taşıyan Batı'dan medet ummak, çok saçmadır.
Ortaçağ papazları; kadını, Adem'in cennetten kovuluşunun sebebi olarak görür ve onu yılandan daha tehlikeli kabul ederdi.
Rahip St. Thomas: "Ancak hiçbir kadına dokunmadan gerçek bir İsevî olunabilir" diyordu.
Rönesans ve Reform hareketleri, kadının Batı toplumlarındaki 2. sınıf insan muamelesini değiştirmedi.
Sanayi devrimiyle çalışma hayatına atılan kadınlar, II. Dünya Savaşı sonrası haklarını ve sorunlarını gündem edebilmişlerdir.
Bugün ise, kadın; hayasından, kutsallığından uzak, her türlü sahada bir meta olarak göz önünde, bir reklam aracı haline getirilmiştir.
Hakkını yüzyıllarca yanlış kapılarda arayan kadınların, günümüzde halen boşa kürek çekmesi boşa değildir.
Doğuştan hakka sahip olduğu kabul edilen ve ona hakkettiği yeri veren Batı değil, İslam dininin inceliğidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Kibarlı / diğer yazıları
- Başlıksız... / 19.01.2003
- Küreselleşme milliliği bitirir / 17.01.2003
- Kıbrıs'ta milli bütünlük dini bütünlükten geçer / 16.01.2003
- Asıl hedef başka / 15.01.2003
- Ekonomide kalıcı çözüm için / 11.01.2003
- Türkiye güçlü olmaya mecburdur / 09.01.2003
- Türkiye, savaşı önleyebilecek güçtedir / 08.01.2003
- Yabancılara el açmaktan kurtulmalıyız / 24.11.2002
- Türkiye yol ayrımında / 23.11.2002
- IMF ile bu iş olmaz / 19.11.2002
- Küreselleşme milliliği bitirir / 17.01.2003
- Kıbrıs'ta milli bütünlük dini bütünlükten geçer / 16.01.2003
- Asıl hedef başka / 15.01.2003
- Ekonomide kalıcı çözüm için / 11.01.2003
- Türkiye güçlü olmaya mecburdur / 09.01.2003
- Türkiye, savaşı önleyebilecek güçtedir / 08.01.2003
- Yabancılara el açmaktan kurtulmalıyız / 24.11.2002
- Türkiye yol ayrımında / 23.11.2002
- IMF ile bu iş olmaz / 19.11.2002