'Küfretmek yerine, sözünüz şu olmalıdır'
Sıffin Savaşı günlerinde bazı arkadaşlarının, Şam halkına küfrettiklerini duyduğu zaman şöyle buyurdu
22.06.2025 00:12:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Sıffin Savaşı günlerinde bazı arkadaşlarının, Şam halkına küfrettiklerini duyduğu zaman şöyle buyurdu:
İmam Ali (a.s): "Küfürbaz kişiler olmanızı kötü görüyor, hoşlanmıyorum. Ama onların yaptıklarını anlatsaydınız ve durumlarını hatırlatsaydınız, sözleriniz doğruya daha yakın olur ve özrünüz daha makbul düşerdi.
Küfretmek yerine, sözünüz şu olmalıdır: "Allah'ım, onların kanlarını da bizim kanlarımızı da koru, onlarla aramızı ıslah et, onları sapıklıklardan kurtarıp hidayete ulaştır da bilmeyen hakkı tanısın, sapıklıkta ve düşmanlıkta direnen vazgeçsin."
Sıffin Savaşı'nda imam Hasan'ın savaşa katılabilmek için acele ettiğini görünce şöyle buyurdu:
"Şu genci sımsıkı tutun, (ölümüyle) belimi kırmasın benim! Çünkü ben Resulullah'ın (s.a.a) soyunun kesilmemesi için bu ikisinin (Hasan ve Hüseyin'in) ölmesini istemem."
Hakemlik olayından sonra bazı arkadaşlarının kendisi hakkında tereddüde düşmeleri üzerine şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Savaş sizi zayıflatıncaya kadar da sizinle olan işim istediğim gibiydi. Vallahi, eğer savaş bazınızı alıp diğer bazınızı bıraktıysa, (biliniz ki) düşmanınızı daha çok zayıflatıcıydı.
Şüphesiz dün emirinizdim, bugün emir altına girdim. Dün ben sizi nehyediciydim, bugün ben nehyediliyorum. Gerçekten de yaşamayı, bekayı çok seviyorsunuz. Ben de istemediğiniz şeyi size zorla yükleyecek değilim."
Basra savaşından sonra ashabından olan Ala b. Ziyad el-Harisi'yi görmeye gitti. Orada evinin büyüklüğünü görünce şöyle buyurdu:
"Dünyada bu evin genişliğini ne yapacaksın? Hâlbuki ahirette ona daha fazla muhtaçsın. Evet, istiyorsan, onunla ahirete ulaşabilirsin.
Yani bu geniş evde misafir ağırlayarak, akrabalarına iyilik ederek ve boynunda olan hakları sahibine ulaştırarak böylelikle ahireti elde edebilirsin.
(Ala, "Ya Emir'el-Mü'minin! Kardeşim Asım b. Ziyad'ı sana şikâyet ediyorum" dedi. "O ne yapıyor?" diye sorunca, Ala, "Bir abaya bürünerek dünyayı terk etmiş" dedi. Hz. Ali, "Onu bana getir" dedi. Gelince de ona şöyle dedi:
"Ey kendinin düşmanı olan adam! Pis şeytan seni şaşırtmak istiyor! Ailene çocuğuna acımaz mısın? Allah'ın sana temiz şeyleri helal kıldığını görmüyor musun? Şeytan, bunlara ulaşmanı kötü görüyor. Sen, Allah katında düşündüğünden daha aşağısın."
Asım, "Ey Mü'minlerin Emiri senin de giyimin kaba, yemeğinse tatsız!" deyince de şöyle buyurdu:
''Yazıklar olsun sana! Ben sen değilim! Yüce Allah, insanlar yoksullukları nedeniyle heyecanlanıp isyan etmesinler diye adil imamlara kendilerini insanların en fakirleriyle ölçüp değerlendirmelerini emretti."
Birisi bidatlere sebep olan ve halk arasında yaygınlaşan çok çeşitli rivayetler hakkında soru sorunca Hz. Ali (a.s) söyle buyurdu:
''İnsanların elinde hak ve batıl, doğru ve yalan, nasih ve mensuh, genel ve özel, muhkem ve müteşabih, hıfzedilmiş ve şüpheli olan (rivayetler) vardır. Resulullah'ın (s.a.a) sağlığında bile hadis uydurdular.
Nitekim Resulullah bir gün minbere çıktığında: "Benim adıma bilerek yalan atan kimse cehennemde yerini hazırlasın" buyurdu.
Sana dört kişi hadis getirir. Bunların beşincisi olmaz.
(Bu dört kişinin ilki) İman gösterisinde bulunan, Müslümanların yaptıklarını yapan münafıktır. Günahtan korkmaz, suçtan çekinmez, Resulullah'a (s.a.a) karşı kasten yalan isnat eder.
Eğer, insanlar onun yalancı bir münafık olduğunu bilseler, söylediğini kabul etmezler, sözünü tasdik etmezlerdi.
Fakat onlar, "O Resulullah'ın arkadaşıdır onu görmüş ondan duymuş, duyduğunu bellemiştir." deyip sözünü kabul ederler. Allah, münafıkları haber vermiş, halleri nasılsa öylece anlatmıştır sana.
Resulullah'tan sonraya da kalan münafıklar, yalan ve iftirayla halkı ateşe çağıran dalalet önderlerine yaklaştılar, yaklaştıkları kimseler de onları iş başına geçirdiler, insanlar üzerinde hüküm sahibi yaptılar, onlarla dünyayı yediler. Allah'ın koruduğu kişinin dışındaki insanlar, dünya ve yöneticilerle beraberdir. İşte bu (rivayet eden) dört gruptan biridir.
(ikinci kişiyse) Resulullah'tan bir söz duymuş, fakat gereği gibi belleyememiştir. Yanlışlık etmiştir, ama kasten yalan söylemez. O sözler önündedir, rivayet eder. Onlarla amel eder, "Ben bunu Resulullah'tan (s.a.a) duydum." der. Müslümanlar onun bu hususta hata içinde olduğunu bilseler, onu kabul etmezler. O da yanıldığını bilseydi, onu terk ederdi.
Üçüncü kişi, Resulullah'ın (s.a.a) bir şeyi emrettiğini işitmiş, ama daha sonra onu nehyettiğini bilmemiştir veya Peygamber'in bir şeyi nehyettiğini işitmiş, ama daha sonra onu emrettiğim bilmemiştir.
Mensuhunu öğrenmiş, fakat nasihini belleyememiştir. Neshedildiğini bilseydi onu terk ederdi. Müslümanlar da ondan duydukları şeyin neshedildiğini bilselerdi, onu terk ederlerdi.
Dördüncüsü ve sonuncusu ise, Allah'a ve Resulüne karşı yalan isnat etmez. Allah'tan korkarak, Resulüne (s.a.a) saygı duyarak yalandan nefret eder ve hataya düşmez. Aksine, duyduğunu olduğu gibi ezberler. Duyduğu sözü bir şey katmadan, eksiltmeden rivayet eder.
Nasihi bilir, onunla amel eder, mensuhu bilir ondan kaçınır. Hükmün özel ve genelini, muhkem ve müteşabihini tanır. Her şeyi yerli yerine koyar.
Resulullah'ın sözleri bazen iki yönlü idi. Bazen özel ve bazen de genel... Münezzeh olan Allah ve Resulünün (s.a.a) neyi kastettiğini anlamayan kimse o sözü duyar; gerçek anlamını bilmeden, hangi amaçla söylendiğini anlamadan ve neden böyle söylendiğini derk etmeden farklı bir anlam vererek, bir çeşit tevil eder.
Resulullah'ın ashabının tümü, ondan bir şey sorup cevabını bilmek isteyen kimseler değildi. Nitekim bedevi ve yabancı birinin gelip Resulullah'a bir şey sormasını arzular, cevabını işitince de sevinirlerdi. Hâlbuki ben aklıma gelen her şeyi sorar ve cevabını ezberlerdim.
İşte insanların rivayetlerdeki ihtilafları bu yüzdendir." Nehc'ul Belaga 206-210 Hutbe
İmam Ali (a.s): "Küfürbaz kişiler olmanızı kötü görüyor, hoşlanmıyorum. Ama onların yaptıklarını anlatsaydınız ve durumlarını hatırlatsaydınız, sözleriniz doğruya daha yakın olur ve özrünüz daha makbul düşerdi.
Küfretmek yerine, sözünüz şu olmalıdır: "Allah'ım, onların kanlarını da bizim kanlarımızı da koru, onlarla aramızı ıslah et, onları sapıklıklardan kurtarıp hidayete ulaştır da bilmeyen hakkı tanısın, sapıklıkta ve düşmanlıkta direnen vazgeçsin."
Sıffin Savaşı'nda imam Hasan'ın savaşa katılabilmek için acele ettiğini görünce şöyle buyurdu:
"Şu genci sımsıkı tutun, (ölümüyle) belimi kırmasın benim! Çünkü ben Resulullah'ın (s.a.a) soyunun kesilmemesi için bu ikisinin (Hasan ve Hüseyin'in) ölmesini istemem."
Hakemlik olayından sonra bazı arkadaşlarının kendisi hakkında tereddüde düşmeleri üzerine şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Savaş sizi zayıflatıncaya kadar da sizinle olan işim istediğim gibiydi. Vallahi, eğer savaş bazınızı alıp diğer bazınızı bıraktıysa, (biliniz ki) düşmanınızı daha çok zayıflatıcıydı.
Şüphesiz dün emirinizdim, bugün emir altına girdim. Dün ben sizi nehyediciydim, bugün ben nehyediliyorum. Gerçekten de yaşamayı, bekayı çok seviyorsunuz. Ben de istemediğiniz şeyi size zorla yükleyecek değilim."
Basra savaşından sonra ashabından olan Ala b. Ziyad el-Harisi'yi görmeye gitti. Orada evinin büyüklüğünü görünce şöyle buyurdu:
"Dünyada bu evin genişliğini ne yapacaksın? Hâlbuki ahirette ona daha fazla muhtaçsın. Evet, istiyorsan, onunla ahirete ulaşabilirsin.
Yani bu geniş evde misafir ağırlayarak, akrabalarına iyilik ederek ve boynunda olan hakları sahibine ulaştırarak böylelikle ahireti elde edebilirsin.
(Ala, "Ya Emir'el-Mü'minin! Kardeşim Asım b. Ziyad'ı sana şikâyet ediyorum" dedi. "O ne yapıyor?" diye sorunca, Ala, "Bir abaya bürünerek dünyayı terk etmiş" dedi. Hz. Ali, "Onu bana getir" dedi. Gelince de ona şöyle dedi:
"Ey kendinin düşmanı olan adam! Pis şeytan seni şaşırtmak istiyor! Ailene çocuğuna acımaz mısın? Allah'ın sana temiz şeyleri helal kıldığını görmüyor musun? Şeytan, bunlara ulaşmanı kötü görüyor. Sen, Allah katında düşündüğünden daha aşağısın."
Asım, "Ey Mü'minlerin Emiri senin de giyimin kaba, yemeğinse tatsız!" deyince de şöyle buyurdu:
''Yazıklar olsun sana! Ben sen değilim! Yüce Allah, insanlar yoksullukları nedeniyle heyecanlanıp isyan etmesinler diye adil imamlara kendilerini insanların en fakirleriyle ölçüp değerlendirmelerini emretti."
Birisi bidatlere sebep olan ve halk arasında yaygınlaşan çok çeşitli rivayetler hakkında soru sorunca Hz. Ali (a.s) söyle buyurdu:
''İnsanların elinde hak ve batıl, doğru ve yalan, nasih ve mensuh, genel ve özel, muhkem ve müteşabih, hıfzedilmiş ve şüpheli olan (rivayetler) vardır. Resulullah'ın (s.a.a) sağlığında bile hadis uydurdular.
Nitekim Resulullah bir gün minbere çıktığında: "Benim adıma bilerek yalan atan kimse cehennemde yerini hazırlasın" buyurdu.
Sana dört kişi hadis getirir. Bunların beşincisi olmaz.
(Bu dört kişinin ilki) İman gösterisinde bulunan, Müslümanların yaptıklarını yapan münafıktır. Günahtan korkmaz, suçtan çekinmez, Resulullah'a (s.a.a) karşı kasten yalan isnat eder.
Eğer, insanlar onun yalancı bir münafık olduğunu bilseler, söylediğini kabul etmezler, sözünü tasdik etmezlerdi.
Fakat onlar, "O Resulullah'ın arkadaşıdır onu görmüş ondan duymuş, duyduğunu bellemiştir." deyip sözünü kabul ederler. Allah, münafıkları haber vermiş, halleri nasılsa öylece anlatmıştır sana.
Resulullah'tan sonraya da kalan münafıklar, yalan ve iftirayla halkı ateşe çağıran dalalet önderlerine yaklaştılar, yaklaştıkları kimseler de onları iş başına geçirdiler, insanlar üzerinde hüküm sahibi yaptılar, onlarla dünyayı yediler. Allah'ın koruduğu kişinin dışındaki insanlar, dünya ve yöneticilerle beraberdir. İşte bu (rivayet eden) dört gruptan biridir.
(ikinci kişiyse) Resulullah'tan bir söz duymuş, fakat gereği gibi belleyememiştir. Yanlışlık etmiştir, ama kasten yalan söylemez. O sözler önündedir, rivayet eder. Onlarla amel eder, "Ben bunu Resulullah'tan (s.a.a) duydum." der. Müslümanlar onun bu hususta hata içinde olduğunu bilseler, onu kabul etmezler. O da yanıldığını bilseydi, onu terk ederdi.
Üçüncü kişi, Resulullah'ın (s.a.a) bir şeyi emrettiğini işitmiş, ama daha sonra onu nehyettiğini bilmemiştir veya Peygamber'in bir şeyi nehyettiğini işitmiş, ama daha sonra onu emrettiğim bilmemiştir.
Mensuhunu öğrenmiş, fakat nasihini belleyememiştir. Neshedildiğini bilseydi onu terk ederdi. Müslümanlar da ondan duydukları şeyin neshedildiğini bilselerdi, onu terk ederlerdi.
Dördüncüsü ve sonuncusu ise, Allah'a ve Resulüne karşı yalan isnat etmez. Allah'tan korkarak, Resulüne (s.a.a) saygı duyarak yalandan nefret eder ve hataya düşmez. Aksine, duyduğunu olduğu gibi ezberler. Duyduğu sözü bir şey katmadan, eksiltmeden rivayet eder.
Nasihi bilir, onunla amel eder, mensuhu bilir ondan kaçınır. Hükmün özel ve genelini, muhkem ve müteşabihini tanır. Her şeyi yerli yerine koyar.
Resulullah'ın sözleri bazen iki yönlü idi. Bazen özel ve bazen de genel... Münezzeh olan Allah ve Resulünün (s.a.a) neyi kastettiğini anlamayan kimse o sözü duyar; gerçek anlamını bilmeden, hangi amaçla söylendiğini anlamadan ve neden böyle söylendiğini derk etmeden farklı bir anlam vererek, bir çeşit tevil eder.
Resulullah'ın ashabının tümü, ondan bir şey sorup cevabını bilmek isteyen kimseler değildi. Nitekim bedevi ve yabancı birinin gelip Resulullah'a bir şey sormasını arzular, cevabını işitince de sevinirlerdi. Hâlbuki ben aklıma gelen her şeyi sorar ve cevabını ezberlerdim.
İşte insanların rivayetlerdeki ihtilafları bu yüzdendir." Nehc'ul Belaga 206-210 Hutbe
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.