Bilinen bir gerçektir bu dünyanın temel öznesi insandır. İnsan da bu âleme bir maksat için gönderildi. Başıboş bırakılmadı.
Her ne kadar bu dünyaya gelişimiz de gidişimiz de bizim irademize bırakılmamış olsa da; nasıl, niçin yaşamamız konusunda bir irade ortaya koyabiliyoruz. Tercihler yapabilme özgürlüğümüz var.
Bu dünya sahnesinde hepimiz bir sınavdan geçmekteyiz. Sınavını başarılı olarak vermeye çalışanların, hayatlarında şu üç hali ilke edinerek yaşadıklarını, hayatlarına tatbik ettiklerini görüyoruz.
Nedir bunlar? Merhamet, hürmet, muhabbet… Bu kavramları anlamlandırarak içini doldurarak bir ömür sürenlerin, ölümlü dünyanın imkânlarını, kullanarak insanları mutlu, huzurlu kılmak için çalıştıkları ve yarın son nefesi nasıl vereceklerinin derdinde oldukları bir gerçektir.
İnsanlara olan merhamet ve muhabbetleri dünyevi bir çıkar elde etmek için değil. Aldıkları nefesi de attıkları her adımı da, yaptıkları her işi sadece "Yaratılanı severim, Yaratandan ötürü" ilkesini düstur edinerek yaratılanlar arasında ama özellikle insanlar arasında, hiçbir ayrım yapmadan, yaratılanlara Rahmet Peygamberinin ahlakıyla dokunabilmek ve yarın huzura çıktıklarında Âlemlerin Rabbine ve Resulullaha mahcup olmamak için uğraştıklarını görüyoruz.
Ne güzel buyurmuş Resulullah ve Ehl-i Beyt'inin izini takip eden, mana âleminin kara sevdalısı Yunus Emre'miz "72 millete aynı gözle bakmayan, halka müderris olsa, Hakk'a asidir." Ölümsüzlük âleminin nimetlerine, güzelliklerine erişmeye çalışanlar bilir ki iblisin de müderrisliği vardı ancak Âdem'i (as) hakir, kendini üstün gördü ve Allaha (cc) asi oldu. Böylece huzurdan kovuldu.
Huzurdan kovulmaktan korkanlar, kimseyi hakir görmeden, kibirlenmeden, Kudretin razı olduğu işleri, güzellikleri rızasına uygun bir tarzda, diğer insanlara da ulaştırarak muhabbetle, sevgiyle, saygıyla, insanlara dokunarak güzellikleri, iyilikleri ve iyileri çoğaltma arzusundalar, gayretindeler. Tutulan ellerde uzatılan bu ellere, bu cömert ellere gönülden bir akışla, bir hürmetle ve muhabbetle mukabele ederler.
Tabiri caizse bazılarının açık hava tımarhanesi yapmaya çalıştığı bu dünyayı, cennete çevirmek için, insanları kardeş kılmak için insan merkezli bir medeniyet inşa etmeye çalışırlar.
Bakın ölümsüzlük sırrını yakalayan bir ehli irfan bu durumu nasıl da güzel dile getiriyor...
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül.
Ah-u figanı güldür gül.
Mesela bu insanların garibin, mazlumun ahını almaktan kaçındıklarını görüyoruz. Kâfir de olsa ah almamaya çalışmışlar.
Çünkü şu kuralın farkındaydılar, kâfir de olsa mazlumun ahı perdesiz bir şekilde Hakk'a erişir. Nerde kaldı ki bir müminin ahını almak!
Bir mazlum ah mı ediyor? O mazlumun ahını almaktan kaçınmalı. Ahını dindirmek için çareler aramak ve sorununu çözme gayreti içinde olmak, gül yüzlü Resulün rahmet eli ile çareler sunmak gerekiyor.
Bunun için de gül yüzlü Resulün ve Ehl-i Beyt'inin manasıyla beslenen bir vicdana, bir ahlaka sahip olmak lazım.
Bu diyardan hepimiz bir gün göçüp, mana âleminde bir yere gideceğiz. Ancak ah almadan gidelim. Çünkü hesap vereceğiz.
Allah akıbetimizi her anımızı, hayırlı eylesin. Bunun için de düşenin elinden tutmak, hastayı ziyaret etmek, mazlumu, garibi, dulu, yetimi, öksüzü gözetebilmek bizi Allah'ın rızasına taşır.
Cenab-ı Hak sorarmış insana, "Kulum ben hastalandım beni ziyarete niye gelmedin?"
İnsan da, "Ya Rabbi sen hastalanmasın ki ben seni nasıl ziyaret edebilirdim? Sen alemlerin Rabbisin." Cenab-ı Hak cevap verir, "Bilmedin mi, duymadın mı filan yerde, filan şekilde bir garip bir hasta vardı. Gidip onu ziyaret etmiş olsaydın, beni ziyaret etmiş olurdun, gitseydin beni onun yanında bulmayacak mıydın?" …
Burada ki hasta bir örnek sadece siz hayatın içinde ki bütün gözü yaşlı, mahzun ve garipleri buraya koyabilirsiniz. Hak mahzun ve kırık kalpliler ile beraber. Bunu bilmeliyiz.
Ama maalesef biz pek çok konu da olduğu gibi hasta ziyaretinide çok ihmal ederiz. Bunun içinde kırk bahane üretiriz, işte hastalık bize de bulaşır, odası kokuyor deriz, yeri uzak nasıl gidelim deriz. Bir telefon açmaya dahi üşeniriz.
Oysaki Kudret insana 'keremna tacı'nı giydirmiştir. Bu sebeple insan kerim olmalı, merhametli ve cömert olmalı.
Bu cana, bu tene insan olarak var olma şerefi verildiği için, insanın kerim olması lazım.
İnsan toplum içine girerek, insanlığının gereği olarak hayatın içinde var olan tüm yaratılanlara gücü nispetinde yararlı olmaya çalışmalı. Merhametli olmalı ki zayıf kıymet bulsun, güçlensin. Güçlenen zayıf buna vesile olanı unutur mu? Çok zor, bu da hürmeti inşa eder. Akabinde kısa olan kolların güçlenip uzamasına vesile olanların arasında bir muhabbet başlar ki, kardeşten öte olunur. Bu mevzuu bir hadisi şerifle bağlayalım: "Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah'la bu beddua arasında perde mevcut değildir."
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025