Peki, samimi bir özeleştiri yapacak olursak; biz Müslümanlar olarak, acaba gerçekten Peygamberimizin emrine uyup vasiyetine riayet ettik mi? Ehl-i Beyt'ine sahip çıkıp onlara gereken sevgi, velayet ve itaati gösterdik mi?
Sn. Genel Başkanım, sn. protokol üyeleri, dünyanın çeşitli yerlerinden ülkemize teşrif etmiş kıymetli katılımcılar, bizi canlı yayınlarla her cihetten izleyen değerli Ehl-i Beyt dostları ve çok muhterem basın mensupları, Hatay/Antakya'dan, kısa adı EHDAV olan Ehl-i Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı Genel Başkanı olarak aranızdayım. Hepinizi Ehl-i Beyt-i Muhammed'in (s.a.v.) aşk u muhabbetiyle selamlıyorum.Çok kıymetli katılımcılar, bilginiz üzere Ehl-i Beyt, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ümmetine Kur'an-ı Kerim'le beraber emanet olarak bıraktığı ve onların ikisine tutunduğu müddetçe, kıyamete kadar dalâlete düşmeme garantisi verdiği iki ağır emanetten birisidir. Şöyle ki; "Ben aranızda paha biçilmez iki büyük ve ağır emanet bırakıyorum; biri Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim, diğeri de soyum Ehl-i Beyt'imdir. Bunların ikisine sıkıca tutunduğunuz müddetçe Benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Kevser Havuzu başında Bana kavuşana dek birbirinden ayrılmazlar ve yarın onlardan sizi hesaba çekeceğim." Peki, samimi bir özeleştiri yapacak olursak; biz Müslümanlar olarak, acaba gerçekten Peygamberimizin emrine uyup vasiyetine riayet ettik mi? Ehl-i Beyt'ine sahip çıkıp onlara gereken sevgi, velayet ve itaati gösterdik mi? Bendeniz büyük bir rahatlıkla ve bütün benliğimle diyorum ki; hayır efendim, bu ümmet Resulullah'ın vasiyetine uymadı ve O'nun emanetine riayet etmedi! Diğer ümmetlerin peygamberlerinin hizmetçilerinin soyuna gösterdikleri sevgi ile saygının küçük bir bölümünü bile bu ümmet, Peygamber evladına çok gördü. Onlara gerekli saygı ile tazimi göstermek bir yana, onların haklarını gasp etti, Cuma hutbelerinde onlara küfretti, onlara kılıç çekti ve Tahir -Mutahhar Ehl-i Beyt İmamlarımızın 12'sinin 11'ini de maalesef hunharca şehit etti.
Ehl-i Beyt'i gerçek mânâda sevmekSon zamanlarda adeta mantar gibi türeyen ve her ortamda nakarat gibi söylenen bir şey vardır; "Efendim, hepimiz Ehl-i Beyt'i seviyor ve sayıyoruz, onlar Peygamberimizin yakınları ve ev halkıdır, benim dedemin adı Ali, nenemin adı Fatma, dayımın da adı Hasan'dır, eğer Alevilik buysa biz de Aleviyiz!" türünden çıkışlar yapılmaktadır. İyi de, Ehl-i Beyt sevgisi bir ağaç, yeşillik, tabiat ve kitap sevgisine benzemez ki, şeker kardeşim. Alevilikle Ehl-i Beyt davası, kuru bir sevgiyle, duygusal bir yaklaşımla veya isim koymakla bitecek bir mesele değil ki! Ehl-i Beyt sevgisi; dindir, imandır, takvadır, Allah'la Peygamberinin şartsız emridir. Bakınız Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de Şûra Suresi 23. ayette ne buyurmaktadır; "Habibim, onlara de ki; yaptığım peygamberlik görevime karşılık, sizden yakınlarım olan Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka hiçbir şey istemiyorum." Diğer peygamberlerin tamamı, tebliğlerini Allah rızasından başka karşılıksız olarak yapmalarına rağmen, peki Cedd-i Hasaneyn Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), neden peygamberlik vazifesine bir karşılık istiyor ve bu karşılık da Allah'ın ifadesiyle "Ehl-i Beyt sevgisi"nden başka hiç bir şey olmuyor, bunu hiç düşündük mü sevgili kardeşlerim? Çünkü, O Hakka irtihalinden hemen sonra, bu ümmetin dünyaya dalacağını, mübarek naaşını ortada bırakarak siyaset kavgasına düşeceğini, Gadir biatını inkâr edileceğini, ciğer paresi biricik kızı Hz. Fatıma'nın (a.s.) mirasının gasp edileceğini, hayatı boyunca binlerce kez vasiyet ettiği Ehl-i Beyt'in hürmetinin korunmayacağını, emanetine sahip çıkılmayacağını, kendi minberleri üzerinde Ehl-i Beyt'ine küfredileceğini, vefatından sonra onlara kılıç çekileceğini ve büyük bölümünün de şehit edileceğini çok iyi biliyordu?
Ehl-i Beyt'in safında olmakDeğerli Ehl-i Beyt dostları, gerçekten Peygamberle Ehl-i Beyt'ini sevmek demek; onların helaline helal, haramına haram diyebilmektir. Gadir biatındaki "Vêli men vêlê ve âdi men âdâ" sırrına mazhar olup, onların dostuna dost, düşmanına düşman olabilmektir. Bir başka somut ifadeyle, Ebu Süfyan'ın karşısında Ebu'l-Kasım Hz. Muhammed'in (s.a.v.)' yanında, Muaviye'nin karşısında Emirü'l-mü'minin İmam Ali'nin safında, mel'un Yezid'in karşısında İmam Hüseyin'in yanında, Harun-u Reşid'in karşısında da İmam Cafer Sadık'ın safında, sayı farkına bakmaksızın tereddütsüzce ve korkusuzca yer alabilmektir!. Yoksa katille maktulü, zalimle mazlumu aynı kefeye koyup hepsine dokunulmazlık ve kutsallık nişanı vermekle, Nasrettin Hoca misali, "onların hepsi haklı" demekle, çıkarılacak özel ve genel aflarla hepsini cennete postalamaya kalkışmakla, Peygamber evlatlarının katillerine hazret deyip onlardan şefaat umma dalâletine düşmekle, hiç kimse kusura bakmasın ki, ne Alevi olunur, ne Ehl-i Beyt safına geçilmiş olur, ne de gerçekte Müslüman olunur! Bakınız Resul-i Zişan (s.a.v.) Efendimiz ne güzel buyuruyor: "Ehl-i Beyt'imle savaşan Benimle savaşmış, onlarla barışan da Benimle barışmış olur. Onların dostu Benim dostum, düşmanı da Benim düşmanımdır. Ey Ali, ancak seni mü'min sever, sana düşman olan da; ya kâfirdir, ya münafıktır."
Ehl-i Beyt ortak paydamızdırAslında Ehl-i Beyt-i Kiram tüm Müslümanların buluşup anlaşacağı ve üzerinde ittifak edeceği en büyük ortak paydamızdan birisidir. Ashab-ı Kiram, Peygamber zamanında Ehl-i Beyt'e salavat göndermeden kıldığımız namazların makbul olmayacağını bilir ve namazlarımızı tekrar kılardı. Bakınız İmam-ı Şafii bunu bir beyitle ne güzel ifade ediyor:"Ey Ehl-i Beyt-i Rasulullah! Sizin sevginiz, Allah'ın Kur'an'da indirdiği bir farzdır.Bu yüce şeref size yeter ki; size salavat göndermeyenin, namazı namaz değildir."Şimdi durum böyle iken, kutsal Ehl-i Beyt velayeti ile çatısı altında bir araya gelip bütünleşmek varken, bizi bölüp yutmak isteyen şer güçlerine çanak tutmamız veya onların ekmeğine yağ sürmemiz kabul edilebilir bir durum mudur? Komşularla sıfır sorundan, sıfır komşu konumuna gelmek, sizce doğru bir gidişat mıdır? Komşu ve kardeş ülkeleri tehdit edecek girişim, yatırım ve kararlarda bulunmak, milli ve manevi çıkarımıza mıdır? Evrensel şer odaklarının dün Lübnan, Afganistan, Pakistan ve Irak'ta, bugünse Suriye ve Türkiye'de çıkarmak istedikleri Alevi-Sünni mezhep çatışmalarının, emperyalistlerle siyonistlerden başka yarar sağlayacak bir çevre var mıdır?! Tüm dünya gözlerinin bölgemizin yer altı-yer üstü zenginliklerine çevrildiği bir zamanda, aklımızı başımıza iyice alıp düşmanımızın değil dostumuzun, uzak diyardakinin değil yanı başımızdaki komşumuzun, zalimin değil de mazlumun huzur ve çıkarını daima düşünmek zorundayız.Kıymetli Ehl-i Beyt âşıkları, son olarak; aslında günümüzde tüm insanlığın muhtaç olduğu barış ve huzurun sırrı, Emirü'l-mü'minin İmam Ali Efendimizin küçük bir cümlesinde saklıdır: "Ey Malik! İnsanlar iki çeşittir; ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir." Hepinizi İmam Ali'nin velayet aşkıyla selamlıyorum.
Sn. Genel Başkanım, sn. protokol üyeleri, dünyanın çeşitli yerlerinden ülkemize teşrif etmiş kıymetli katılımcılar, bizi canlı yayınlarla her cihetten izleyen değerli Ehl-i Beyt dostları ve çok muhterem basın mensupları, Hatay/Antakya'dan, kısa adı EHDAV olan Ehl-i Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı Genel Başkanı olarak aranızdayım. Hepinizi Ehl-i Beyt-i Muhammed'in (s.a.v.) aşk u muhabbetiyle selamlıyorum.Çok kıymetli katılımcılar, bilginiz üzere Ehl-i Beyt, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ümmetine Kur'an-ı Kerim'le beraber emanet olarak bıraktığı ve onların ikisine tutunduğu müddetçe, kıyamete kadar dalâlete düşmeme garantisi verdiği iki ağır emanetten birisidir. Şöyle ki; "Ben aranızda paha biçilmez iki büyük ve ağır emanet bırakıyorum; biri Allah'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim, diğeri de soyum Ehl-i Beyt'imdir. Bunların ikisine sıkıca tutunduğunuz müddetçe Benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Kevser Havuzu başında Bana kavuşana dek birbirinden ayrılmazlar ve yarın onlardan sizi hesaba çekeceğim." Peki, samimi bir özeleştiri yapacak olursak; biz Müslümanlar olarak, acaba gerçekten Peygamberimizin emrine uyup vasiyetine riayet ettik mi? Ehl-i Beyt'ine sahip çıkıp onlara gereken sevgi, velayet ve itaati gösterdik mi? Bendeniz büyük bir rahatlıkla ve bütün benliğimle diyorum ki; hayır efendim, bu ümmet Resulullah'ın vasiyetine uymadı ve O'nun emanetine riayet etmedi! Diğer ümmetlerin peygamberlerinin hizmetçilerinin soyuna gösterdikleri sevgi ile saygının küçük bir bölümünü bile bu ümmet, Peygamber evladına çok gördü. Onlara gerekli saygı ile tazimi göstermek bir yana, onların haklarını gasp etti, Cuma hutbelerinde onlara küfretti, onlara kılıç çekti ve Tahir -Mutahhar Ehl-i Beyt İmamlarımızın 12'sinin 11'ini de maalesef hunharca şehit etti.
Ehl-i Beyt'i gerçek mânâda sevmekSon zamanlarda adeta mantar gibi türeyen ve her ortamda nakarat gibi söylenen bir şey vardır; "Efendim, hepimiz Ehl-i Beyt'i seviyor ve sayıyoruz, onlar Peygamberimizin yakınları ve ev halkıdır, benim dedemin adı Ali, nenemin adı Fatma, dayımın da adı Hasan'dır, eğer Alevilik buysa biz de Aleviyiz!" türünden çıkışlar yapılmaktadır. İyi de, Ehl-i Beyt sevgisi bir ağaç, yeşillik, tabiat ve kitap sevgisine benzemez ki, şeker kardeşim. Alevilikle Ehl-i Beyt davası, kuru bir sevgiyle, duygusal bir yaklaşımla veya isim koymakla bitecek bir mesele değil ki! Ehl-i Beyt sevgisi; dindir, imandır, takvadır, Allah'la Peygamberinin şartsız emridir. Bakınız Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de Şûra Suresi 23. ayette ne buyurmaktadır; "Habibim, onlara de ki; yaptığım peygamberlik görevime karşılık, sizden yakınlarım olan Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka hiçbir şey istemiyorum." Diğer peygamberlerin tamamı, tebliğlerini Allah rızasından başka karşılıksız olarak yapmalarına rağmen, peki Cedd-i Hasaneyn Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), neden peygamberlik vazifesine bir karşılık istiyor ve bu karşılık da Allah'ın ifadesiyle "Ehl-i Beyt sevgisi"nden başka hiç bir şey olmuyor, bunu hiç düşündük mü sevgili kardeşlerim? Çünkü, O Hakka irtihalinden hemen sonra, bu ümmetin dünyaya dalacağını, mübarek naaşını ortada bırakarak siyaset kavgasına düşeceğini, Gadir biatını inkâr edileceğini, ciğer paresi biricik kızı Hz. Fatıma'nın (a.s.) mirasının gasp edileceğini, hayatı boyunca binlerce kez vasiyet ettiği Ehl-i Beyt'in hürmetinin korunmayacağını, emanetine sahip çıkılmayacağını, kendi minberleri üzerinde Ehl-i Beyt'ine küfredileceğini, vefatından sonra onlara kılıç çekileceğini ve büyük bölümünün de şehit edileceğini çok iyi biliyordu?
Ehl-i Beyt'in safında olmakDeğerli Ehl-i Beyt dostları, gerçekten Peygamberle Ehl-i Beyt'ini sevmek demek; onların helaline helal, haramına haram diyebilmektir. Gadir biatındaki "Vêli men vêlê ve âdi men âdâ" sırrına mazhar olup, onların dostuna dost, düşmanına düşman olabilmektir. Bir başka somut ifadeyle, Ebu Süfyan'ın karşısında Ebu'l-Kasım Hz. Muhammed'in (s.a.v.)' yanında, Muaviye'nin karşısında Emirü'l-mü'minin İmam Ali'nin safında, mel'un Yezid'in karşısında İmam Hüseyin'in yanında, Harun-u Reşid'in karşısında da İmam Cafer Sadık'ın safında, sayı farkına bakmaksızın tereddütsüzce ve korkusuzca yer alabilmektir!. Yoksa katille maktulü, zalimle mazlumu aynı kefeye koyup hepsine dokunulmazlık ve kutsallık nişanı vermekle, Nasrettin Hoca misali, "onların hepsi haklı" demekle, çıkarılacak özel ve genel aflarla hepsini cennete postalamaya kalkışmakla, Peygamber evlatlarının katillerine hazret deyip onlardan şefaat umma dalâletine düşmekle, hiç kimse kusura bakmasın ki, ne Alevi olunur, ne Ehl-i Beyt safına geçilmiş olur, ne de gerçekte Müslüman olunur! Bakınız Resul-i Zişan (s.a.v.) Efendimiz ne güzel buyuruyor: "Ehl-i Beyt'imle savaşan Benimle savaşmış, onlarla barışan da Benimle barışmış olur. Onların dostu Benim dostum, düşmanı da Benim düşmanımdır. Ey Ali, ancak seni mü'min sever, sana düşman olan da; ya kâfirdir, ya münafıktır."
Ehl-i Beyt ortak paydamızdırAslında Ehl-i Beyt-i Kiram tüm Müslümanların buluşup anlaşacağı ve üzerinde ittifak edeceği en büyük ortak paydamızdan birisidir. Ashab-ı Kiram, Peygamber zamanında Ehl-i Beyt'e salavat göndermeden kıldığımız namazların makbul olmayacağını bilir ve namazlarımızı tekrar kılardı. Bakınız İmam-ı Şafii bunu bir beyitle ne güzel ifade ediyor:"Ey Ehl-i Beyt-i Rasulullah! Sizin sevginiz, Allah'ın Kur'an'da indirdiği bir farzdır.Bu yüce şeref size yeter ki; size salavat göndermeyenin, namazı namaz değildir."Şimdi durum böyle iken, kutsal Ehl-i Beyt velayeti ile çatısı altında bir araya gelip bütünleşmek varken, bizi bölüp yutmak isteyen şer güçlerine çanak tutmamız veya onların ekmeğine yağ sürmemiz kabul edilebilir bir durum mudur? Komşularla sıfır sorundan, sıfır komşu konumuna gelmek, sizce doğru bir gidişat mıdır? Komşu ve kardeş ülkeleri tehdit edecek girişim, yatırım ve kararlarda bulunmak, milli ve manevi çıkarımıza mıdır? Evrensel şer odaklarının dün Lübnan, Afganistan, Pakistan ve Irak'ta, bugünse Suriye ve Türkiye'de çıkarmak istedikleri Alevi-Sünni mezhep çatışmalarının, emperyalistlerle siyonistlerden başka yarar sağlayacak bir çevre var mıdır?! Tüm dünya gözlerinin bölgemizin yer altı-yer üstü zenginliklerine çevrildiği bir zamanda, aklımızı başımıza iyice alıp düşmanımızın değil dostumuzun, uzak diyardakinin değil yanı başımızdaki komşumuzun, zalimin değil de mazlumun huzur ve çıkarını daima düşünmek zorundayız.Kıymetli Ehl-i Beyt âşıkları, son olarak; aslında günümüzde tüm insanlığın muhtaç olduğu barış ve huzurun sırrı, Emirü'l-mü'minin İmam Ali Efendimizin küçük bir cümlesinde saklıdır: "Ey Malik! İnsanlar iki çeşittir; ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir." Hepinizi İmam Ali'nin velayet aşkıyla selamlıyorum.