O, mü'minlerin emiriydi
Hz. Ali'ye denildi ki: "Ey Mü'minlerin Emiri! Allah bu malda senin ve ailen için de bir pay öngördüğü hâlde, neden kendine böyle davranıyorsun?" "Sizin malınızdan kendime bir pay ayırıp onu eksiltmem. Medine'den alıp getirdiğim şu kadifeden başka bir giys
08.08.2015 00:00:00
İmam Ali'nin (a.s.) ibadetinde, korkup ürken kimsenin veya menfaat peşinde koşan tüccarın olumsuzluğundan bir ize rastlamak mümkün değildir. Nitekim ibadet edenlerin, kendini ibadete verenlerin genelinin bu davranışlarının gerisinde bu tür olumsuzluklar vardır. Bilâkis, onun ibadetinde deneyimli bir bilgelik, hikmetli bir akıl ve duyarlı bir kalp temeli üzere olan ve kendini koruma bilincinde olan büyük insanın pozitifliği belirginleşiyordu.Takva ve ibadet kavramlarına ilişkin bu anlam açısından Hz. Ali, insanları, insanlığın genel hayrı uğruna Allah'tan korkup sakınmaya (takvaya) yöneltirdi. En azından, ahiret nimetlerine kavuşmak için ibadet eden tüccar anlayışından daha yüce bir değer uğruna takva sahibi olmaya ve ibadet etmeye çağırırdı. İnsanları takva sahibi olmaya çağırırdı ki, zalimler karşısında mazlumların haklarını korusunlar, onlar açısından adaleti egemen kılabilsinler.Şöyle buyururdu: "Allah'tan korkun! Dosta düşmana karşı adil olun." (Bihar'ul-Envar, 77 / 236, Vasiyet-u Emir'il-Müminin babı, el-Vefa bs).İmam Ali'yw (a.s.) göre, hakka tanıklık etmeden önce hakkı kabul etmeni sağlamayan, sana kin güdenden öç almanı ve günah işlemeni engellemeyen bir takvada hayır yoktur. İbadet kavramına ilişkin bu anlam bağlamında, meta edinmek için hayat istenmez, geçici bir lezzete kavuşmak uğruna yaşamak arzu edilmez.İmam Ali (a.s) dünyayı terk etmiş, dünyanın çekici süslerinden uzak durmuştu. Eliyle gerçekleştirdiği her olayda, kalbinden sadır olan her düşüncede ve dilinden çıkan her sözde doğru olduğu gibi zühdüyle, dünyadan uzak duruşuyla da doğruydu, sadıktı. Dünya lezzetlerinden, zenginlik ve devlet sebeplerinden ve iktidar etkenlerinden, kısacası başkalarının ulaşmak için can attığı, varoluşlarının ana ekseni gördüğü her şeyden uzak duruyor, kaçınıyordu. Mütevazı bir evde oturuyordu. Bu evde halifelik yapıyordu, krallık değil. Valileri Şam'ın güzellikleri, Mısır'ın bereketleri ve Irak'ın nimetleri içinde yaşarken o, eşinin kendi elleriyle öğüttüğü arpa ununu yiyordu. Çoğu zaman eşinin öğütmesine izin vermez, Emirü'l-Müminin olarak kendisi öğütürdü. Dizinde kırdığı kuru ekmek yerdi. Soğuktan titrediği, hava sertleştiği zamanlarda, soğuğa karşı kendisini koruyacak kalın giysiler giymez, yazlık giysileriyle yetinirdi. Bu, onun tasavvufi ruhunun bir göstergesiydi.Harun b. Antere babasından rivayet eder:"Bir gün Havarnak'da bulunan Hz. Ali'nin yanına gittim. Mevsim kıştı. Üzerinde eskimiş (tüysüz) kadifeden bir elbise vardı ve bu elbisenin içinde titriyordu. Dedim ki: 'Ey Mü'minlerin Emiri! Allah bu malda senin ve ailen için de bir pay öngördüğü hâlde, neden kendine böyle davranıyorsun?' 'Allah'a yemin ederim ki, sizin malınızdan kendime bir pay ayırıp onu eksiltmem. Medine'den alıp getirdiğim şu kadifeden başka bir giysim yoktur' buyurdu." (Biharu'l-Envar, 40/334, el-Vefa bs).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.