Geçtiğimiz hafta ilginç bir manzarayla karşılaştık. İmam hatip liselerinde okuyan elliye yakın genç kızımız Alman konsolosluğunun önünde toplanmış, Almanya'ya iltica için dilekçe vermeye çalışıyorlardı. Bu manzarayı görünce şok olmamak mümkün değildi elbette. Tabii bu duruma bir insan hakları sorunu olarak değinen ve 'aferin ne de güzel yapmışlar' yorumlarını işittik hemen.
Türkiye'nin ve Türk insanın nasıl tehlikeli bir yola sokulduğundan kimsenin haberi olmayacak ki(!) çok yüzeysel olarak geçildi bu haberin üzerinden ve gerektiğinde kullanılmak üzere arşivlere kaldırıldı.
Bu talebin daha doğrusu oynanan oyunun masum genç kızlarımızın tercihi olmadığını anlamak için görüntülere bakmak yeterliydi. Organize edilmiş, bir grup masum çocuk başlarında birileri bir girişimde bulunuyordu, tehlikeli bir girişimde. İnsan hakları arayışında olduğunu söyleyerek kendi vatanlarından medeni(!) dünyanın özgürlükler ülkelerinden birine iltica talebinde bulunuyorlardı.
Başörtüsü sorunun nedenlerini ve çözüm yollarını bu sütunlarda yazmıştık.
Milletimizin bayrağı kadar aziz bildiği, uğruna şehitler verdiği, dininin gereği, kültürünün parçası olarak şerefle taktığı başörtüsünün birileri tarafından kendi siyasi erklerinin ve geleceğinin payandaları olarak kullanıldığını da çok acı bir şekilde izledik bu ülkede. Milletinin devletiyle bütünleşmesini engellemeye çalışan odaklar başörtüsünü mesele haline getirip ortamı gererek Türkiye'nin bütünlüğüne kastetmeye çalışan çevrelerin ekmeklerine yağ sürdüler.
Mesut Yılmaz bundan iki hafta önce , "Türkiye'nin AB'ye üye olmasıyla birlikte polisin imam hatip liseleri önünde 13 yaşında türbanlı öğrenci kovalamayacağını" söyleyerek; başbakan yardımcısı olduğu ülkenin insanlarına 'ey vatandaşlarım, siz Türkiye'de özgürlüğü boşuna beklemeyin. Bütün haklarınızı ancak AB'ye üye olursak alabilirsiniz' mesajını veriyordu. Yani bu ülke de başbakanlık yapmış ve halende koalisyonun önemli bir köşesinde oturan sayın Yılmaz, "bu gücü ben bile kendimde bulamıyorum. Sizin haklarınızı AB'ne girmiş bir ülke olarak ancak o zaman sağlayabiliriz" diyor. Bu sözlerin zamanlaması çok önemli. Zira millet ikinci Kuvayı Milliye hareketinden AB'ne giriş sürecinde yapılan uyum çalışmalarının Türkiye üzerinde ne kadar ciddi tahribat yapacağını ve yeni bir bağımsızlık savaşı yapmak zorunda kalacağımızı, 80 yıl önce dayatılan Sevr'in kendi rızamızla yıllarca kapıda bekletilme pahasına gönüllü bendesi yapıldığımızı duydu ve öğrendi. Bunun üzerine AB'ye karşı gösterilen haklı tepkiler artınca AB ciler paniğe kapıldılar. Avrupa yolunun Yılmaz bekçileri bu konularda AB'ne niyetlerini bu kadar açık şekilde ifade etmemeleri için rica bile ettiler.
Sonra millete dönüp özgürlüğün(!) adresini gösterdiler. Başörtüsü sorunun çözümü için gençlerimize AB'nin dolambaçlı yollarını gösteren Yılmaz, kendi partisinden milletvekillerinin hazırlayıp meclise sundukları ilahiyat fakülteleri ile imam hatip liselerine başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin yasa teklifine "Kardeşim böyle bir zamanda sırası mıydı bunun? Kime sordunuz?" diye tepki gösterdi. İşte Yılmaz'ın başörtüsü konusundaki samimiyeti. Sayın Yılmaz'ın, çözümü elinde olduğu halde milletin derdine derman olmak gibi bir derdi yok, ama AB gibi bir derdi var.
Şimdi de gençlerimizi konsolosluk önlerinde dolaştırarak yad ellerde hak-hukuk aramaya götürenlere bakalım. Bu arkadaşlar gafletinden yapıyorlarsa bağışlanabilirler belki. Ancak bu organizasyon hiç de gafletle izah edilebilecek gibi değil. Alman oryantalizminin ve Alman İslamı'nın kokusu geliyor bu turlardan. ABD'nin yeşil kuşak projesine karşılık Müslümanları manüple etmenin politikasını geliştiren Almanya İslam'a kendi istediği şekilde müsaade ediyor. Almanyadaki Türk toplumunun etnik ve dinsel azınlıklardan oluşan heterojen bir topluluk olduğu belgelenmek isteniyor.
Herhangi bir milli kimlik talebiniz olduğu takdirde kendinizi sınırın ötesinde bulursunuz, ancak bir Alman gibi yaşarsanız o zaman kapılar size sonuna kadar açılır. Yani kültürünüzü ve kimliğinizi taşıyarak İslam'ı yaşamaya kararlıysanız buna imkan bulmanız mümkün değildir. Almanya'da bulunan Türklere ait camilerde sakallı dedelerin fotoğraflarının altında 'siz hala Alman vatandaşı olmadınız mı?' yazılı afişler bunu açıkça ortaya koyuyor...
Türkiye'de çok tehlikeli oyunlar oynanıyor. Tüm bunların karşısında milli duruşu sergileyen Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüzdür" derken neyi kastettiğini her geçen gün maalesef yaşarak daha iyi anlıyoruz. Milli bütünlüğümüze kastedenlerin karşısında dimdik tüm dinamiklerimizle 'milli duruşumuzu' göstermek zorundayız.
Türkiye'nin ve Türk insanın nasıl tehlikeli bir yola sokulduğundan kimsenin haberi olmayacak ki(!) çok yüzeysel olarak geçildi bu haberin üzerinden ve gerektiğinde kullanılmak üzere arşivlere kaldırıldı.
Bu talebin daha doğrusu oynanan oyunun masum genç kızlarımızın tercihi olmadığını anlamak için görüntülere bakmak yeterliydi. Organize edilmiş, bir grup masum çocuk başlarında birileri bir girişimde bulunuyordu, tehlikeli bir girişimde. İnsan hakları arayışında olduğunu söyleyerek kendi vatanlarından medeni(!) dünyanın özgürlükler ülkelerinden birine iltica talebinde bulunuyorlardı.
Başörtüsü sorunun nedenlerini ve çözüm yollarını bu sütunlarda yazmıştık.
Milletimizin bayrağı kadar aziz bildiği, uğruna şehitler verdiği, dininin gereği, kültürünün parçası olarak şerefle taktığı başörtüsünün birileri tarafından kendi siyasi erklerinin ve geleceğinin payandaları olarak kullanıldığını da çok acı bir şekilde izledik bu ülkede. Milletinin devletiyle bütünleşmesini engellemeye çalışan odaklar başörtüsünü mesele haline getirip ortamı gererek Türkiye'nin bütünlüğüne kastetmeye çalışan çevrelerin ekmeklerine yağ sürdüler.
Mesut Yılmaz bundan iki hafta önce , "Türkiye'nin AB'ye üye olmasıyla birlikte polisin imam hatip liseleri önünde 13 yaşında türbanlı öğrenci kovalamayacağını" söyleyerek; başbakan yardımcısı olduğu ülkenin insanlarına 'ey vatandaşlarım, siz Türkiye'de özgürlüğü boşuna beklemeyin. Bütün haklarınızı ancak AB'ye üye olursak alabilirsiniz' mesajını veriyordu. Yani bu ülke de başbakanlık yapmış ve halende koalisyonun önemli bir köşesinde oturan sayın Yılmaz, "bu gücü ben bile kendimde bulamıyorum. Sizin haklarınızı AB'ne girmiş bir ülke olarak ancak o zaman sağlayabiliriz" diyor. Bu sözlerin zamanlaması çok önemli. Zira millet ikinci Kuvayı Milliye hareketinden AB'ne giriş sürecinde yapılan uyum çalışmalarının Türkiye üzerinde ne kadar ciddi tahribat yapacağını ve yeni bir bağımsızlık savaşı yapmak zorunda kalacağımızı, 80 yıl önce dayatılan Sevr'in kendi rızamızla yıllarca kapıda bekletilme pahasına gönüllü bendesi yapıldığımızı duydu ve öğrendi. Bunun üzerine AB'ye karşı gösterilen haklı tepkiler artınca AB ciler paniğe kapıldılar. Avrupa yolunun Yılmaz bekçileri bu konularda AB'ne niyetlerini bu kadar açık şekilde ifade etmemeleri için rica bile ettiler.
Sonra millete dönüp özgürlüğün(!) adresini gösterdiler. Başörtüsü sorunun çözümü için gençlerimize AB'nin dolambaçlı yollarını gösteren Yılmaz, kendi partisinden milletvekillerinin hazırlayıp meclise sundukları ilahiyat fakülteleri ile imam hatip liselerine başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin yasa teklifine "Kardeşim böyle bir zamanda sırası mıydı bunun? Kime sordunuz?" diye tepki gösterdi. İşte Yılmaz'ın başörtüsü konusundaki samimiyeti. Sayın Yılmaz'ın, çözümü elinde olduğu halde milletin derdine derman olmak gibi bir derdi yok, ama AB gibi bir derdi var.
Şimdi de gençlerimizi konsolosluk önlerinde dolaştırarak yad ellerde hak-hukuk aramaya götürenlere bakalım. Bu arkadaşlar gafletinden yapıyorlarsa bağışlanabilirler belki. Ancak bu organizasyon hiç de gafletle izah edilebilecek gibi değil. Alman oryantalizminin ve Alman İslamı'nın kokusu geliyor bu turlardan. ABD'nin yeşil kuşak projesine karşılık Müslümanları manüple etmenin politikasını geliştiren Almanya İslam'a kendi istediği şekilde müsaade ediyor. Almanyadaki Türk toplumunun etnik ve dinsel azınlıklardan oluşan heterojen bir topluluk olduğu belgelenmek isteniyor.
Herhangi bir milli kimlik talebiniz olduğu takdirde kendinizi sınırın ötesinde bulursunuz, ancak bir Alman gibi yaşarsanız o zaman kapılar size sonuna kadar açılır. Yani kültürünüzü ve kimliğinizi taşıyarak İslam'ı yaşamaya kararlıysanız buna imkan bulmanız mümkün değildir. Almanya'da bulunan Türklere ait camilerde sakallı dedelerin fotoğraflarının altında 'siz hala Alman vatandaşı olmadınız mı?' yazılı afişler bunu açıkça ortaya koyuyor...
Türkiye'de çok tehlikeli oyunlar oynanıyor. Tüm bunların karşısında milli duruşu sergileyen Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüzdür" derken neyi kastettiğini her geçen gün maalesef yaşarak daha iyi anlıyoruz. Milli bütünlüğümüze kastedenlerin karşısında dimdik tüm dinamiklerimizle 'milli duruşumuzu' göstermek zorundayız.
Mustafa Çiçek / diğer yazıları
- Birlik çağrısı / 27.10.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014