Ekonomik alanda, esastan yoksun tartışmalar, aldı başını gidiyor. Konuşulanlara ve yazılanlara bakınız, hepsi teferruatla ilgili. Tabiri caizse, teferruatta boğuluyoruz. Teferruat üzerinde haddinden fazla durulduğu ve yorumlar yapıldığı için asıl sorun kayboluyor. Anlaşılan o ki, bu oyun bilerek, planlı bir şekilde oynanıyor. "Asıl sorun nedir?" derseniz, derim ki, "Türkiye'nin asıl sorunu ekonomik bağımsızlıktır".
Devlet idaresinden veya ekonomiden birazcık haberdar olanlar bilir ki, küresel ekonomiye eklemlenmiş bir ülke, kendine yeterliliği, daha doğrusu ekonomik bağımsızlığı kaybeder. Ekonomik bağımsızlığı kaybeden ülkelerin, siyasi bağımsızlığı ise şekilden ibaret kalır. Örnek olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası, eski sömürgelerin siyasi bağımsızlığa kavuşmaları gösterilebilir. Bu ülkeler, görünüşte siyasi bağımsızlığa kavuştular. Ama ekonomik bakımdan yine bağımlıkları devam etti. Çünkü sömürücülerin telkinlerine kapıldılar, borçlanarak kalkınma modelini benimsediler. Bu modeli benimseyen ülkelerde, devletin asli görevi, küresel sermayeyi güvence altına almaktır. Halbuki aklı başında olan her devlet adamının bilmesi ve görmesi gereken en önemli gerçek şudur: Küresel sermaye kuvvetlendiği oranda, milli ekonomi, dolayısıyla milli devlet zayıflar.
ABD eski Çalışma Bakanı Robert Reich'in konuyla ilgili sözleri çok ilginçtir. Diyor ki: "Milli ekonomi fikri anlamını yitiriyor. Gelecekte ne milli ürünler, ne de milli şirketler olacak. En azından bizim anladığımız anlamda milli ekonomiler olmayacak". Peki, ne olacak? Dünyayı artık devletler değil, büyük şirketler ve finans kuruluşları idare edecektir. Dünya Bankası ve IMF programlarına "evet" diyen her idareci, aslında bu görüşün uygulayıcısıdır. İşte, farklılığı burada aramak lazımdır. Bu esasta beraber olanların farklılığı teferruattadır. Bir başka deyişle, bu görüşün tek bir alternatifi var, o da "Milli Ekonomi Modeli"dir. Bazıları, milli ekonomiyi dışa kapalı ekonomiyle, bağımlılığı dış ticaretle karıştırıyor. Bunlar, apayrı uygulamalardır. Ülkeleri bağımlı kılan ticari ilişkiler değil, siyasi tavizler vererek alınan borçlardır. Büyük-küçük her ülke, diğer ülkelerle ticari ilişkilere girebilir. Böyle bir ilişkiler, bağımsızlığa halel getirmez. Ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasi bağımsızlığın olamayacağını, bağımsızlık savaşçısı Che Guevera şu sözlerle ifade eder: " Milli egemenlik her şeyden önce bir ülkenin iç işlerine kimseyi karıştırmama, bir halkın kendisine en uygun hükümet biçimini ve hayat tarzını seçme hakkıdır. Bu, milletin iradesine bağlıdır ve hükümetin kalmasına ya da gitmesine ancak bu millet karar verebilmelidir. Fakat milli egemenlik ilkesi, ekonomik bağımsızlıkla birlikte ele alınmazsa, boş laftan ileriye gidemez". Demek ki, ekonomik bağımsızlık olmadan, ne siyasi bağımsızlık, ne de demokrasi olar. Demokrasi, milletin iradesinin egemen olması değil mi? Memuruna maaş vereceğini, IMF'ye soran bir iktidarın, milli iradeyi temsil ettiğini söylemek mümkün mü? Ekonomik bağımsızlıkla siyasi bağımsızlık arasındaki ilişkiyi en iyi bilmesi gereken millet, Türk milletidir. Zira Türk milleti, koca bir devleti (Osmanlı'yı) ekonomik bağımlılık yüzünden tarihe gömmüştür. Bu acı gerçeği bütün hücrelerinde yaşayan yeni devletimizin kurucuları, 1. İzmir İktisat Kongresi'ni toplayarak, Misak-i Milli'nin, ekonomik karşılığı olan 'Misak-i İktisadi Esasları' kabul ettiler.
Misak-i İktisadi Esaslar, Misak-i Milli gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin yazısız anayasası hükmündedir. Ne yazık ki, bu esaslar da bir kenara itildi. Tekrar başa dönüyor ve AKP hükümetine şöyle seslenmek istiyoruz. Geliniz, "enflasyonu düşürdük, yüzde 9.9 oranında büyümeyi gerçekleştirdik" diyerek övünmeyiniz. Bu şartlarda, değil yüzde 9.9, yüzde 19.9 büyüsek hiçbir anlam ifade etmez. Yapılması gereken iş, BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın dediği gibi, "ekonomik bağımlılık çemberini kırmak için milli bir seferberlik başlatmaktır". Bunun dışındaki başarılarla övünmek, kendi kendimizi aldatmaktır.
Devlet idaresinden veya ekonomiden birazcık haberdar olanlar bilir ki, küresel ekonomiye eklemlenmiş bir ülke, kendine yeterliliği, daha doğrusu ekonomik bağımsızlığı kaybeder. Ekonomik bağımsızlığı kaybeden ülkelerin, siyasi bağımsızlığı ise şekilden ibaret kalır. Örnek olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası, eski sömürgelerin siyasi bağımsızlığa kavuşmaları gösterilebilir. Bu ülkeler, görünüşte siyasi bağımsızlığa kavuştular. Ama ekonomik bakımdan yine bağımlıkları devam etti. Çünkü sömürücülerin telkinlerine kapıldılar, borçlanarak kalkınma modelini benimsediler. Bu modeli benimseyen ülkelerde, devletin asli görevi, küresel sermayeyi güvence altına almaktır. Halbuki aklı başında olan her devlet adamının bilmesi ve görmesi gereken en önemli gerçek şudur: Küresel sermaye kuvvetlendiği oranda, milli ekonomi, dolayısıyla milli devlet zayıflar.
ABD eski Çalışma Bakanı Robert Reich'in konuyla ilgili sözleri çok ilginçtir. Diyor ki: "Milli ekonomi fikri anlamını yitiriyor. Gelecekte ne milli ürünler, ne de milli şirketler olacak. En azından bizim anladığımız anlamda milli ekonomiler olmayacak". Peki, ne olacak? Dünyayı artık devletler değil, büyük şirketler ve finans kuruluşları idare edecektir. Dünya Bankası ve IMF programlarına "evet" diyen her idareci, aslında bu görüşün uygulayıcısıdır. İşte, farklılığı burada aramak lazımdır. Bu esasta beraber olanların farklılığı teferruattadır. Bir başka deyişle, bu görüşün tek bir alternatifi var, o da "Milli Ekonomi Modeli"dir. Bazıları, milli ekonomiyi dışa kapalı ekonomiyle, bağımlılığı dış ticaretle karıştırıyor. Bunlar, apayrı uygulamalardır. Ülkeleri bağımlı kılan ticari ilişkiler değil, siyasi tavizler vererek alınan borçlardır. Büyük-küçük her ülke, diğer ülkelerle ticari ilişkilere girebilir. Böyle bir ilişkiler, bağımsızlığa halel getirmez. Ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasi bağımsızlığın olamayacağını, bağımsızlık savaşçısı Che Guevera şu sözlerle ifade eder: " Milli egemenlik her şeyden önce bir ülkenin iç işlerine kimseyi karıştırmama, bir halkın kendisine en uygun hükümet biçimini ve hayat tarzını seçme hakkıdır. Bu, milletin iradesine bağlıdır ve hükümetin kalmasına ya da gitmesine ancak bu millet karar verebilmelidir. Fakat milli egemenlik ilkesi, ekonomik bağımsızlıkla birlikte ele alınmazsa, boş laftan ileriye gidemez". Demek ki, ekonomik bağımsızlık olmadan, ne siyasi bağımsızlık, ne de demokrasi olar. Demokrasi, milletin iradesinin egemen olması değil mi? Memuruna maaş vereceğini, IMF'ye soran bir iktidarın, milli iradeyi temsil ettiğini söylemek mümkün mü? Ekonomik bağımsızlıkla siyasi bağımsızlık arasındaki ilişkiyi en iyi bilmesi gereken millet, Türk milletidir. Zira Türk milleti, koca bir devleti (Osmanlı'yı) ekonomik bağımlılık yüzünden tarihe gömmüştür. Bu acı gerçeği bütün hücrelerinde yaşayan yeni devletimizin kurucuları, 1. İzmir İktisat Kongresi'ni toplayarak, Misak-i Milli'nin, ekonomik karşılığı olan 'Misak-i İktisadi Esasları' kabul ettiler.
Misak-i İktisadi Esaslar, Misak-i Milli gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin yazısız anayasası hükmündedir. Ne yazık ki, bu esaslar da bir kenara itildi. Tekrar başa dönüyor ve AKP hükümetine şöyle seslenmek istiyoruz. Geliniz, "enflasyonu düşürdük, yüzde 9.9 oranında büyümeyi gerçekleştirdik" diyerek övünmeyiniz. Bu şartlarda, değil yüzde 9.9, yüzde 19.9 büyüsek hiçbir anlam ifade etmez. Yapılması gereken iş, BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın dediği gibi, "ekonomik bağımlılık çemberini kırmak için milli bir seferberlik başlatmaktır". Bunun dışındaki başarılarla övünmek, kendi kendimizi aldatmaktır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018