ABD Başkanı Donald Trump, 13-16 Mayıs 2025 tarihleri arasında Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni ziyaret etti. Bu ziyaretleri emperyalist zihniyetin temsilcisi olarak yaptı. Bu ülkelerle uçak, silah, teknoloji ve enerji sektörlerinde milyarlarca dolarlık anlaşmalar imzalandı. Ancak bu anlaşmaların iç yüzü, Arap devletlerinin ekonomik zenginliklerinin Amerikan endüstrisine akıtılması şeklinde yorumlanmalıdır. Trump bu ülkeleri yalnızca birer müşteri değil, aynı zamanda zorunlu pazar haline getirdi. Kimi zaman tehdit diliyle, kimi zaman güvenlik garantileri üzerinden baskı kurarak "zoraki müşteri" konumuna soktu.
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın ev sahipliğinde Erdoğan'ın da çevrim içi olarak katıldığı toplantı, ABD'nin bölgemizdeki etkisinin katlanarak arttığını gösteriyor. Bu toplantıda Trump, Şara'ya İsrail ile diplomatik ilişkileri normalleştirmesi ve İbrahim Anlaşmalarına katılması çağrısında bulundu. Ayrıca Şara'dan savaşçı Filistinlileri sınır dışı etmesini istedi.
Trump'ın gezilerinde gözden kaçmaması gereken bir diğer unsur İran karşıtı blok oluşturma çabasıdır. Daha önce başlatılan İbrahim Anlaşması adı altında İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasındaki diplomatik normalleşme süreçleri daha ileri safhalara taşınmıştır. ABD'nin uzun yıllardır uyguladığı "böl-parçala-yönet" stratejisi, Trump döneminde yeni bir boyuta taşınmıştır. Bu eksende Türkiye'nin etkinliği de zamanla geriletilmeye çalışılmış; Erdoğan yönetimi, bu yeni tasarımda dışarıda bırakılmak istenmiştir.
Trump'ın bu gezisi hem demografik mühendislik hem de siyasi tasfiye anlamı taşımaktadır. Trump'ın Gazze'ye yaklaşımı, yalnızca Orta Doğu'yu değil; aynı zamanda küresel adalet sistemini de yaralamaktadır. BM kararlarının hiçe sayıldığı, halkların iradesinin görmezden gelindiği bu yeni düzende, ABD başkanı açıkça emperyal gücün temsilcisi gibi davranmıştır. Trump'ın Orta Doğu gezileri; ticari sömürü, siyasal dizayn ve mezhepsel bölünmeyi içeren çok katmanlı bir stratejinin yansımasıdır. Arap ülkeleri bu süreçte ekonomik olarak haraca bağlanmış; İran yalnızlaştırılmış, İsrail, bölgesel iş birlikleriyle meşrulaştırılmış; Filistin davası ise sessizce gömülmüştür.
Tüm bu gelişmeler, sadece Orta Doğu'nun değil, Türkiye'nin de geleceğini yakından ilgilendirmektedir.
Bu nedenle bizlerin, başta Lozan Anlaşması olmak üzere tarihî kazanımlarımıza sahip çıkmamız; Türklük tanımı gibi anayasal birlik unsurlarını korumamız elzemdir. Çünkü bugün dizayn edilen yalnızca Orta Doğu değil; aynı zamanda Türkiye'nin etnik ve mezhebi yapısıdır. Bu tuzağa düşmemek için uyanık olmalı, birlik içinde kalmalı ve emperyal senaryoları bozacak milli iradeyi korumalıyız.
- Ahrazlık töreye sığar mı? / 19.07.2025
- Milletin adı belli: Türk milleti / 17.07.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş: Milletin adamı, insanlığın kazanımı / 16.07.2025
- Barış mı, pazarlık mı? / 14.07.2025
- Cumhurbaşkanına hakaret, anayasanın temel niteliklerine saldırı ve terörsüz Türkiye / 13.07.2025
- Abdullah Öcalan’ın videolu açıklaması: Barış mı, pazarlık mı? / 12.07.2025
- Emekliler baş tacıdır, hakkı teslim edilmeli! / 06.07.2025
- Kerbelâ ruhu bizi diriltecek olandır / 05.07.2025
- Kemer sıkılıyor, emekli boğuluyor / 28.06.2025