Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Romano Prodi ve Birlik'in Genişlemeden Sorunlu(!) Üyesi Günther Verheugen'i kılıç- kalkanla karşılamadığımız kaldı.
Onu da yapardık belki; ama bana kalırsa "Osmanlı ruhunu çağrıştırır ya da hala Osmanlı'dan kurtulamadığımız'' şeklinde algılanır diye bundan vazgeçtik.
Birliğin mensuplarına Türk misafirperverliğini göstermek zorundaydık ve gösterdik de.
Havaalanına iner inmez iki konuğun ayakları altına Ankara çamuruyla(!) kirlenmesin diye kırmızı halılar serdik, sıkı korumalı konvoyla Türkiye'nin Büyük Millet Meclisi'nde ağırladık, Verheugen'in Corp Diplomatigue (Yabancı diplomatik misyon temsilcilerinin yeraldığı salon) bölümde uyuması esnasında Prodi'nin Türkiye'ye yağ bal akıttığı konuşmalara şahitlik ettik, gezdirdik, tozdurduk.( Biz bu satırları yazarken muhtemelen İstanbul'da kilise ya da cami ziyaretlerinde bulunacaklar.
Gezi sırasında Ayasofya'ya giderseler şayet, orayı hangi yaklaşımla gezecekler bilemiyorum.)
Kıbrıs'ın Kopenhag Kriterleri dışında bir şart olmadığı, Türkiye'nin önünün açık olduğu , demokratikleşme yolunda atılan olumlu adımlar ve IMF ile işlerin iyi gidiyor olması ile övgüler aldık, övündük.
Bilmiyorum dikkat ettiniz mi?
Romano Prodi'nin Mecliste konuşması ile Clinton'un aynı meclisten vekillerimize seslenmesi aynı argümanlarla örülüydü.
"Türkiye bölgede siyasal ve ekonomik istikrarla etkin ve önü açık bir ülkedir"
Doğru bir tesbit, doğru bir teşhis.
Başbakan Çiller döneminde Clinton'la girilen "tavan diplomasi''yi ileriki yıllarda Clinton'un Türk meclisinde sekteye uğratacağı beklenemezdi. Adam geldi, methiyeler düzdü, gönlümüzü aldı ve gitti.
Tayyip Erdoğan döneminde Berlusconi'yle girilen Birlik'teki tavan diplomasi de bu merhalede Prodi kanalıyla baltalanamazdı elbette.
Adam geldi, methiyeler düzdü, gönlümüzü aldı ve gidecek.
Bizler bu övgülere kendimizi o derece kaptırdık ki. Artık hiç kimse bizi bu yoldan döndüremezdi. Verheugen de Prodi de bizimle olduktan sonra sırtımız yere gelmezdi artık.
Ancak aynı ağızların yaptığı diğer açıklamalar bizi ilgilendirmedi pek.
"Atılan adımlar umut verici ama uygulamada zayıf, yapılması gereken çok şey var, Zana davasında Türkler yeniden kafa yormalılar,İnsan hakları konusunda daha pozitif adımlar atılacak, Kıbrıs şart olmasa da önemli bir olgu....."
Ayrıntı olarak gördüğümüz bu beklenti ve taleplere " Şeytan Ayrıntıda Gizlidir'' diyerek bakmak ve öyle algılamak durumunda olduğumuzu unuttuk nedense...
Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye sanayi, tarım, turizm gibi konularda neden ikircikli ve tekyanlı kararlar aldığını sorgulayamadık. Diğer ülkelere uygulanan siyasal jestlerin neden Türkiye'ye uygulanmadığını dillendiremedik.
Her iki temsilcinin de zaman zaman Türkiye karşıtı yaptıkları açıklama ve attıkları nutukların ne anlam taşıdığını kendilerinden öğrenemedik.
Sormadık, öğrenemedik. Bizler sorgulayamazdık. Risk alacak değildik güya.
Kendi kuyumuzu kendi ellerimizle kazma lüksümüz yoktu.
Gelenlere müfettiş gözüyle baktığımız içim amade olmaktan öte seçeneğimiz de yoktu..
Ezilmişlik, boynu büküklük, devlet adamı olamama, kendini temsil edememe...
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nce ikinci sınıf ülkeler arasında bulunan Türkiye'nin Avrupa Birliği ve onun temsilcilerine sorgulayıcı yaklaşması siyasilerimiz için bir değer taşımıyordu belki de.
Aynı anda hem Avrupa Konseyi'nin kurucusuyuz hem de OECD, BM ve NATO gibi uluslarüstü yapılanmaların üyesiyiz. Üstüne üslük bir de ABD'nin stratejik(!) ortağı olmuşuz, AB'ye karşı neden bu kadar pasif kalmışız sorgulamıyoruz.
Bazı basın yayın organlarına göre "Türkiye AB'nin kapısına dayandı, içeri almak zorunda" Bize göre ise" Türkiye çıkılması güç binanın tavanına merdiven dayayıp bacadan da girse evin içindekiler onu koltuğa oturtmayacak"
Türkiye Prodi ve Verheugen'i önümüzdeki haftalarda Türkiye aleyhine açıklamalarına şahit olursa şaşırmamalı.
Buna bizler toplumun birer parçası olarak alışığız; ancak bazıları bu duruma göz kapıyor, kulak tıkıyor.
Gözü ve kulağı tıkalı olanın çevreyle ne derece ilgili olması beklenebilir?
Tartışmaya bile gerek duymuyoruz.
Türk dostu(!) Prodi ve Verheugen'in bu dostluğunu neye borçluyuz onu da bilemiyorum.
Onu da yapardık belki; ama bana kalırsa "Osmanlı ruhunu çağrıştırır ya da hala Osmanlı'dan kurtulamadığımız'' şeklinde algılanır diye bundan vazgeçtik.
Birliğin mensuplarına Türk misafirperverliğini göstermek zorundaydık ve gösterdik de.
Havaalanına iner inmez iki konuğun ayakları altına Ankara çamuruyla(!) kirlenmesin diye kırmızı halılar serdik, sıkı korumalı konvoyla Türkiye'nin Büyük Millet Meclisi'nde ağırladık, Verheugen'in Corp Diplomatigue (Yabancı diplomatik misyon temsilcilerinin yeraldığı salon) bölümde uyuması esnasında Prodi'nin Türkiye'ye yağ bal akıttığı konuşmalara şahitlik ettik, gezdirdik, tozdurduk.( Biz bu satırları yazarken muhtemelen İstanbul'da kilise ya da cami ziyaretlerinde bulunacaklar.
Gezi sırasında Ayasofya'ya giderseler şayet, orayı hangi yaklaşımla gezecekler bilemiyorum.)
Kıbrıs'ın Kopenhag Kriterleri dışında bir şart olmadığı, Türkiye'nin önünün açık olduğu , demokratikleşme yolunda atılan olumlu adımlar ve IMF ile işlerin iyi gidiyor olması ile övgüler aldık, övündük.
Bilmiyorum dikkat ettiniz mi?
Romano Prodi'nin Mecliste konuşması ile Clinton'un aynı meclisten vekillerimize seslenmesi aynı argümanlarla örülüydü.
"Türkiye bölgede siyasal ve ekonomik istikrarla etkin ve önü açık bir ülkedir"
Doğru bir tesbit, doğru bir teşhis.
Başbakan Çiller döneminde Clinton'la girilen "tavan diplomasi''yi ileriki yıllarda Clinton'un Türk meclisinde sekteye uğratacağı beklenemezdi. Adam geldi, methiyeler düzdü, gönlümüzü aldı ve gitti.
Tayyip Erdoğan döneminde Berlusconi'yle girilen Birlik'teki tavan diplomasi de bu merhalede Prodi kanalıyla baltalanamazdı elbette.
Adam geldi, methiyeler düzdü, gönlümüzü aldı ve gidecek.
Bizler bu övgülere kendimizi o derece kaptırdık ki. Artık hiç kimse bizi bu yoldan döndüremezdi. Verheugen de Prodi de bizimle olduktan sonra sırtımız yere gelmezdi artık.
Ancak aynı ağızların yaptığı diğer açıklamalar bizi ilgilendirmedi pek.
"Atılan adımlar umut verici ama uygulamada zayıf, yapılması gereken çok şey var, Zana davasında Türkler yeniden kafa yormalılar,İnsan hakları konusunda daha pozitif adımlar atılacak, Kıbrıs şart olmasa da önemli bir olgu....."
Ayrıntı olarak gördüğümüz bu beklenti ve taleplere " Şeytan Ayrıntıda Gizlidir'' diyerek bakmak ve öyle algılamak durumunda olduğumuzu unuttuk nedense...
Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye sanayi, tarım, turizm gibi konularda neden ikircikli ve tekyanlı kararlar aldığını sorgulayamadık. Diğer ülkelere uygulanan siyasal jestlerin neden Türkiye'ye uygulanmadığını dillendiremedik.
Her iki temsilcinin de zaman zaman Türkiye karşıtı yaptıkları açıklama ve attıkları nutukların ne anlam taşıdığını kendilerinden öğrenemedik.
Sormadık, öğrenemedik. Bizler sorgulayamazdık. Risk alacak değildik güya.
Kendi kuyumuzu kendi ellerimizle kazma lüksümüz yoktu.
Gelenlere müfettiş gözüyle baktığımız içim amade olmaktan öte seçeneğimiz de yoktu..
Ezilmişlik, boynu büküklük, devlet adamı olamama, kendini temsil edememe...
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nce ikinci sınıf ülkeler arasında bulunan Türkiye'nin Avrupa Birliği ve onun temsilcilerine sorgulayıcı yaklaşması siyasilerimiz için bir değer taşımıyordu belki de.
Aynı anda hem Avrupa Konseyi'nin kurucusuyuz hem de OECD, BM ve NATO gibi uluslarüstü yapılanmaların üyesiyiz. Üstüne üslük bir de ABD'nin stratejik(!) ortağı olmuşuz, AB'ye karşı neden bu kadar pasif kalmışız sorgulamıyoruz.
Bazı basın yayın organlarına göre "Türkiye AB'nin kapısına dayandı, içeri almak zorunda" Bize göre ise" Türkiye çıkılması güç binanın tavanına merdiven dayayıp bacadan da girse evin içindekiler onu koltuğa oturtmayacak"
Türkiye Prodi ve Verheugen'i önümüzdeki haftalarda Türkiye aleyhine açıklamalarına şahit olursa şaşırmamalı.
Buna bizler toplumun birer parçası olarak alışığız; ancak bazıları bu duruma göz kapıyor, kulak tıkıyor.
Gözü ve kulağı tıkalı olanın çevreyle ne derece ilgili olması beklenebilir?
Tartışmaya bile gerek duymuyoruz.
Türk dostu(!) Prodi ve Verheugen'in bu dostluğunu neye borçluyuz onu da bilemiyorum.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005