Türkiye'de siyaset artık öngörülebilir olmaktan çıktı. Her olay bir öncekini gölgede bırakıyor, her tartışma bir sonrakine kapı aralıyor. Toplum olarak yorgunuz; hiçbir mesele tam anlamıyla kapanmıyor, yalnızca gündem değişiyor.
Artık en çarpıcı haber bile birkaç saat içinde unutuluyor. Bu ilgisizlik sadece siyasi değil; psikolojik bir yorgunluğun, bir tükenmişliğin göstergesi.
Toplum artık "şaşırma refleksini" kaybetti. Mesele kimin haklı olduğu değil, kime inanacağımız sorusuna dönüştü.
Fakat mesele yalnızca siyaset değil.
Toplumun her alanında "çürüyen güven" hissediliyor.
Bakın, spor dünyasından ekonomiye, oradan günlük yaşama kadar tablo aynı:
Futbolda bahis skandalları, artık sporun değil, kumarın konuşulduğu bir alan yarattı.
Merkez Bankası yöneticilerinin dahi adının geçtiği BKM ihalelerinde usulsüzlük iddiaları dillendiriliyor.
Yukarıda sistem çözülünce, aşağıda değerler eriyor.
Tepede adalet sarsıldığında, sokakta adalet arayışı yerini şansa bırakıyor.
Vatandaş umudunu sandıkta değil, kuponda arıyor.
Tuz koktuğunda alt katmanlar da kokar.
Bugün sokakta bir gencin "sistem bana zaten şans tanımıyor" diyerek kumara, bahse ya da çeteye yönelmesi şaşırtıcı değil.
Vatandaş da "madem herkes kendi yolunu buluyor" diyerek kendi adaletini üretmeye başlıyor.
Oysa bu, bir toplumun en tehlikeli eşiğidir.
Türkiye'de uzun süredir hukuk düzeninin adil ve öngörülebilir işlemediğine dair bir kanaat var.
Ancak bu kanaat, tek bir tarafın değil, toplumun her kesiminin tecrübesiyle oluştu.
Bürokrasi, siyaset ve yargı alanlarında yaşanan karmaşa, insanlarda şu duyguyu pekiştiriyor:
"Her şeyin içinde bir hesap var."
Oysa devletin en temel görevi, vatandaşa hesaplı değil, adil davranmaktır.
Hukuk kurallarının tutarlı biçimde işlemediği bir düzende, bireyler ne kadar iyi niyetli olursa olsun belirsizliğin içinde kalır.
"Her an herkesin hata yapabileceği" bir sistem, aslında kimsenin güvende olmadığı bir sistemdir.
Bu ne bir kişinin suçu ne de bir grubun başarısıdır; bu, köklü bir yapısal sorundur.
Bugün Türkiye'de bir yanda iktidar, bir yanda muhalefet kendi hesaplarıyla meşgul.
Ancak asıl mesele şu: Devletin omurgasını oluşturan kurumlar, artık siyaset üstü bir güven alanı olmaktan uzaklaştı.
Bu güven yeniden tesis edilmedikçe, hiçbir seçim, hiçbir reform kalıcı çözüm getirmeyecek.
Türkiye artık bir "reset" dönemine girmeli.
Bu, siyasi bir sıfırlama değil; ahlaki, hukuki ve kurumsal bir yeniden yapılanma anlamına gelmeli.
Çünkü kurumsal düzen yenilenmeden, iktidar da muhalefet de kalıcı bir meşruiyet zemini bulamaz.
Yukarıda yolsuzluk konuşulurken, aşağıda umutsuzluk büyüyor.
Bu tabloyu tersine çevirecek olan yalnız kanun değişiklikleri değil; güvenin yeniden inşasıdır.
Çünkü hiçbir yasayla vicdan restore edilmez.
Tarih boyunca toplumlar adaletsizlikten değil, umutsuzluktan çökmüştür.
Bugün de asıl tehlike budur:
Vatandaşın artık "bir şey değişir" inancını kaybetmesi.
Türkiye'nin en büyük reformu, bir gün yeniden birbirine inanan bir toplum olabilmektir.
Ve bu dönüşümün yolu, suçlamalardan değil; toplumsal ortak akıldan geçiyor.
Artık en çarpıcı haber bile birkaç saat içinde unutuluyor. Bu ilgisizlik sadece siyasi değil; psikolojik bir yorgunluğun, bir tükenmişliğin göstergesi.
Toplum artık "şaşırma refleksini" kaybetti. Mesele kimin haklı olduğu değil, kime inanacağımız sorusuna dönüştü.
Fakat mesele yalnızca siyaset değil.
Toplumun her alanında "çürüyen güven" hissediliyor.
Bakın, spor dünyasından ekonomiye, oradan günlük yaşama kadar tablo aynı:
Futbolda bahis skandalları, artık sporun değil, kumarın konuşulduğu bir alan yarattı.
Merkez Bankası yöneticilerinin dahi adının geçtiği BKM ihalelerinde usulsüzlük iddiaları dillendiriliyor.
Yukarıda sistem çözülünce, aşağıda değerler eriyor.
Tepede adalet sarsıldığında, sokakta adalet arayışı yerini şansa bırakıyor.
Vatandaş umudunu sandıkta değil, kuponda arıyor.
Tuz koktuğunda alt katmanlar da kokar.
Bugün sokakta bir gencin "sistem bana zaten şans tanımıyor" diyerek kumara, bahse ya da çeteye yönelmesi şaşırtıcı değil.
Vatandaş da "madem herkes kendi yolunu buluyor" diyerek kendi adaletini üretmeye başlıyor.
Oysa bu, bir toplumun en tehlikeli eşiğidir.
Türkiye'de uzun süredir hukuk düzeninin adil ve öngörülebilir işlemediğine dair bir kanaat var.
Ancak bu kanaat, tek bir tarafın değil, toplumun her kesiminin tecrübesiyle oluştu.
Bürokrasi, siyaset ve yargı alanlarında yaşanan karmaşa, insanlarda şu duyguyu pekiştiriyor:
"Her şeyin içinde bir hesap var."
Oysa devletin en temel görevi, vatandaşa hesaplı değil, adil davranmaktır.
Hukuk kurallarının tutarlı biçimde işlemediği bir düzende, bireyler ne kadar iyi niyetli olursa olsun belirsizliğin içinde kalır.
"Her an herkesin hata yapabileceği" bir sistem, aslında kimsenin güvende olmadığı bir sistemdir.
Bu ne bir kişinin suçu ne de bir grubun başarısıdır; bu, köklü bir yapısal sorundur.
Bugün Türkiye'de bir yanda iktidar, bir yanda muhalefet kendi hesaplarıyla meşgul.
Ancak asıl mesele şu: Devletin omurgasını oluşturan kurumlar, artık siyaset üstü bir güven alanı olmaktan uzaklaştı.
Bu güven yeniden tesis edilmedikçe, hiçbir seçim, hiçbir reform kalıcı çözüm getirmeyecek.
Türkiye artık bir "reset" dönemine girmeli.
Bu, siyasi bir sıfırlama değil; ahlaki, hukuki ve kurumsal bir yeniden yapılanma anlamına gelmeli.
Çünkü kurumsal düzen yenilenmeden, iktidar da muhalefet de kalıcı bir meşruiyet zemini bulamaz.
Yukarıda yolsuzluk konuşulurken, aşağıda umutsuzluk büyüyor.
Bu tabloyu tersine çevirecek olan yalnız kanun değişiklikleri değil; güvenin yeniden inşasıdır.
Çünkü hiçbir yasayla vicdan restore edilmez.
Tarih boyunca toplumlar adaletsizlikten değil, umutsuzluktan çökmüştür.
Bugün de asıl tehlike budur:
Vatandaşın artık "bir şey değişir" inancını kaybetmesi.
Türkiye'nin en büyük reformu, bir gün yeniden birbirine inanan bir toplum olabilmektir.
Ve bu dönüşümün yolu, suçlamalardan değil; toplumsal ortak akıldan geçiyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Tuz koktu: Türkiye’de güven krizi derinleşiyor / 12.11.2025
- Yönünü kaybeden siyaset / 11.11.2025
- Yerelde sarsılan dengeler / 10.11.2025
- EastMed: Bir enerji hattından fazlası / 09.11.2025
- Kıbrıs: Hazar-Akdeniz hattının güney ucu / 08.11.2025
- Tom Barrack’ın Hazar-Akdeniz çizgisi: Türkiye haritasını kim çiziyor? / 07.11.2025
- Cumhuriyet, yalnız bir yönetim değil, bir bilinçtir / 06.11.2025
- Cumhuriyet’in 102. yılında verilen ve verilmeyen mesajlar / 05.11.2025
- Bağımlılıkla mücadele programı: Kâğıt üzerinde bir seferberlik / 04.11.2025
- Cumhuriyet yaşar çünkü milleti yaşıyor / 03.11.2025
- Yönünü kaybeden siyaset / 11.11.2025
- Yerelde sarsılan dengeler / 10.11.2025
- EastMed: Bir enerji hattından fazlası / 09.11.2025
- Kıbrıs: Hazar-Akdeniz hattının güney ucu / 08.11.2025
- Tom Barrack’ın Hazar-Akdeniz çizgisi: Türkiye haritasını kim çiziyor? / 07.11.2025
- Cumhuriyet, yalnız bir yönetim değil, bir bilinçtir / 06.11.2025
- Cumhuriyet’in 102. yılında verilen ve verilmeyen mesajlar / 05.11.2025
- Bağımlılıkla mücadele programı: Kâğıt üzerinde bir seferberlik / 04.11.2025
- Cumhuriyet yaşar çünkü milleti yaşıyor / 03.11.2025



















































































