Şah Fırat operasyonunun, uluslararası hukuk açısından, yerini nereye koymamız gerekir?Süleyman Şah türbesinin bulunduğu mahal, 1921'de Fransa ile akdettiğimiz Ankara Sözleşmesi'yle vatan toprağımız olarak statü kazanırken, Lozan Antlaşması ile de Birinci Dünya Savaşını sona erdiren uluslararası belgede yerini alıyordu.60'lı yıllar sonrası bölgenin baraj suları altında kalma riski karşısında Suriye ile yapılan görüşme ve varılan mutabakatla Süleyman Şah türbesinin yeri değiştirilmiştir.Buraya kadar hukuka aykırı bir durum yok. Ancak, terör kuşatması altında kalan türbe ve koruma birliğimizi oluşturan askerlerimizin kurtarılması için yapılan operasyona, hukuka uygundur, diyemiyoruz. Vatan toprağımız sayılsa da, Suriye ile görüşülüp mutabakat sağlandıktan sonra operasyonun yapılması gerekirdi. Haydi, vatan savunmasıdır, diyerek meşru müdafaa gerekçesini öne sürelim; savunduk da vatanı mı kurtardık? Tam aksine palas pandıras vatan toprağını bırakıp kaçtık. Yetmedi, Suriye toprakları üzerinde ne ikili ne de uluslararası sözleşmeye dayalı, göstermelik türbe inşaatına giriştik.AKP hükümetinin zafer diye yutturmaya çalıştığı bozgun, uluslararası bir suç olan "saldırı" niteliği taşımaktadır. Şikâyet edilmemiz durumunda Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) yetki alanına giren "saldırı" suçundan dolayı cezai sorumluluğumuz gündeme gelebilir.Kişi hakları da ihlâl edilmiştir:Önce kendi insanımızdan başlayalım; Süleyman Şah türbesini yıkarken, türbenin mimarı Prof. Y.Mimar Ünal Demiraslan'ın projeden doğan telif haklarını da çiğnedik. Mimarın proje üzerinde eser sahibi olarak maddi ve manevi fikri hakları vardır. Telif ücreti ödense de, eser sahibinin eseri üzerinde devam eden manevi hakları vardır. Eser sahibinin izni olmadan eserde değişiklik yapamazsınız. Vazgeçtik değişiklikten, mimar dostumun hakları yerle bir edilmiştir. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na muhalefet vardır.Türbenin yeniden inşaatı için Suriye topraklarında işgâl edilen tarla, Suriyeli bir vatandaşın özel mülküdür. Suriye Devleti'nden izin alınmadığı gibi, tarlanın sahibinin haberi olmadan arazisinin işgâli de mülke tecavüzdür. Bu AKP hükümeti Türkiye'de alışa geldiği ve TOKİ aşkına el koyduğu arsalar, mülkler gibi, sınır dışında da hukuksuzluğunu sürdürmektedir. İçerde bunlara karşı şerbetlendik de, dışarda bari yapmayın, ele güne rezil olmayalım.Operasyonu hukuka yatırdığımızda, zafer değil bir kâbusun karşısında olduğumuzu görebilmekteyiz.Uluslararası bir sorumluluk önümüzde durmaktadır. Peki, sorumlu kim? İç ve dış hukuku ezip geçen yöneticiler olsa anlaşılır gibidir de, fatura Türkiye'ye kesilir mi?Cezaların şahsiliği ilkesi gereği yöneticilerin cezai mesuliyetleri vardır ve yargılanırlar. Devletimizi bekleyen tehlike ise, cezai değil, hukuki sorumluluk, yani tazminat yükümlülüğüdür. Devlet tazminatı öder, sonrasında kusurlu olan yöneticilere rücu edebilir.Hem davacı hem kadı durumunda rücu mu, et edebilirsen?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023