Türkiye'de son günlerde yaşanan gelişmelere bakıldığında, yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın değil, genel olarak AK Parti'nin CHP'ye yönelik eleştirileri bir süreliğine geri plana çektiği görülüyor. Bu durum sadece Erdoğan'ın tutumuyla açıklanamaz; çünkü konu daha geniş bir siyasal stratejiye işaret ediyor. Şu anda Türkiye'de asıl hedef, yeni anayasa tartışmaları ve özellikle Cumhurbaşkanı'nın yeniden adaylık meselesidir. Bu nedenle AK Parti cephesinde CHP ile köprüleri tamamen koparmamak, ileride gerekebilecek bir "kilit destek" ihtimali açısından stratejik bir tercih olarak okunabilir.
Eğer süreç fazla sertleşirse, CHP'nin ileride garantör veya denge unsuru olarak konumlandırılmak istenmesi ihtimali de göz ardı edilemez. Basında da bugün bu konuya işaret eden değerlendirmeler yer aldı.
Bu stratejik yaklaşımın bir başka boyutu da Öcalan'ın görüşmede kullandığı ifadelerle ilgilidir. Öcalan'ın "Şeyh Sait isyanının neden 1921'de değil, 1925'te çıktığı" meselesini, ümmet anlayışıyla verilen Kurtuluş Savaşı üzerinden yorumlaması dikkat çekicidir. Onun iddiasına göre, 1920–21'de Kürtlerin de ümmet bilinciyle mücadeleye katılmasının ardından ulus-devlet anlayışına geçilmesi isyanı tetiklemiştir.
Bu söylem, AK Parti'nin yıllardır yaptığı siyasal İslam merkezli anlatılarla uyumludur. Yani iktidar, meseleyi etnik değil "ümmet" zemini üzerinden tartışmaya çekmek isteyebilir. Bunun sonucunda, siyasal söylemin "din düşmanı – din dostu" ikiliğine dönüştürülmesi ve CHP ile yaşanacak muhtemel gerilimin de bu alana taşınması mümkündür. Bu açıdan dikkatli olmak gerekir.
Bu noktada Karar Gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan'ın değerlendirmesi önemlidir. Ocaktan, Türkiye'de yıllardır devam eden gerilimin aslında "ortodoks ulusalcı sol" ile "merdiven altı İslamcı" yapılar arasındaki mücadele olduğunu vurguluyor. Bu tespit, Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllardır yaptığı uyarılarla büyük ölçüde örtüşüyor.
Çünkü eğer iktidarın söylemlerine karşı çıkarken "din düşmanlığı" gibi bir algı oluşursa, bu durum siyasal İslamcıların elini güçlendirecektir. Aynı şekilde, CHP ve ulusalcı kesim eleştiri üretirken dini kavramlara bütünüyle mesafeli, hatta negatif bir pozisyon alırsa yine kazanan AK Parti olacaktır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllarca vurguladığı temel nokta da tam olarak budur: Atatürk'ün bir Müslüman Türk kimliğiyle hareket ettiğini kavramak ve toplumu din–kimlik temelinde ayrıştırmaya çalışan tuzaklara düşmemek.
Atatürk'ün Lozan'daki en kritik hamlelerinden biri de bu çerçevede anlaşılmalıdır. Atatürk, Türkiye'de yaşayan Müslümanların tamamının bu ülkenin kurucu unsuru olduğunu açıkça ifade etmiş ve Kürtlerin "azınlık" kategorisine sokulmasını reddetmiştir. Bu yaklaşım, ümmet anlayışını değil; Müslüman Türk kimliği çerçevesinde kapsayıcı bir vatandaşlık tanımını esas alır.
Bugün ise bir yandan Papa'nın İznik'te gerçekleştirdiği sembolik ayin, diğer yandan içeride yeniden canlanan ümmet–ulusalcılık tartışmaları aynı anda gündeme gelmiştir. Bu iki gelişme de aynı manipülasyon alanının parçalarıdır. Bir yandan Anadolu'nun "Hristiyan dünyasının merkezi" hâline getirilmesi tartışmaları yürütülürken, diğer yandan içeride din merkezli siyasal tartışmaların artırılması dikkat çekicidir.
Tam da bu nedenle hem CHP'nin hem ulusalcı kesimin hem de tüm muhalefetin çok dikkatli olması gerekir. Eğer bu tartışmalar "din–kimlik" eksenine çekilirse, Türkiye yeniden kutuplaştırılmış bir zemin içine itilecek ve siyasal İslamcı söylemler güçlenecektir.
Sonuç olarak, bugün yaşananların hiçbiri tesadüf değildir. Papa'nın ziyareti, ümmet vurgusu, kimlik tartışmaları ve yeniden gündeme gelen anayasa süreci, Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren aynı büyük senaryonun farklı başlıklarıdır. Bu süreçte Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllar önce ortaya koyduğu "Müslüman Türk kimliği" anlayışı, bu ülkenin en büyük koruyucu zırhıdır. Bu çerçeve doğru okunmazsa, kazanan yine aynı odaklar olacaktır.
Eğer süreç fazla sertleşirse, CHP'nin ileride garantör veya denge unsuru olarak konumlandırılmak istenmesi ihtimali de göz ardı edilemez. Basında da bugün bu konuya işaret eden değerlendirmeler yer aldı.
Bu stratejik yaklaşımın bir başka boyutu da Öcalan'ın görüşmede kullandığı ifadelerle ilgilidir. Öcalan'ın "Şeyh Sait isyanının neden 1921'de değil, 1925'te çıktığı" meselesini, ümmet anlayışıyla verilen Kurtuluş Savaşı üzerinden yorumlaması dikkat çekicidir. Onun iddiasına göre, 1920–21'de Kürtlerin de ümmet bilinciyle mücadeleye katılmasının ardından ulus-devlet anlayışına geçilmesi isyanı tetiklemiştir.
Bu söylem, AK Parti'nin yıllardır yaptığı siyasal İslam merkezli anlatılarla uyumludur. Yani iktidar, meseleyi etnik değil "ümmet" zemini üzerinden tartışmaya çekmek isteyebilir. Bunun sonucunda, siyasal söylemin "din düşmanı – din dostu" ikiliğine dönüştürülmesi ve CHP ile yaşanacak muhtemel gerilimin de bu alana taşınması mümkündür. Bu açıdan dikkatli olmak gerekir.
Bu noktada Karar Gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan'ın değerlendirmesi önemlidir. Ocaktan, Türkiye'de yıllardır devam eden gerilimin aslında "ortodoks ulusalcı sol" ile "merdiven altı İslamcı" yapılar arasındaki mücadele olduğunu vurguluyor. Bu tespit, Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllardır yaptığı uyarılarla büyük ölçüde örtüşüyor.
Çünkü eğer iktidarın söylemlerine karşı çıkarken "din düşmanlığı" gibi bir algı oluşursa, bu durum siyasal İslamcıların elini güçlendirecektir. Aynı şekilde, CHP ve ulusalcı kesim eleştiri üretirken dini kavramlara bütünüyle mesafeli, hatta negatif bir pozisyon alırsa yine kazanan AK Parti olacaktır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllarca vurguladığı temel nokta da tam olarak budur: Atatürk'ün bir Müslüman Türk kimliğiyle hareket ettiğini kavramak ve toplumu din–kimlik temelinde ayrıştırmaya çalışan tuzaklara düşmemek.
Atatürk'ün Lozan'daki en kritik hamlelerinden biri de bu çerçevede anlaşılmalıdır. Atatürk, Türkiye'de yaşayan Müslümanların tamamının bu ülkenin kurucu unsuru olduğunu açıkça ifade etmiş ve Kürtlerin "azınlık" kategorisine sokulmasını reddetmiştir. Bu yaklaşım, ümmet anlayışını değil; Müslüman Türk kimliği çerçevesinde kapsayıcı bir vatandaşlık tanımını esas alır.
Bugün ise bir yandan Papa'nın İznik'te gerçekleştirdiği sembolik ayin, diğer yandan içeride yeniden canlanan ümmet–ulusalcılık tartışmaları aynı anda gündeme gelmiştir. Bu iki gelişme de aynı manipülasyon alanının parçalarıdır. Bir yandan Anadolu'nun "Hristiyan dünyasının merkezi" hâline getirilmesi tartışmaları yürütülürken, diğer yandan içeride din merkezli siyasal tartışmaların artırılması dikkat çekicidir.
Tam da bu nedenle hem CHP'nin hem ulusalcı kesimin hem de tüm muhalefetin çok dikkatli olması gerekir. Eğer bu tartışmalar "din–kimlik" eksenine çekilirse, Türkiye yeniden kutuplaştırılmış bir zemin içine itilecek ve siyasal İslamcı söylemler güçlenecektir.
Sonuç olarak, bugün yaşananların hiçbiri tesadüf değildir. Papa'nın ziyareti, ümmet vurgusu, kimlik tartışmaları ve yeniden gündeme gelen anayasa süreci, Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren aynı büyük senaryonun farklı başlıklarıdır. Bu süreçte Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllar önce ortaya koyduğu "Müslüman Türk kimliği" anlayışı, bu ülkenin en büyük koruyucu zırhıdır. Bu çerçeve doğru okunmazsa, kazanan yine aynı odaklar olacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Ümmet söylemi ve Türkiye’nin milli kimlik sınavı / 05.12.2025
- Papa XIV. Leo’nun İznik adımı: Teoloji, sembol ve jeopolitik bir hatırlatma / 04.12.2025
- Dizilerle devlet yönetimi olmaz: İznik ayini ve tepki yönetiminin yeni modeli / 03.12.2025
- Büyük resim: BOP’tan İznik ayinine uzanan sessiz kuşatma / 02.12.2025
- Meslek liselerinde iş güvenliği / 01.12.2025
- Dil birliği neden hayati? / 30.11.2025
- İmralı ziyareti ve yeni siyasi eşik: Kimlik mühendisliği tartışması nereye gidiyor? / 29.11.2025
- Arap-Kürt-Türk üçgeni ve yeni yurttaşlık tartışması: Türkiye nereye gidiyor? / 27.11.2025
- Açılımın kırılgan anatomisi: ASALA’dan 2025 İmralı tartışmasına uzanan 50 yıllık çizgi / 26.11.2025
- PKK yıllarca saldırıları üstlendi; peki şimdi ne oluyor? / 25.11.2025
- Papa XIV. Leo’nun İznik adımı: Teoloji, sembol ve jeopolitik bir hatırlatma / 04.12.2025
- Dizilerle devlet yönetimi olmaz: İznik ayini ve tepki yönetiminin yeni modeli / 03.12.2025
- Büyük resim: BOP’tan İznik ayinine uzanan sessiz kuşatma / 02.12.2025
- Meslek liselerinde iş güvenliği / 01.12.2025
- Dil birliği neden hayati? / 30.11.2025
- İmralı ziyareti ve yeni siyasi eşik: Kimlik mühendisliği tartışması nereye gidiyor? / 29.11.2025
- Arap-Kürt-Türk üçgeni ve yeni yurttaşlık tartışması: Türkiye nereye gidiyor? / 27.11.2025
- Açılımın kırılgan anatomisi: ASALA’dan 2025 İmralı tartışmasına uzanan 50 yıllık çizgi / 26.11.2025
- PKK yıllarca saldırıları üstlendi; peki şimdi ne oluyor? / 25.11.2025



















































































