Başbakan Erdoğan’ın partisinin Ankara İl Kongresi’nde Atatürk’ün, “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü eleştirmesi ve o yılları “Türkiye’nin içine kapanma yılları” olarak niteleyip Türkiye’ye zarar veren bir dönem olarak değerlendirmesi bize, rahmetli atalarımızın, “Yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder” sözünü hatırlattı...
Ne acıdır ki, Erdoğan Türk tarihi konusunda ne biliyorsa, “yarım” biliyor. Ve Erdoğan bu “yarım bilgiler” üzerine inşa etmeye çalıştığı Yeni Türkiye’yi, ilk düğme yanlış iliklendiği için, işler bir türlü düzelmiyor, her şey her gün biraz daha kötüye gidiyor…
“Yurtta sulh, cihanda sulh” dönemleri, Erdoğan’ın zannettiği gibi asla “içe kapanma” dönemleri değildir.
Meselâ o dönemde…
*1935’te Türkiye, İran ve Afganistan arasında (2 Ekim-Cenevre) üçlü bir anlaşma parafe edilmiştir.
*8 Temmuz 1937 tarihinde Türkiye, Irak, İran arasında Sadabat Paktı imzalanmıştır. Bu paktın önemini sayfalar dolusu anlatsak, bitiremeyiz. O günün insanları Sadabat Paktı’nı imzalamakla bugünleri, bu günlerin PKK’sını o günlerden gördüklerini ispatlamışlardır.
*17 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık ve Uzlaşma Anlaşması imzalanmıştır.
*27 Kasım 1933’te aynı muhtevada bir anlaşma Türkiye ve Yugoslavya ile gerçekleştirilmiştir.
*9 Şubat 1934’te Atina’da Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye ile Balkan Anlaşması imzalanmıştır.
Dahası da var…
Şimdi Sayın Erdoğan 10 yıllık iktidar dönemine, o “dünyaya açılma dönemi” diye övündüğü döneme bir baksın, hangi komşu ülke ile veya hangi bir Batı ülkesi ile Türkiye lehine böyle bir anlaşma imzalamıştır? Erdoğan’ın imzaladığı bütün anlaşmalar son haçlı seferi olan Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun anlaşmalardır, bunun bir tek istisnası yoktur.
Bir devlet adamına bu kadar gaflet yakışır mı?
Türkiye’nin tarihini yarım bildiğini her ağzını açışta ortaya koyan Erdoğan, Sakarya Kongresi’nde de, “Osmanlı döneminde, hariciye yazışmaları Fransızca yapılırdı. Resmi gazete Türkçenin Rumca da, Afrika’da Türkçe bilmeyen, ama kendi halkının dilini konuşan memurlar bulunurdu. İstanbul’da Türkçe konuşulur, ama onun dışında hiçbir yerde, hiç kimsenin diline karışılmazdı. Osmanlı Devleti 600 yıl boyunca. Şu hoşgörü, bu toleransla, milletine verdiği bu haklarla ayakta kaldı” diyebilmiştir.
Bütün bunları niye söylüyor?
Niye olacak, başta Kürtçe olmak üzere, bütün azınlık dillerini okullara sokacak ya, kamuoyu oluşturmak için söylüyor tabii ki…
Amma, söyledikleri yanlış…
Osmanlı’da hariciye yazışmaları Fransızca değil, Türkçe yapılırdı! Türkçe bilmeyen memur ve mebus olamazdı…
Erdoğan’ın, sık sık referans verdiği ve bizlerin de “rahmetle” andığı Abdülhamit’in hazırlattığı Kanuni Esasi’den de haberi yok anlaşılan…
Kanuni Esasi… (özet ve sadeleştirilmiş olarak)
Madde 1: Devlet ülkesiyle bir bütündür.
Madde 18: Devlet memuru olabilmek için devletin resmi dili olan Türkçe bilmek esastır.
Madde 57: Meclis’in dili Türkçedir.
Madde 68:Türkçe bilmeyen memur ve mebus olamaz.
Osmanlı hâkimiyetindeki eyaletlerde yerel dilleri ile dilekçe verenler, “Devletin dilinin Türkçe olduğunu bildiğin halde niye Türkçe vermedin” diye cezalandırılmışlardır.
Osmanlı zayıf düştüğünde…
Tıpkı bugün olduğu gibi Haçlılar Osmanlı bünyesindeki azınlık okullarında kendi dilleri ile eğitim yapılmasını dayatmışlar, bu eğitim sonunda o okullarda Türk düşmanları yetişmiş ve Osmanlı bir müddet sonra bu okullarda yetişen hainlerin ihanetleri ile paramparça olmuştur…
Aynı senaryoyu dün Osmanlı’ya dayatanlarla bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne dayatanlar aynı mihraktır…
Haçlılardır…
Siyonistlerdir…
Allah’ını, vatanını seven herkesin Erdoğan’ı uyarması vicdanî ve ahlâkî bir görevdir…
Ne acıdır ki, Erdoğan Türk tarihi konusunda ne biliyorsa, “yarım” biliyor. Ve Erdoğan bu “yarım bilgiler” üzerine inşa etmeye çalıştığı Yeni Türkiye’yi, ilk düğme yanlış iliklendiği için, işler bir türlü düzelmiyor, her şey her gün biraz daha kötüye gidiyor…
“Yurtta sulh, cihanda sulh” dönemleri, Erdoğan’ın zannettiği gibi asla “içe kapanma” dönemleri değildir.
Meselâ o dönemde…
*1935’te Türkiye, İran ve Afganistan arasında (2 Ekim-Cenevre) üçlü bir anlaşma parafe edilmiştir.
*8 Temmuz 1937 tarihinde Türkiye, Irak, İran arasında Sadabat Paktı imzalanmıştır. Bu paktın önemini sayfalar dolusu anlatsak, bitiremeyiz. O günün insanları Sadabat Paktı’nı imzalamakla bugünleri, bu günlerin PKK’sını o günlerden gördüklerini ispatlamışlardır.
*17 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da Türkiye ile Romanya arasında Dostluk, Saldırmazlık ve Uzlaşma Anlaşması imzalanmıştır.
*27 Kasım 1933’te aynı muhtevada bir anlaşma Türkiye ve Yugoslavya ile gerçekleştirilmiştir.
*9 Şubat 1934’te Atina’da Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ve Türkiye ile Balkan Anlaşması imzalanmıştır.
Dahası da var…
Şimdi Sayın Erdoğan 10 yıllık iktidar dönemine, o “dünyaya açılma dönemi” diye övündüğü döneme bir baksın, hangi komşu ülke ile veya hangi bir Batı ülkesi ile Türkiye lehine böyle bir anlaşma imzalamıştır? Erdoğan’ın imzaladığı bütün anlaşmalar son haçlı seferi olan Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun anlaşmalardır, bunun bir tek istisnası yoktur.
Bir devlet adamına bu kadar gaflet yakışır mı?
Türkiye’nin tarihini yarım bildiğini her ağzını açışta ortaya koyan Erdoğan, Sakarya Kongresi’nde de, “Osmanlı döneminde, hariciye yazışmaları Fransızca yapılırdı. Resmi gazete Türkçenin Rumca da, Afrika’da Türkçe bilmeyen, ama kendi halkının dilini konuşan memurlar bulunurdu. İstanbul’da Türkçe konuşulur, ama onun dışında hiçbir yerde, hiç kimsenin diline karışılmazdı. Osmanlı Devleti 600 yıl boyunca. Şu hoşgörü, bu toleransla, milletine verdiği bu haklarla ayakta kaldı” diyebilmiştir.
Bütün bunları niye söylüyor?
Niye olacak, başta Kürtçe olmak üzere, bütün azınlık dillerini okullara sokacak ya, kamuoyu oluşturmak için söylüyor tabii ki…
Amma, söyledikleri yanlış…
Osmanlı’da hariciye yazışmaları Fransızca değil, Türkçe yapılırdı! Türkçe bilmeyen memur ve mebus olamazdı…
Erdoğan’ın, sık sık referans verdiği ve bizlerin de “rahmetle” andığı Abdülhamit’in hazırlattığı Kanuni Esasi’den de haberi yok anlaşılan…
Kanuni Esasi… (özet ve sadeleştirilmiş olarak)
Madde 1: Devlet ülkesiyle bir bütündür.
Madde 18: Devlet memuru olabilmek için devletin resmi dili olan Türkçe bilmek esastır.
Madde 57: Meclis’in dili Türkçedir.
Madde 68:Türkçe bilmeyen memur ve mebus olamaz.
Osmanlı hâkimiyetindeki eyaletlerde yerel dilleri ile dilekçe verenler, “Devletin dilinin Türkçe olduğunu bildiğin halde niye Türkçe vermedin” diye cezalandırılmışlardır.
Osmanlı zayıf düştüğünde…
Tıpkı bugün olduğu gibi Haçlılar Osmanlı bünyesindeki azınlık okullarında kendi dilleri ile eğitim yapılmasını dayatmışlar, bu eğitim sonunda o okullarda Türk düşmanları yetişmiş ve Osmanlı bir müddet sonra bu okullarda yetişen hainlerin ihanetleri ile paramparça olmuştur…
Aynı senaryoyu dün Osmanlı’ya dayatanlarla bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne dayatanlar aynı mihraktır…
Haçlılardır…
Siyonistlerdir…
Allah’ını, vatanını seven herkesin Erdoğan’ı uyarması vicdanî ve ahlâkî bir görevdir…
Hasan Demir / diğer yazıları
- Artık yeter! / 02.11.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015
- Artık yeter! / 28.09.2015
- Sandıktan ne çıkacak! / 21.09.2015
- Böyle milliyetçilik olur mu? / 12.09.2015
- AKP başımıza neler getirecek! / 11.09.2015
- Şehit ve gaziden korkanlar! / 07.09.2015
- Kripto Ermeniler! / 29.08.2015
- Atatürk sandıktan çıkmadı! / 24.08.2015
- Bu ne biçim üslup böyle! / 22.08.2015
- Asalet nerede? / 16.08.2015