Özelleştirme en istikrarlı gündemlerden biri olmayı sürdürüyor. Zaten standart bir hararetle kamuoyunda güncelliğini yitirmeyen özelleştirme konusu, ara sıra meydana gelen bazı hadiselerle bir anda tavan yapıp sonra tekrar rutinleşiyor.ABD'deki bir olay tartışmaları tekrar alevlendirdi. ABD'de bir özel sektör kuruluşu olan Unocol'u Çinli bir firmanın en yüksek fiyatı vererek satın almak istemesinin söz konusu olmasıyla, ABD kamuoyunda başlayan ulusal güvenlik tartışmaları, ülkemizdeki özelleştirme tartışmalarına da yansıdı.Bizde bu konudaki tartışmalara katkıda bulunmak istedik.Başbakan ne kadar, parayı veren düdüğü çalar dese de, bakanlarımız, babalar gibi satarım diye gürlese de, vatandaşımız özelleştirme sürecinden oldukça tedirgin. Satışlar, her ne kadar çağdaşlığın bir gereği olarak gösterilsede, Türk Halkı engin tarih tecrübesi ve sağduyusuyla ancak iflasın eşiğinde olanların, değerli eşyalarını ve diğer varlıklarını satacağını iyi bilmekte. İş hayatında en zor şey, sermaye, işgücü, hammadde, teknoloji, yetişmiş bir yönetici kadrosu gibi üretim faktörlerini bir araya getirerek yeni bir işletme kurmak ve daha sonra sıfırdan başlayarak pazar kavgasına girişmektir. Bu saydıklarımızı sanayi alanında yapmak ise uzun, meşakkatli bir süreç gerektirir. En müsait ülkelerde bile bu zorluklar yaşanır.Bahsettiğimiz zorluklar, ülkemize gelen yabancı sermayenin, yeni yatırım şeklinde değil, yerli sanayi ve sanayicisi finans oyunlarıyla bitirilmiş, rakibinin olmadığı bir ekonomiye, ucuza kapatma anlayışıyla gelmek istemesinin sebebidir. Kendilerince bu konuda haklıdırlar da. Çünkü ülke menfaatlerini düşünmek onların değil, o ülkedeki iktidarın mesuliyetidir.Erdemir, Tüpraş, Telekom gibi kuruluşların kar etmesini, pazarda tekel konumunda bulunmalarını, aktif değerlerinin parasal değerini bir tarafa bırakın, böyle geniş kapsamlı organizasyona sahip kuruluşların, bugün başlansa inşa edilmesinin alacağı zaman hesaplamalarda göz önünde bulundurulacak ilk kriter olmalıdır. Özelleştirmede işlenen belki en büyük cinayet, miktar ne olursa olsun, en yüksek fiyatı verene bu kurumların satılmak istenmesidir. Taban fiyatın hangi bilirkişiler tarafından belirlendiğini bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa, o da, yukarıda sayılan maddeler alt alta toplanıp ulaşılan değerden daha düşük bir fiyatın kabul edilmesinin ulusal güvenlik meselesi sayılması gerektiğidir. Bu ise yabancı sermayenin işine gelmez. Çünkü onlar alırken kazanmaya alışmışlardır. Üstelik bire on değil, bire yüz.Bedelini vermeye razı olsalar bile, Tüpraş, Erdemir, Telekom ve benzeri stratejik kuruluşlarımız son ABD örneğinde olduğu gibi değerlendirilmeli ve satılmaları düşünülmemelidir. Bütün bunlara rağmen özelleştirmede ısrar etmeleri, ülke çıkarları için, çıkan ulusalcı sesleri vatan hainliğiyle suçlamaları, uygulamaya "yavuz özelleştirme", uygulamayı gerçekleştirenlere "yavuz özelleştiriciler" isimlerini yakıştırmamın sebebi oldu.
Serdar Peker / diğer yazıları
- Domuz jeltini / 09.07.2012
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007