Bugüne kadar Türk siyasetini şekillendirenlerin, devlet çarkını çekip çevirenlerin milletin önüne koydukları Türkiye tablosunu, aşağıdan yukarıya topluyoruz, sonuç iflas çıkıyor; yukarıdan aşağıya topluyoruz netice yine değişmiyor. İki kere iki iflas eder, diyor bilançolar. Kerat cetveli artık bu tabloda işlemiyor. Sadece ekonomik alanlarda değil tabii... Sosyal, siyasal, kültürel, dini, ahlaki vs. tüm alanlarda hiçkimsenin inkar edemeyeceği kadar açık bir müzmin netice sözkonusu.
Belki bunlardan daha da önemlisi; asıl iflas, bütün bu problemler karşısında kollektif aklı devreye sokacak değerler sisteminin darmadağın edilmesi, değerler zincirinin halkalarının boşalmasıdır. Dolayısıyla bugüne kadar işbaşına gelen siyasilerin önlerine, Hazinemizi iflas ettirmelerinin veya ulusal bağımsızlığımızı riske sokmalarının... vs. hesabı kadar, toplumu bir arada tutan, fertlerin çeşitli bahanelerle dağılmalarını veya dağıtılmalarını önleyen toplumsal değerler sistemi konusundaki ihmallerinin ve iflasın faturasının konması gerekmektedir.
Maalesef bugün bu yapılmadığı gibi, Türkiye'nin ufkundaki kimi yeni siyasi oluşumların da aynı malul anlayışı allayıp-pullayıp sürdüreceklerinin ilk emareleri kendini göstermektedir. Bu malul versiyonlar da, siyasi alanda mandacı, ekonomik alanda yabancı tasmalı, kültürel ve ahlaki sahada global papaz-haham tütsülü, topluma dönük yüzünde saf Anadolu karakter ve imanını temsil etme yerine konjonktüre göre yelken şişiren çok yüzlü-çok kültürlü bir hal arzetmektedirler.
Evet, bugün Türkiyemizin iç ve dış borç toplamı 300 milyar doları bulmuş... İşbaşındakilerce milletin egemenliği tartışmaya açılmış... Tonlarca yasal düzenleme AB, IMF vb. global güçlerin talimatlarıyla yapılmış... Yargı erkinin yabancılara devri niteliğindeki Tahkim'e onay verilmiş... Şeker, tütün, buğday ve sair hububata varıncaya kadar milletin elindeki son üç-beş ürün bile yabancıların talimatlarıyla kanuni cendereye alınmış... Hazineyi tamtakır hale dönüştüren hortumlamalar ve görev zararı kabilinden peşkeşler, dış borç-faiz sarmalıyla güya halledilme yoluna gidilmiş... Bununla da yetinilmeyerek takas-makas oyunlarıyla piyasanın tüm riski devlete yüklenmiş... Gelen üç-beş dolarlık dış borçla ve takas yöntemiyle bankaları kurtaran ekonominin yerli-ithal patronları, kaynak paketi için milletin sırtına yeni vergiler bindirmiş, dar gelirliyi sindirmiş... Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu üzerindeki karabulutlara, Rum-Pontus, Büyük Ermenistan ve Ekümenik patrik hayalleri eklenmiş... Hepsi doğru; eksiği var, fazlası yok.
Ama asıl önemlisi, bütün bunların üstesinden gelebilecek toplumdaki irade, kuvvet, dayanışma gücü yok edildi; damarlardaki asil kan çekildi, emildi. Hatta toplumun boynuna adalet, insan hakları, temel hak ve hürriyetler konusunda AİHM veya Kopenhag tasması takmadan, ekonomik kalkınmada IMF kayışı ve askeri meselelerde AGSK ipi geçirmeden, kültürel ve dini sahalarda milletin koynundan papaz çıngırağı sallandırmadan hiçbir iş yapılamayacağı, hiçbir şekilde yerli duruşun mümkün olamacağı nevinden saplantılar oluşturuldu. Ruhlardan bağımsızlık karakteri ince ince kıyıldı.
Fakat milletimiz, inanç konusundaki uzun tecrübelerden sonra şunu çok iyi kavradı; bugüne kadar etkili politik koruma altında medyada arzı endam ederek İslam, Ehl-i Kitap, Kur'an, sünnet, kurban, oruç, hac, başörtüsü... gibi konularda ahkam kesenler, ya Moon yosmaları çıktı ya da Vatikan zangoçları. Kamu vicdanında hepsinin global güçlerin sosyal, kültürel ve dinsel alanlardaki piyonları olduğu netleşti. Bu bağlamda malum yosma ve zangoçların öğretileri, tüm desteklere rağmen saf Anadolu imanı ile uyuşmadı. Çünkü İslamın samimiyetinden uzak bu çabalar, ikiyüzlü, tavizkâr, takiyyeci, sindirilmiş bir karakter çiziyordu. Evet, belki politik arenada kendisine umut bağlanan kimi karakterler de bundan farklı olmadı. Fakat medya tarafından gizlenmeye çalışılsa da şimdi toplum, işte bu nirengi nokta etrafında mikserlenmektedir.
Bir yandan bu tabloları seyreden insanımız, aynı zamanda Meltem TV ve Yenimesaj gazetesinden de Prof Dr. Haydar Baş beyin, ekonomik, kültürel, sosyal alandaki pekçok somut kalkınma önerilerinin yanında inanç ve ahlak konusundaki samimi, saf ve tarihten bugüne yaşana gelen "Allah'a kulluk eksenli İslam anlayışı"na adeta sevdalandı. Zira, kim ne derse desin; inanç vazgeçilmez bir gerçektir ve bu millet Müslümandır.
Toplum, her alanda olduğu üzere dinde de 'Az bile olsa; olsun... Ama temiz olsun, samimi olsun, delikanlıca olsun, ikiyüzlü olmasın' karakteri taşıyor. Mesela; kişi, namaz kılıyorsa kılıyor. Kılamıyorsa, kılamıyorum diyor. Öyle ki, en ayık olmayanı, en demlenmişi bile neticede 'Elhamdülillah Müslümanım' ikrarını yapıyor. Kulluktaki noksanlıkları için pişmanlık duyuyor; Allah afetsin diyerek tevbe kapısına boyun büküyor. Prof. Dr. Haydar Baş beyin yıllardan beri yaşadığı-anlattığı berrak din algılayışı ile milletimizin bu samimi gönlü adeta örtüştü.
Toplumumuz, bu inanç ve anlayışın vatanı, milleti ve tüm kurumlarıyla devleti koruyucu vazgeçilmez bir gerçek olduğunu; yaşanan siyasi, iktisadi, ahlaki... vs. problemlerin ancak ve ancak bu gerçek etrafında şekillenen somut projelerle çözüleceğini uzun zaman takibe aldı, özümsedi ve kararını verdi. Gerçekler AB sürecinde daha da net olarak ortaya çıkınca; toplum bu söylemleri bağrına bastı. Kararsız bir topluluk yok denecek kadar az, artık Türkiye'de.
Trabzon'daki, Çağlayan'daki, Tandoğan'daki coşku işte budur. Bu coşku, her alanda milletin yaban arayışlara son verip kendi devletine, toprağına, kendi insanına, kendi meselelerine yönelmesidir. Kim bilir; belki de köksüz eski-yeni oluşumlarla yerli oluşumlar arasındaki tarihi fark budur.
Belki bunlardan daha da önemlisi; asıl iflas, bütün bu problemler karşısında kollektif aklı devreye sokacak değerler sisteminin darmadağın edilmesi, değerler zincirinin halkalarının boşalmasıdır. Dolayısıyla bugüne kadar işbaşına gelen siyasilerin önlerine, Hazinemizi iflas ettirmelerinin veya ulusal bağımsızlığımızı riske sokmalarının... vs. hesabı kadar, toplumu bir arada tutan, fertlerin çeşitli bahanelerle dağılmalarını veya dağıtılmalarını önleyen toplumsal değerler sistemi konusundaki ihmallerinin ve iflasın faturasının konması gerekmektedir.
Maalesef bugün bu yapılmadığı gibi, Türkiye'nin ufkundaki kimi yeni siyasi oluşumların da aynı malul anlayışı allayıp-pullayıp sürdüreceklerinin ilk emareleri kendini göstermektedir. Bu malul versiyonlar da, siyasi alanda mandacı, ekonomik alanda yabancı tasmalı, kültürel ve ahlaki sahada global papaz-haham tütsülü, topluma dönük yüzünde saf Anadolu karakter ve imanını temsil etme yerine konjonktüre göre yelken şişiren çok yüzlü-çok kültürlü bir hal arzetmektedirler.
Evet, bugün Türkiyemizin iç ve dış borç toplamı 300 milyar doları bulmuş... İşbaşındakilerce milletin egemenliği tartışmaya açılmış... Tonlarca yasal düzenleme AB, IMF vb. global güçlerin talimatlarıyla yapılmış... Yargı erkinin yabancılara devri niteliğindeki Tahkim'e onay verilmiş... Şeker, tütün, buğday ve sair hububata varıncaya kadar milletin elindeki son üç-beş ürün bile yabancıların talimatlarıyla kanuni cendereye alınmış... Hazineyi tamtakır hale dönüştüren hortumlamalar ve görev zararı kabilinden peşkeşler, dış borç-faiz sarmalıyla güya halledilme yoluna gidilmiş... Bununla da yetinilmeyerek takas-makas oyunlarıyla piyasanın tüm riski devlete yüklenmiş... Gelen üç-beş dolarlık dış borçla ve takas yöntemiyle bankaları kurtaran ekonominin yerli-ithal patronları, kaynak paketi için milletin sırtına yeni vergiler bindirmiş, dar gelirliyi sindirmiş... Kıbrıs, Ege ve Güneydoğu üzerindeki karabulutlara, Rum-Pontus, Büyük Ermenistan ve Ekümenik patrik hayalleri eklenmiş... Hepsi doğru; eksiği var, fazlası yok.
Ama asıl önemlisi, bütün bunların üstesinden gelebilecek toplumdaki irade, kuvvet, dayanışma gücü yok edildi; damarlardaki asil kan çekildi, emildi. Hatta toplumun boynuna adalet, insan hakları, temel hak ve hürriyetler konusunda AİHM veya Kopenhag tasması takmadan, ekonomik kalkınmada IMF kayışı ve askeri meselelerde AGSK ipi geçirmeden, kültürel ve dini sahalarda milletin koynundan papaz çıngırağı sallandırmadan hiçbir iş yapılamayacağı, hiçbir şekilde yerli duruşun mümkün olamacağı nevinden saplantılar oluşturuldu. Ruhlardan bağımsızlık karakteri ince ince kıyıldı.
Fakat milletimiz, inanç konusundaki uzun tecrübelerden sonra şunu çok iyi kavradı; bugüne kadar etkili politik koruma altında medyada arzı endam ederek İslam, Ehl-i Kitap, Kur'an, sünnet, kurban, oruç, hac, başörtüsü... gibi konularda ahkam kesenler, ya Moon yosmaları çıktı ya da Vatikan zangoçları. Kamu vicdanında hepsinin global güçlerin sosyal, kültürel ve dinsel alanlardaki piyonları olduğu netleşti. Bu bağlamda malum yosma ve zangoçların öğretileri, tüm desteklere rağmen saf Anadolu imanı ile uyuşmadı. Çünkü İslamın samimiyetinden uzak bu çabalar, ikiyüzlü, tavizkâr, takiyyeci, sindirilmiş bir karakter çiziyordu. Evet, belki politik arenada kendisine umut bağlanan kimi karakterler de bundan farklı olmadı. Fakat medya tarafından gizlenmeye çalışılsa da şimdi toplum, işte bu nirengi nokta etrafında mikserlenmektedir.
Bir yandan bu tabloları seyreden insanımız, aynı zamanda Meltem TV ve Yenimesaj gazetesinden de Prof Dr. Haydar Baş beyin, ekonomik, kültürel, sosyal alandaki pekçok somut kalkınma önerilerinin yanında inanç ve ahlak konusundaki samimi, saf ve tarihten bugüne yaşana gelen "Allah'a kulluk eksenli İslam anlayışı"na adeta sevdalandı. Zira, kim ne derse desin; inanç vazgeçilmez bir gerçektir ve bu millet Müslümandır.
Toplum, her alanda olduğu üzere dinde de 'Az bile olsa; olsun... Ama temiz olsun, samimi olsun, delikanlıca olsun, ikiyüzlü olmasın' karakteri taşıyor. Mesela; kişi, namaz kılıyorsa kılıyor. Kılamıyorsa, kılamıyorum diyor. Öyle ki, en ayık olmayanı, en demlenmişi bile neticede 'Elhamdülillah Müslümanım' ikrarını yapıyor. Kulluktaki noksanlıkları için pişmanlık duyuyor; Allah afetsin diyerek tevbe kapısına boyun büküyor. Prof. Dr. Haydar Baş beyin yıllardan beri yaşadığı-anlattığı berrak din algılayışı ile milletimizin bu samimi gönlü adeta örtüştü.
Toplumumuz, bu inanç ve anlayışın vatanı, milleti ve tüm kurumlarıyla devleti koruyucu vazgeçilmez bir gerçek olduğunu; yaşanan siyasi, iktisadi, ahlaki... vs. problemlerin ancak ve ancak bu gerçek etrafında şekillenen somut projelerle çözüleceğini uzun zaman takibe aldı, özümsedi ve kararını verdi. Gerçekler AB sürecinde daha da net olarak ortaya çıkınca; toplum bu söylemleri bağrına bastı. Kararsız bir topluluk yok denecek kadar az, artık Türkiye'de.
Trabzon'daki, Çağlayan'daki, Tandoğan'daki coşku işte budur. Bu coşku, her alanda milletin yaban arayışlara son verip kendi devletine, toprağına, kendi insanına, kendi meselelerine yönelmesidir. Kim bilir; belki de köksüz eski-yeni oluşumlarla yerli oluşumlar arasındaki tarihi fark budur.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019