Türkiye, herşeyini sömürmeyi hedefleyen küresel güçlere karşı Milli Ekonomi Modeli ile topyekün bir mücadele başlatılmalı
Dünkü yazımızda Türkiye'nin global düzenin şartlarına ister istemez boyun eğmesinin örneklerini vermiştik.
Küresel sistemde bir ülkenin içten ele geçirilişinin yöntemleri uzun yıllardır ülkemize dayatılmaktadır.
Dış borç batağıyla beraber istenilen siyasi ve sosyal tavizlerin kolayca yerine getirilmesinin sağlandığı bu anlayışta, dış destekli yatırım kalkınma modellerini, dış destekli ekonomik programları, içine düşülen badireleri aşmaya yardımcı olacağı söylenerek yerine getirmesi istenilen tarım, sanayi, maliye vb. alanlardaki sözde reform önerilerini eksiksiz yerine getirme çabaları ile 2001 yılı tamamlanmıştır.
Gelinen nokta ise dün de ifade ettiğimiz gibi hiç de iç açıcı değildir.
Benzer ekonomik sorunlar yüzünden aynı IMF ile çalışan, benzer taktiklerin verildiği Arjantin, ülkemizden çok daha az dış borca sahip olmasına rağmen konkordato ilan etmek zorunda kalmıştır. Arjantin ekonomisi çökmüştür. Bir hafta önce kurulan yeni hükümet istifa etmiştir. Halkta isyan başlamış, güvenlik önlemlerine rağmen yağma, hırsızlık olaylarının önüne geçilemez olmuştur.
IMF reçeteleri ile bu hâle gelen ülke, krizi aşmak için yine borç kredi istemesine karşın hayır yanıtı almıştır. Oysa Arjantin yakın zamana kadar dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olmaya aday gösterilmekteydi. Ama küresel dengelere uymayan bu hızlı yükselişi, bu düzenin kurallarına göre kendi eliyle çöküşe çevrilmiştir.
Türkiye şartları karşılaştırıldığında, ülkemizin bir Arjantin olmaması için derhal önlemler alınmasının gereği ortadadır.
Bir yandan AB'ye alınma vaatleriyle oyalanan Türkiye, 1995'te girdiği Gümrük Birliği ile, tek taraflı pekçok ekonomik yükümlülüğü üstlenmiştir. Türkiye bu tarihten sonra Avrupa mallarının açık pazarı haline gelmiştir.
Neticede, IMF'nin temsil ettiği sermaye grupları ve uluslararası şirketlerle ekonomik rekabete hazır olmayan yerli üretim durma noktasındadır.
Bu noktada tekrar devreye giren IMF, ülkemize ekonomik istikrarı sağlayacak programları sunarak aslında temsil ettiği sermaye gruplarının pazar ve kaynaklarını ele geçirmesini garanti altına almaktır.
PROF. DR. HAYDAR BAŞ'IN BAŞYAZI'SININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN YAZARLAR BÖLÜMÜNDEN LİNKİNE TIKLAYINIZ...
Dünkü yazımızda Türkiye'nin global düzenin şartlarına ister istemez boyun eğmesinin örneklerini vermiştik.
Küresel sistemde bir ülkenin içten ele geçirilişinin yöntemleri uzun yıllardır ülkemize dayatılmaktadır.
Dış borç batağıyla beraber istenilen siyasi ve sosyal tavizlerin kolayca yerine getirilmesinin sağlandığı bu anlayışta, dış destekli yatırım kalkınma modellerini, dış destekli ekonomik programları, içine düşülen badireleri aşmaya yardımcı olacağı söylenerek yerine getirmesi istenilen tarım, sanayi, maliye vb. alanlardaki sözde reform önerilerini eksiksiz yerine getirme çabaları ile 2001 yılı tamamlanmıştır.
Gelinen nokta ise dün de ifade ettiğimiz gibi hiç de iç açıcı değildir.
Benzer ekonomik sorunlar yüzünden aynı IMF ile çalışan, benzer taktiklerin verildiği Arjantin, ülkemizden çok daha az dış borca sahip olmasına rağmen konkordato ilan etmek zorunda kalmıştır. Arjantin ekonomisi çökmüştür. Bir hafta önce kurulan yeni hükümet istifa etmiştir. Halkta isyan başlamış, güvenlik önlemlerine rağmen yağma, hırsızlık olaylarının önüne geçilemez olmuştur.
IMF reçeteleri ile bu hâle gelen ülke, krizi aşmak için yine borç kredi istemesine karşın hayır yanıtı almıştır. Oysa Arjantin yakın zamana kadar dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olmaya aday gösterilmekteydi. Ama küresel dengelere uymayan bu hızlı yükselişi, bu düzenin kurallarına göre kendi eliyle çöküşe çevrilmiştir.
Türkiye şartları karşılaştırıldığında, ülkemizin bir Arjantin olmaması için derhal önlemler alınmasının gereği ortadadır.
Bir yandan AB'ye alınma vaatleriyle oyalanan Türkiye, 1995'te girdiği Gümrük Birliği ile, tek taraflı pekçok ekonomik yükümlülüğü üstlenmiştir. Türkiye bu tarihten sonra Avrupa mallarının açık pazarı haline gelmiştir.
Neticede, IMF'nin temsil ettiği sermaye grupları ve uluslararası şirketlerle ekonomik rekabete hazır olmayan yerli üretim durma noktasındadır.
Bu noktada tekrar devreye giren IMF, ülkemize ekonomik istikrarı sağlayacak programları sunarak aslında temsil ettiği sermaye gruplarının pazar ve kaynaklarını ele geçirmesini garanti altına almaktır.
PROF. DR. HAYDAR BAŞ'IN BAŞYAZI'SININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN YAZARLAR BÖLÜMÜNDEN LİNKİNE TIKLAYINIZ...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.