Yeni yılın ilk köşe yazılarını okurken ve Babacan'ın Vatan'da çıkan röportajının başlıklarına göz atarken, aklıma bir soru takıldı: 'AB ile yola devam, yeni reform paketleri gibi iddialı cümlelere imza atan dostlarımız gerçekten söylediklerine inanıyorlar mı?' Bin yıldır değişmeyen ana kural: Bir fikri 'pazarlamak' için inanmak gerekmez... Sevgili dostlar, bugün katılımın 'az' olmasından da yararlanarak, piyasa dinamiklerini bir kenara bırakarak, kavramlara değinmek ve özellikle 2007'de çok soracağımız 'AB ile hangi noktadayız' sorusuna cevap vermek amacıyla, bazı tespitlerimi sizlere aktarmak istiyorum... Gerçekten AB ile aramızda neler oldu? Biz ilk imzayı attığımızda 'ortada bile olmayan ülkeler 2007'nin ilk gününde 'şartsız' tam üye olurken, biz neden hâlâ 'kapıda sürünüyoruz?'... Sonuca varma yolunda 'sorgulayalım' ve konuyu birlikte maddeler halinde değerlendirelim... 1 - İçeride Babacan tarafından her fırsatta başladığı iddia edilen ama asla başlamayan müzakereler resmi olarak askıya alındı. 2 - AB ile müzakereler 'sözde' yaklaşık bir yıl önce başladı. Tarama süreci ve müzakere süreci kamuoyunda birbirine karıştı. Hâlâ müzakere edilmiş ve Türkiye'nin, AB standartlarına uyduğuna dair 'onaylanmış' tek bir başlık dahi yok. 3 - Askıya alınan başlıklar: 'malların serbest dolaşımı, taşımacılık, Gümrük Birliği, tarım, balıkçılık, dış ilişkiler, mali hizmetler ve iş kurma hakkı'... 4 - Bu başlıkların çok büyük önemi var. Bu başlıkları çıkardığınızda tam üyelik süreci Chirac'ın ortaya attığı imtiyazlı üyelik sürecine dönüşüyor. 5 - Şöyle bir karar daha alındı: 'Hangi başlık açılırsa açılsın, Türkler Rum tarafını Kıbrıs olarak tescil etmez ise, o başlık kapanmaz.' AB aynı kararla Türkiye'nin limanlarını açıp açmayacağına dair gözlem süresi koyuyor ve 2007, 2008, 2009 yıllarında rapor yazılacağını belirtiyor. Bunun anlamı çok açık; 3 yıllık bir süre için en azından 'ilerleme' yok. Sonuç: Bir kez daha yazacağım hatta gerçeği herkes görene kadar yazmaktan asla vazgeçmeyeceğim; bana göre Türkiye'nin 'gerçekten AB süreci' yok... Hiçbir zaman 'olmadı'... Ve asla olmayacak... Son yaşananlar ile 'yokluğu' da kesinleşti... Son söz: Türkiye'nin içine girdiği AB süreci 'bir devin beynine sıkılan ilaçla uyuşturulmasından' başka bir şey değil. Avrupa, Türkiye'den her istediğini alıyor ve karşılığında hiçbir şey vermeden bizi uyuşturuyor... Bir Türk vatandaşı olarak tek bir temennim var; bu ilaçtan bir an önce kurtulmalı ve yeni yılda yeni senaryoları sorgulamalıyız... Not: Üzerinde yaşadığımız topraklar hiçbir zaman Avrupa'nın parçası olmadı. Avrupa ile bu topraklar arasında, üzerinde hangi medeniyet olursa olsun, her zaman 'iktidar' kavgası oldu. M.S. 196 yılında, bölgenin ve Anadolu uzantısının en önemli yönetim merkezi olan bugünün 'İstanbul coğrafyası', Roma İmparatorluğu'nun eline geçti. 330 yılında Konstantin, bölgeyi 'Roma İmparatorluğu'nun ikinci başkenti ilan etti. 395 yılı ve sonrasına yani Roma yıkılana kadar, İstanbul ve Roma arasında iktidar kavgası devam etti. Detaya lütfen dikkat edelim; bölge Doğu Roma'nın değil Roma İmparatorluğu'nun iki başkentinden' biri... Kavga daha sonra 'din' başlığı altında 'kiliseler' arasında devam etti. Roma'dan gelen Papa'nın temsilcileri 1054 yılında 'Ayasofya'ya' gelerek İstanbul Kilisesi'ni 'aforoz' ettiler. Verdikleri mesaj çok açıktı; yönetim Roma'dan yapılır... İstanbul bölgesi ve Anadolu bizim elimize geçtikten sonra da durum değişmedi. Avrupa ile bu topraklar arasındaki mücadele 'Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet Türkiyemiz'de de devam etti... Artık bir detayı anlamalıyız; bu topraklar Avrupa'nın bir parçası olamaz. Avrupa'nın ancak ve ancak 'rakibi', 'antitezi' olabilir... Yiğit Bulut
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.