AB'de Fransız etkisi artıyor
Avrupa Birliği'nde kritik görevlere gelen isimlerde Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un tercihlerinin öne çıkması, "Almanya AB'deki etkisini kaybediyor mu?" sorularını de beraberinde getiriyor. Bu sonucun gerçekleşmesinde Merkel'in siyasetten çekilecek olması da etkili oluyor





Yaklaşık 60 yıldır kıtada sürdürdüğü barıştan dolayı 2012 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldüğünde, bu ödülü Avrupa Birliği (AB) adına kimin alacağı tartışılmış, Birlik'in üç önemli organı olan Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu başkanları ödülü birlikte alarak bu tartışmayı sonlandırmıştı. 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması'yla birlikte, AB liderleri tepe yönetici pozisyonlarının sayısını da artırmıştı. Bu çerçevede oluşturulan AB Konseyi Başkanlığı makamı, ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger'ın "Avrupa'yı aramak istediğimde kimi arayayım" şeklindeki nüktesine cevaben oluşturulmuş bir makamdı.
AB Başkanı Türkiye karşıtı
Geçtiğimiz hafta yapılan AB liderler zirvesinde, 31 Ekim 2019 itibariyle bu göreve Belçikalı Charles Michel getirildi. Michel, Belçika başbakanı olduktan sonra Türkiye'nin AB üyeliği adaylığının sonlandırılması ve mülteci anlaşmasının sorgulanması gerektiğiyle ilgili düşünceleriyle dikkat çekmişti. "Türkiye ile mülteci anlaşması kesinlikle sorgulanmalı. Bizim dış sınırlarımızı sorgulamak Erdoğan'a kalmadı. Gelecekte biz kendi sınırlarımızı korumak için çalışmalı ve hatta Avrupa'nın güvenliğini garanti altına almalıyız" diyen Michel, pek çok AB lideri gibi popülist bir söylemi tercih etmişti. AB'nin en tepesindeki kurumun başına Michel'in getirilmiş olması, ilişkilerin geleceğine yönelik de ipuçları veriyor.
Lizbon Anlaşması'yla ihdas edilen makamlardan biri de AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği makamıdır. Bu görev önce İngiltere'den Catherine Ashton ve ardından İtalya'dan Federica Mogherini tarafından yürütülmüştü. Bu görevin kadınlar tarafından yürütülmesi geleneği, İspanya Dışişleri Bakanı Josep Borrell Fontelles'in aday gösterilmesiyle bozulmuş oldu. 2004-2007 döneminde Avrupa Parlamentosu başkanlığı da yapmış olan Fontelles'in en dikkat çeken söylemlerinden birisinin İsrail-Filistin sorunu hakkında olduğu söylenebilir.
Zira yeni Yüksek Temsilci geçtiğimiz yıl AB'nin Filistin'i tek taraflı olarak tanımasını teklif etmiş ve İspanya'nın bunu gerekirse tek başına yapacağı tehdidinde de bulunarak dikkatleri üzerine çekmişti. Bu ismin seçilmesi İsrail tarafında rahatsızlık meydana getirdi.
Siyonist rejim Bercam nükleer anlaşmasını, Filistin'i ve iki devletli çözümü desteklemesi nedeniyle Mogherini ile anlaşamıyordu. Avrupa'da sağcı partilerin güçlenmesinin kendi işine yarayacağını düşünen İsrail, Mogherini'nin yerine seçilecek isimden ümitliydi. Fakat Borrell'in seçilmesi, AB'nin İsrail ve ABD'ye muhalefet etmeyi sürdüreceğini, İran ve Filistin'le ortak adımlar atmayı devam ettireceğini gösterdi.
AB'nin yeni başbakanı onay alabilecek mi?
Uluslararası ilişkilerde AB'yi temsil eden kurum olan Avrupa Komisyonu'nun başkanlığına (bir bakıma başbakanlığına) gelecek isim ise son liderler zirvesinin en çok tartışılan konusu oldu. Sıkı bir federalist olan Almanya Savunma Bakanı Ursula Von Der Leyen'in bu göreve aday gösterilmesi, komisyon başkanı seçimini tartışılır hale getirdi. AB kulislerinde Leyen'in adaylığına Avrupa Parlamentosu'ndan onay gelmeme olasılığı konuşuluyor.
Böyle bir durumda, AB için yeni bir krizin kapıda olduğu söylenebilir.
Lizbon Anlaşması ile AB'nin resmi kurumları arasına dahil edilen Avrupa Merkez Bankası'nın başkanlığını 2011'den beri yürüten Mario Draghi'nin yerine, ekonomi dünyasının çok yakından tanıdığı bir isim olan, Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde aday gösterildi. Lagarde'ın aday gösterilmesinde, tıpkı diğer kadın aday olan Ursula von der Leyen gibi Macron'un etkili olması, adayları belirleme konusunda Fransız cumhurbaşkanın Merkel'le kıyaslandığında çok daha fazla söz sahibi olduğunu gösteriyor.
YENİ MESAJ / AA