Şahitlik ettiğimiz devri iletişim çağı olarak adlandırıyorlar. Daha pek çok isim konulabilir aslında ama en iddialısı bu sanırım. İletişim çağı... İlk bakışta ne kadar göz alıcı, ne kadar baş döndürücü, insan oğlunun kabiliyetleri penceresinden bakıldığında ne kadar gurur verici bir tablo. Gelişen, hatta baş döndüren teknoloji sayesinde bugün akıl almaz boyutlara ulaşan iletişim, ilk insandan itibaren, büyük bir ihtiyaç olarak insan oğlunun hayatında var olagelmiştir. İnsanın farklı farklı özellik, karakter ve kabiliyetlerde yaratılmış olmasının temelinde birbirleriyle anlaşmaları, kaynaşmaları, ortak noktalarda buluşmaları gayesi vardır. Bu da "iletişim" olgusunu beraberinde getirir. Bu yönüyle iletişim, hayatımızın temel olgularındandır ve bizim için vazgeçilmezdir. Söz buraya gelmişken, niyetimiz, iletişim üzerine bir sürü bilgiyi içeren bir yazı yazarak size sıkmak değil elbet. Güncel hadiselere getireceğimiz yorumlarda isabeti sağlamak için, dayandığımız temellere atıfta bulunmak niyetimiz.Efendim, takdir edersiniz ki, özellikle televizyon ve internet merkezli iletişimin taarruzu altındayız. Aslında amiyane tabirle, tam bir bombardıman. Her gün çoğalan televizyon kanalları ve sayısını veremeyeceğimiz çoklukta internet sitesi merkezinde olaya baktığımızda "bombardıman" ifadesinin hafif kaldığı bile söylenebilir. Yukarıda söyledik ya, bir yönüyle bakıldığında, gelinen nokta insanlık adına gurur verici. İnsanlık ailesine mensup her fert doğal olarak, iletişim dünyasındaki yerini alıyor. Ama sonuç maalesef gurur verici değil. Çünkü, iletişim, her ne kadar insanların birbirini tanımaları için verilmiş bir kabiliyetse de, yine insanın iç dünyasında meknuz zaaf ve hırsları gereği evvelden beri bir silah olarak kullanılmıştır. İşte bu silah şimdi eskisinden daha tehlikeli, daha yıkıcı ve daha öldürücü. Şairin dediği gibi, "yalana teslim" insanlar haline getirildik. İletişim kanallarını ellerinde tutanlar, neye inanmamız gerekiyorsa onu servis ediyorlar ve "firaset" filtresinden yoksun kitleler, adeta büyülenmişcesine yalan rüzgarında oradan oraya savruluyorlar.Güncel bir örnek, maksadımızı daha anlaşılır hale getirecektir. Malum, Ortadoğu'da, yani İslam coğrafyasında eskiden beri var olan problemler, ürkütücü boyutlara ulaştı. Kaynayan kazan artık taştı. Her gün yüzlerce, binlerce müslüman can veriyor. Peki, bunun iletişim dünyasındaki karşılığı ne: "Arap Baharı..."Allah Allah, bu nasıl bahar? Baharın çağrıştırdığıyla yaşananların ne ilgisi var? Gerçek şu ki, bu soruların iletişim rüzgarının delice estiği atmosferde hiçbir kıymet-i harbiyesi yok. Belirli haber merkezlerinden servis edilen neyse, sizin de inanmanız gereken o. Var mı itirazınız! Varsa, yandınız. Bir Suriye gündemi var ki, akıllara zarar. Dost ve komşu ülke bir anda düşmanımız oldu. Savaş neredeyse kapıda. Peki nasıl oldu bu? Ne oldu da biz Suriye'yle karşı karşıya geldik?Malum haber merkezlerinden servis edilenlere bakacak olursak, Beşar Esad bir diktatör... Hem de halkının masum demokrasi ve özgürlük taleplerine canice tepki veren, onları çocuk yaşlı ayrımı yapmadan öldüren zalim bir diktatör. Tabii, bu kuru bir iddiadan ibaret değil, görüntüler, fotoğraflar havada uçuşuyor.Eh bize de ne düşer, bu zalim diktatöre haddini bildirmek düşer. En yetkili ağızlardan tehdit dolu açıklamalar, yaptırım kararları... Şimdi burada bir duralım ve Beşar Esad ne diyor, ona kulak verelim. Takip ettiyseniz bilirsiniz, Beşar Esad bir ABD televizyon kuruluşuna geçtiğimiz günlerde bir röportaj verdi. Barbara Walters'le Şam'da bir araya gelen Esad, çok önemli şeyler söyledi. Mesela,Suriye devletinin halkını öldürmediğini, çıkan haberlerin yalan olduğunu söyledi. Yine, Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan ve Suriye'deki şiddet olaylarından hükümet güçlerinin sorumlu olduğunu, halka sistematik işkence uygulandığını belirten raporu reddetti. BM'nin raporu kendilerine göndermediğini, bu yüzden rapordaki somut kanıtları görmediğini söyleyen Esad, "Birleşmiş Milletler'in itibarlı bir kuruluş olduğunu kim söylüyor ki" dedi. Öyle ya, çıkar hesaplarıyla birleşen milletlerin kararından hayır mı çıkar, bunda itibar aranır mı?Tabii ABD'li gazeteci Walters'in bu sözlerden etkilendiğini beklemek saflık olur. Devam ediyor bombardımana Walters ve fotoğraflar gördüğünü, çocukların tutuklandığını söylüyor. Esad, "Dürüst konuşmak gerekirse Barbara sana inanmıyorum" diyor. Walters ısrar ediyor ve işkenceyle öldürülen 13 yaşındaki Hamza'yı hatırlatıyor. Esad, "Hayır, hayır, hayır" diyor, "Bu bir haber değil. Ben çocuğun babasıyla bir araya geldim. Medyada gösterildiği gibi işkenceye uğramadığını söyledi" diyor. Esad, ayrıca şiddetin, askerleri tarafından değil, göstericilerin arasına karışmış suçlular tarafından gerçekleştirildiğini, ölenlerin çoğunun hükümet yanlısı olduğunu söylüyor.İşte bu da Suriye'nin, malum haber merkezlerinden servis edilmeyen cephesi.Şimdi, bir karar vereceğiz; ya ABD'li Walters'in yanındayız, ya da Suriyeli Esad'ın.
Okan Egesel / diğer yazıları
- Hz. İnsan’a… / 20.04.2020
- Koronavirüsten önce, koronavirüsten sonra... / 28.03.2020
- ‘Ben Ali’yim’ / 25.06.2019
- Atatürk keramet sahibi bir veliydi / 10.04.2019
- Çok şükür psikolojimiz yetmiyor! / 13.03.2019
- O günler geliyor, görüyorum / 22.02.2019
- Evet, bu seçim beka seçimidir / 06.02.2019
- Kumpasın arkasındakileri açıklıyorum / 11.01.2019
- Mustafa Kemal’in uçaklarına ne oldu? / 05.01.2019
- Yunan’ın galip gelmesini isteyen hainler / 26.12.2018
- Koronavirüsten önce, koronavirüsten sonra... / 28.03.2020
- ‘Ben Ali’yim’ / 25.06.2019
- Atatürk keramet sahibi bir veliydi / 10.04.2019
- Çok şükür psikolojimiz yetmiyor! / 13.03.2019
- O günler geliyor, görüyorum / 22.02.2019
- Evet, bu seçim beka seçimidir / 06.02.2019
- Kumpasın arkasındakileri açıklıyorum / 11.01.2019
- Mustafa Kemal’in uçaklarına ne oldu? / 05.01.2019
- Yunan’ın galip gelmesini isteyen hainler / 26.12.2018