Bir öğretmen öğrencilerine "toplumsal ayrıcalık" ve "sosyal hareketlilik" konularını basit bir deneyle anlatmak ister. Her bir öğrenciye birer sayfa beyaz kâğıt verir ve bu kâğıtları buruşturup top haline getirmelerini söyler. Daha sonra sınıfın ortasına çöp kutusunu getirir ve öğrencilerine buluşturdukları kâğıtları çöp kutusunun içine atmalarını ister.Arka sırada oturan öğrenciler hemen "Ama bu haksızlık!" diye söylenmeye başlar. Bu durumda ön sırada oturan öğrenciler daha şanslı olduklarını düşünür. Herkes atışını yapar, tam da beklenildiği gibi ön sırada oturan öğrencilerin çoğu ellerindeki kâğıdı çöp kutusuna atmayı başarırken arka sırada oturan öğrencilerin sadece az kısmı başarabilir.Öğretmen, yapmış olduğu bu deneyi şu şekilde özetler: "Çöp kovasına ne kadar yakınsan başarma şansın o kadar yüksek olur. Ayrıcalık buna benzer. Fark ettiyseniz adaletsizlikten şikâyet edenlerin çoğu arka sırada oturan öğrencilerdi. Buna karşın ön sırada oturanlar içine doğdukları bu adaletsizliğin farkında değiller. Tek gördükleri şey hedefleri ile aralarında ki 3 metredir."Bu deneyden de yola çıkarak şu soruyu soralım: Öğretmeninin öğrencilerine yapmış olduğu bu deneyi biz halk olarak her gün yaşamıyor muyuz? Üstelik bizimki deney de değil, yaşamın içindeki pozisyonumuzun imkânlara ve kaynaklara yakın olma şeklidir.Hedef seçiliyor fakat hedefi seçmeden önce kimin o hedefi tutturması isteniliyorsa o kişi hedef noktasına daha yakın hale getiriliyor. Göz ardı ediliyor; nitelik, bilgi ve kültür. Önem verilmiyor, kişinin vasfına. Önemli olan tek şey; hedefini belirleyeceğin noktaya yakın kişilerle veya gruplarla beraber olman. Oysaki toplum içinde herkes eşittir, özgürdür. Kişilerin her alandan yararlanma ve her kamu kurumuna girme hakkı vardırŞimdi düşünebiliriz; "zaten bu hak elimizden alınmıyor" diye. Evet, doğru. Bu hak elimizden alınmıyor fakat eşit olduğumuz hakları eşit bir şekilde kullanamıyoruz. Herkes aynı hakka fakat farklı imkânlara sahip. Bu durumda ya haklardan faydalanma şeklimiz imkânlarımıza göre belirlenmeli ya da kişiler aynı imkânlara sahip olmalıdır.İşte bu noktada hakların savunulmasına yönelik bir sosyal hareketlilik boy gösterir. Haksızlığa boyun eğmeyenler, meşru ve gayri meşru yollarla hakkını aramaya başlar. Bu durumda adaletin olmadığı yerde anarşi patlak gösterir.Bu durumlar yaşanırken en çok hayrete düşüren kısım ise; belirli bir ayrıcalığa tâbi olanların, hakkını savunan kişileri susturmaya, gözlerini korkutmaya çalışmaları, haktan ve adaletten bahsetmeleridir. Ne acıdır ki adaletsiz düzende adaleti, ismi adaletle sıfatlanan, merkezine adaleti aldığını söyleyen düzen sahiplerinden bekleyenler var.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Rabia Alioğlu / diğer yazıları
- Sessiz işgal / 11.07.2017
- 'Ben bir insan olmaya geldim' / 21.05.2017
- Bir fidan bir insan / 31.03.2017
- Bir devrin dönüm noktası / 20.03.2017
- İnsan ezgisi / 17.03.2017
- İnsana aç insanlık / 07.06.2016
- Sirke küpünden bal taştığını gördünüz mü? / 04.12.2015
- Bir gecede alim olmak / 30.10.2015
- Lal Anadolu / 12.09.2015
- Çorak gönüller / 24.08.2015
- 'Ben bir insan olmaya geldim' / 21.05.2017
- Bir fidan bir insan / 31.03.2017
- Bir devrin dönüm noktası / 20.03.2017
- İnsan ezgisi / 17.03.2017
- İnsana aç insanlık / 07.06.2016
- Sirke küpünden bal taştığını gördünüz mü? / 04.12.2015
- Bir gecede alim olmak / 30.10.2015
- Lal Anadolu / 12.09.2015
- Çorak gönüller / 24.08.2015