Mart ayının son haftası orman haftası olarak bilinir. Ben bu yazımda doğa güzellikleri ile insana en ferahlatıcısı olan ağaç konusuna değinmek istiyorum.
Orman bambaşka bir âlem. İçerisinde sadece ağaç barındırmaz, bu ağaç topluluklarının içinde hayvanlar da barınır. Bir orman deyip geçmeyelim orada ayrı bir dünya var öyle değil mi?
Temiz hava alma, oksijen ve fotosentez sağlama derken bir ağacın bu ekosistemdeki görevi ne kadar fazla. Yakın çevremizle yapacağımız etkinliklerimizde hep ağaç alanı fazla olan yerleri tercih ederiz ve yine yalnız kalmak istediğimizde de bir ağacın gövdesini ararız; kimseye yaslayamadığımız sırtımızı o gövdeye yaslayıp gölgesinde sığınabilmek için. Ne garip! Bir ağacın yaptığını bazen bir insan yapamıyor?
Ben hep insanı ağaca benzetirim. Nerede güzel bir ağaç varsa güzel verimli toprağı, bakımını iyi yapan bahçıvanı, suyunu ve gübresini eksik etmeyen sahibi vardır derim. Nerede de bakımsız dalları kırılmış cılız bir ağaç görsem onu bu hayatta kimsesi olmamış tek başına yaşamaya çalışan insan modeline benzetirim.
Ağaç da insan gibi canlı bir varlık; biri güzel yapraklar açıp gür bir ağaç olurken diğeri nasıl da cılız bir ağaç olabiliyor? O halde insanlar da, ağaçlar da yaratılışlarına göre değil yaşadıkları coğrafyadaki koşullara göre gelişimsel özellikler gösteriyor.
İnsanın insana bakmadığı, toplum algısının olmadığı onu kötü yapraklardan arındırmayan kuşatıcı bir elin olmadığı, güneşin esirgendiği suyunu verilmediği bir coğrafyada insanın cılız bir ağaçtan ne farkı kaldı?
Canlılar hayatlarını yaşam koşullarına göre şekillendirirken iyiyi ve kötüyü buna göre öğrenir. Mesela sürekli su alan bir ağaca ara sıra su vermediğiniz an o kötülüğü alıştığı biyolojik durumunun kesilmesinde arar, yani suyu alamamasında. Fakat su verilmesi gerektiği halde arada bir su verilen ağaca baktığımızda; o ağaçta iyiliği ihtiyacı olduğu halde arada bir verilen suda arar. Yani iyilik ve kötülük verilen yardımın sıklık durumuna bağlı olarak değişir.
İşte bu noktada insan denen varlık da aynı şekildedir. Yeryüzü ve gökyüzündeki tüm nimetlerin insanlar için oluşturulduğu bu kâinatta dünyaya geldiklerinde yaşamlarını sürdürmek için ekmek kaygısına düşer aynı ağacın su kaygısına düştüğü gibi. Bir insan günde 10 kişinin üzerinden 100 ekmek kazanıyor ve bunun karşılığında 10 ekmeğini 10 işçiye paylaştırıyorsa işçi için o ekmeği almak iyi fakat bir işçi hakkı olan ekmeği alıp işverenine istediği miktarda ekmek kazandırmıyorsa o işveren için bu durum kötü. Yani burada da iyilik ve kötülük ekmeğinin az ya da çok olma durumuna göre değişiyor.
Ağaçta suyu insanda ekmeği eksik etmeyelim. Verimli topraklarla büyüyen bir orman vaat ederken insanın toprağı olan sistemi de verimli hale getirelim. Ağaçtan kurdu çıkaralım; gövdesine, umut veren yaprağına, zarar gelmesin ki oksijenini bizden esirgemesin. Bunun yanı sıra insandan da derdi çıkaralım, çıkaralım ki aklına, ilmine, becerisine ve gönlüne zarar gelmesin.
İnsanı da ağaç gibi yaşken; mantıkla, dürüstlükle, yardımseverlikle, güvenilirlikle, hoşgörüyle, düşünme yetisi ile eğitelim. Bir ağaç eğitirken bir insanı kaybetmeyelim bir insan eğitirken de bir fidan dikmekten kendimizi men etmeyelim.
Orman bambaşka bir âlem. İçerisinde sadece ağaç barındırmaz, bu ağaç topluluklarının içinde hayvanlar da barınır. Bir orman deyip geçmeyelim orada ayrı bir dünya var öyle değil mi?
Temiz hava alma, oksijen ve fotosentez sağlama derken bir ağacın bu ekosistemdeki görevi ne kadar fazla. Yakın çevremizle yapacağımız etkinliklerimizde hep ağaç alanı fazla olan yerleri tercih ederiz ve yine yalnız kalmak istediğimizde de bir ağacın gövdesini ararız; kimseye yaslayamadığımız sırtımızı o gövdeye yaslayıp gölgesinde sığınabilmek için. Ne garip! Bir ağacın yaptığını bazen bir insan yapamıyor?
Ben hep insanı ağaca benzetirim. Nerede güzel bir ağaç varsa güzel verimli toprağı, bakımını iyi yapan bahçıvanı, suyunu ve gübresini eksik etmeyen sahibi vardır derim. Nerede de bakımsız dalları kırılmış cılız bir ağaç görsem onu bu hayatta kimsesi olmamış tek başına yaşamaya çalışan insan modeline benzetirim.
Ağaç da insan gibi canlı bir varlık; biri güzel yapraklar açıp gür bir ağaç olurken diğeri nasıl da cılız bir ağaç olabiliyor? O halde insanlar da, ağaçlar da yaratılışlarına göre değil yaşadıkları coğrafyadaki koşullara göre gelişimsel özellikler gösteriyor.
İnsanın insana bakmadığı, toplum algısının olmadığı onu kötü yapraklardan arındırmayan kuşatıcı bir elin olmadığı, güneşin esirgendiği suyunu verilmediği bir coğrafyada insanın cılız bir ağaçtan ne farkı kaldı?
Canlılar hayatlarını yaşam koşullarına göre şekillendirirken iyiyi ve kötüyü buna göre öğrenir. Mesela sürekli su alan bir ağaca ara sıra su vermediğiniz an o kötülüğü alıştığı biyolojik durumunun kesilmesinde arar, yani suyu alamamasında. Fakat su verilmesi gerektiği halde arada bir su verilen ağaca baktığımızda; o ağaçta iyiliği ihtiyacı olduğu halde arada bir verilen suda arar. Yani iyilik ve kötülük verilen yardımın sıklık durumuna bağlı olarak değişir.
İşte bu noktada insan denen varlık da aynı şekildedir. Yeryüzü ve gökyüzündeki tüm nimetlerin insanlar için oluşturulduğu bu kâinatta dünyaya geldiklerinde yaşamlarını sürdürmek için ekmek kaygısına düşer aynı ağacın su kaygısına düştüğü gibi. Bir insan günde 10 kişinin üzerinden 100 ekmek kazanıyor ve bunun karşılığında 10 ekmeğini 10 işçiye paylaştırıyorsa işçi için o ekmeği almak iyi fakat bir işçi hakkı olan ekmeği alıp işverenine istediği miktarda ekmek kazandırmıyorsa o işveren için bu durum kötü. Yani burada da iyilik ve kötülük ekmeğinin az ya da çok olma durumuna göre değişiyor.
Ağaçta suyu insanda ekmeği eksik etmeyelim. Verimli topraklarla büyüyen bir orman vaat ederken insanın toprağı olan sistemi de verimli hale getirelim. Ağaçtan kurdu çıkaralım; gövdesine, umut veren yaprağına, zarar gelmesin ki oksijenini bizden esirgemesin. Bunun yanı sıra insandan da derdi çıkaralım, çıkaralım ki aklına, ilmine, becerisine ve gönlüne zarar gelmesin.
İnsanı da ağaç gibi yaşken; mantıkla, dürüstlükle, yardımseverlikle, güvenilirlikle, hoşgörüyle, düşünme yetisi ile eğitelim. Bir ağaç eğitirken bir insanı kaybetmeyelim bir insan eğitirken de bir fidan dikmekten kendimizi men etmeyelim.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Rabia Alioğlu / diğer yazıları
- Sessiz işgal / 11.07.2017
- 'Ben bir insan olmaya geldim' / 21.05.2017
- Bir fidan bir insan / 31.03.2017
- Bir devrin dönüm noktası / 20.03.2017
- İnsan ezgisi / 17.03.2017
- İnsana aç insanlık / 07.06.2016
- Sirke küpünden bal taştığını gördünüz mü? / 04.12.2015
- Bir gecede alim olmak / 30.10.2015
- Lal Anadolu / 12.09.2015
- Çorak gönüller / 24.08.2015
- 'Ben bir insan olmaya geldim' / 21.05.2017
- Bir fidan bir insan / 31.03.2017
- Bir devrin dönüm noktası / 20.03.2017
- İnsan ezgisi / 17.03.2017
- İnsana aç insanlık / 07.06.2016
- Sirke küpünden bal taştığını gördünüz mü? / 04.12.2015
- Bir gecede alim olmak / 30.10.2015
- Lal Anadolu / 12.09.2015
- Çorak gönüller / 24.08.2015