Sırtınızda, kilonuzda eşit ağırlıkta yük vardır. Mevsim kıştır. Yol yokuştur, yol uzundur, ter gelip tırnağınızdan çıkmıştır: ama hasta dosta nar götürüyorsanız emaneti ulaştırdığınız da hele taşıdığınız yük canına can katmışsa bütün yorgunluğumuz gider, kuş gibi hafiflersiniz.
Bir vesile ile size ulaşan bir yoksulun adresini arıyorsunuz, rastladığınıza soruyorsunuz. Çamurlu yoldan bata-çıka yürüyorsunuz, arabanın çamura saplandığı yerde o demir yığınına "sen bu işin hazzından anlamazsın" deyip yürüyorsunuz ve sizi mahzun mahzun süzen umutla bakan bir kaç çift gözle karşılaşıyorsunuz. Gidişinizle götürdüklerinizle o gözlere ışık geldiğini farkettiğiniz an arabanızın hala çamurun içinde olduğunu belden aşağı çamurdan bir adama dönüştüğünüzü unutursunuz.
Binbir yokluk, yoksulluk içinde nice imkansızlıklar arasında ve binbir minnet ile, çile ile ektiğiniz tohumlar diktiğiniz fidanlar yeşermeye durduğunda bütün çektikleriniz sanki çürüyen tohumla birlikte çürümüş ve üzerinde nice umutlar yeşermiştir.
Bir evin hizmetcisidir, ya da zalim bir analığın emrinde miniminnacık bir kızdır, evde tabak kırmıştır, bardak kırmıştır, gönderildiği bakkal yolunda parayı kaybetmiştir, göz yaşları seldir omuzlarında kocaman dağlar vardır. Eve gitmek de, bakkala gitmek de ölümlerden ölümdür. Siz olaya vakıf oluyorsunuz müşkilini hallediyorsunuz, derdine derman oluyorsunuz, minnacık omuzlarından dağları kaldırıp atıyorsunuz ve gözlerindeki sevinci, parıltıyı görüyorsunuz. Duyduğunuz hazzı tartacak terazi bulunur mu cihanda?
Bulunduğunuz muhitte bir cami inşaatı yükseliyor, bir hastane inşaatı ilerliyor, hiç kimseden hiç yardım talebi yok. Gün geliyor cami ibadete, hastane hizmete açılıyor, bu hayır eli hala gizli. Bizim medeniyetimizde yüzlerce örneği var. Zar zor geçinen insanlar, bakkala yazdırmışlar, manava yazdırmışlar, kasaba yazdırmışlar, hesap kabarmış. Ellerine geçen ilk para ile borçlarını ödemek için koşarlar ve hepsinden de aynı cevabı alırlar: "borcunuz ödendi", "kim ödedi, nasıl ödedi, niye ödedi" soruları fazladır ve bu hayır eli burada da gizlidir. Bizim medeniyetimizde binlerce örneği vardır. "Sağ elin verdiğini sol elin duymaması gerekir" evrensel ölçüsünün sosyal hayata yansımasıdır bu.
Göz yaşınızla sularsınız bir yerleri, kara toprak, çorak gönül yeşerir, filiz verir, tomurcuklarınır, gül açar, etrafa koku saçar ve bu lutüf karşısında Aziz Karaca size tercüman olur ve der ki:
Ağlasam günahıma kan-yaş olsa gözlerim
Yıllar var ki ümitle fecr-i sadık gözlerim
Göz yaşımla sulayıp büyütsem nice güller
Gam yemem ağlamaktan göz göz olsa gözlerim
Bir vesile ile size ulaşan bir yoksulun adresini arıyorsunuz, rastladığınıza soruyorsunuz. Çamurlu yoldan bata-çıka yürüyorsunuz, arabanın çamura saplandığı yerde o demir yığınına "sen bu işin hazzından anlamazsın" deyip yürüyorsunuz ve sizi mahzun mahzun süzen umutla bakan bir kaç çift gözle karşılaşıyorsunuz. Gidişinizle götürdüklerinizle o gözlere ışık geldiğini farkettiğiniz an arabanızın hala çamurun içinde olduğunu belden aşağı çamurdan bir adama dönüştüğünüzü unutursunuz.
Binbir yokluk, yoksulluk içinde nice imkansızlıklar arasında ve binbir minnet ile, çile ile ektiğiniz tohumlar diktiğiniz fidanlar yeşermeye durduğunda bütün çektikleriniz sanki çürüyen tohumla birlikte çürümüş ve üzerinde nice umutlar yeşermiştir.
Bir evin hizmetcisidir, ya da zalim bir analığın emrinde miniminnacık bir kızdır, evde tabak kırmıştır, bardak kırmıştır, gönderildiği bakkal yolunda parayı kaybetmiştir, göz yaşları seldir omuzlarında kocaman dağlar vardır. Eve gitmek de, bakkala gitmek de ölümlerden ölümdür. Siz olaya vakıf oluyorsunuz müşkilini hallediyorsunuz, derdine derman oluyorsunuz, minnacık omuzlarından dağları kaldırıp atıyorsunuz ve gözlerindeki sevinci, parıltıyı görüyorsunuz. Duyduğunuz hazzı tartacak terazi bulunur mu cihanda?
Bulunduğunuz muhitte bir cami inşaatı yükseliyor, bir hastane inşaatı ilerliyor, hiç kimseden hiç yardım talebi yok. Gün geliyor cami ibadete, hastane hizmete açılıyor, bu hayır eli hala gizli. Bizim medeniyetimizde yüzlerce örneği var. Zar zor geçinen insanlar, bakkala yazdırmışlar, manava yazdırmışlar, kasaba yazdırmışlar, hesap kabarmış. Ellerine geçen ilk para ile borçlarını ödemek için koşarlar ve hepsinden de aynı cevabı alırlar: "borcunuz ödendi", "kim ödedi, nasıl ödedi, niye ödedi" soruları fazladır ve bu hayır eli burada da gizlidir. Bizim medeniyetimizde binlerce örneği vardır. "Sağ elin verdiğini sol elin duymaması gerekir" evrensel ölçüsünün sosyal hayata yansımasıdır bu.
Göz yaşınızla sularsınız bir yerleri, kara toprak, çorak gönül yeşerir, filiz verir, tomurcuklarınır, gül açar, etrafa koku saçar ve bu lutüf karşısında Aziz Karaca size tercüman olur ve der ki:
Ağlasam günahıma kan-yaş olsa gözlerim
Yıllar var ki ümitle fecr-i sadık gözlerim
Göz yaşımla sulayıp büyütsem nice güller
Gam yemem ağlamaktan göz göz olsa gözlerim
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Çok sert kınamışlar / 21.09.2025
- İslam dünyasının omurga ithalatına ihtiyacı var / 20.09.2025
- Sahte kâr / 19.09.2025
- İhtimalleri değil ihmalleri konuşalım / 17.09.2025
- Haydutlukta hudut tanımayanlar ve… / 16.09.2025
- At izinin karıştığı izler ne seçiliyor ne de sayılıyor / 15.09.2025
- Ne zaman bir şafak atar bu dağda? / 11.09.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025
- İslam dünyasının omurga ithalatına ihtiyacı var / 20.09.2025
- Sahte kâr / 19.09.2025
- İhtimalleri değil ihmalleri konuşalım / 17.09.2025
- Haydutlukta hudut tanımayanlar ve… / 16.09.2025
- At izinin karıştığı izler ne seçiliyor ne de sayılıyor / 15.09.2025
- Ne zaman bir şafak atar bu dağda? / 11.09.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025