Batı menşe’li politika ve Arap menşe’li siyâsete göre binilmeyecek eşeğe ot verilmez ama Türk töre ve teâmüllerinde ise kişi, yaptığı işe ve başarısına göre ad alır! Toplumun alkışlayacağı boyutta bir iş başarıncaya kadar kişi, adsızdır!Sakallı Celal’in tarif ettiği “Doğuya seyreden geminin güvertesinde batıya doğru yürüyerek batıcılık yaptıklarını zanneden Türk aydınları” sâyesinde, arslanın kediye yendirildiği, güçlü haklının kalleşliğe alt ettirildiği ve adına “Demokrasi yetmez, İleri Demokrasi” denilen bir zûlme muhatabız!BOP Eş Başkanı Başbakan, Okyanus ötesine gitti, geldi! Bakışı, duruşu, tavrı değişti! Böyle olacağını, gününden çok önce ve defalarca, defalarca Prof. Dr. Haydar Baş Hoca söyleyip uyardılar! Ama duyulmadı veya duymazdan gelindi!“Madem yüzme bilmiyordun, niye çıktın kavağa? Düşsen sana yazık, atsam bana yazık!” diye gülümseten bir tekerlememiz var ya, onu yaşıyoruz maalesef!El atına binenin çabuk ineceğini, bir türlü anlatamadık yüzme bilmeden jokeyliğe soyunan ve yarış atından tepe–taklak yuvarlanan İleri Demokrat akrobatımıza!Bir iyinin, bütün insanlığa hayrı, bir kötünün de bütün insanlığa zararı dokunuyor biliyoruz ama bile bile millî karakterimize uymayan Batı taklitçisi uygulamalarla otuz yıldır, “Kötünün iyisine mecbûruz!” diye bir Genelkurmay Başkanının tercüme ettiği ehven–i şerri seçmek, ilm–i siyâsetini yaşıyor ve buna da istikrâr diyoruz!Otuz yıl, dizinin dibinde oturduğu, İstanbul İl Başkanlığını maaşlı yaptığı Mücahid Erbakan Hoca’sına hiç düşünmeden arka dönen; Milli Görüş gömleğini modası geçti diye değişen, yüzme bilmeden bindiği attan düşüp “Amaç değil gereken durakta inilecek araçtır” dediği demokrasi tramvayı vatmanlığa soyunan ehliyetsiz birinin vagonlarına tıkış tıkış doluştuk! Zamansız ve gereksiz her frende, birbirimiz ezdik, ezildik!Yokuşa gelince yavaşlayan tramvayı rahatlatmak için hiç düşünmeden kapıya yakınları; “O bakanı, kulağından tutar kapının önüne koyarım” demokratlığıyla acımadan atıverdik!Sonra Müslüman kaşığı ile hıristiyan fışkısı yiyenleri tenkîd etmemiz gerekirken “İnadına Tayyip!” doktrini(!) ile üç kere ödüllendirdik!Beyt–ül Mal’a yani Hazineye ait, yani milletin ortak malları olan her şeyi “Babalar gibi” sattılar; anaokullarında öğrendiğimiz “Hani bana? Hani bana?” çocuk şarkısını söyleyerek, ağzımız sulanarak pay umduk!Önce Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Okyanus ötesinden kontrol altına alındığı, kitaplar dolusu belgelerle söylendi! “Dokunan yanar!” feryatlarını duymazdan, görmezden geldik!“Hocaefendi! Askerin siyaset ve basın üzerindeki vesâyetinden ne zaman kurtulacağız?” sorusuna; “Hilmi Özkök Genelkurmay başkanı olduğu zaman!” cevâbını deşifre ederek duyuran, soru sahibinin o günkü kocası Emin Şirin’i, duymazdan görmezden geldik!Dînin tamamlandığını, adının İslâm koyulduğunu ve kıyâmete kadar muhafazasının Allah(c.c.) tarafından üstlenildiğini, Kur’ân’dan öğrendiğimiz İslâmiyeti, sahipsiz bıraktık!“... fenâ bir kış günü Süleymâniye Camiine gittik. Caminin kapısından girerken hayretten dondum: Yâ–rabbi o ne manzara idi! Mihraptan cümle kapılarına kadar, hâki ve çamur lekeli kaputlara sarınmış, sarı benizli mütâreke eskeri küme küme, küme küme oturmuş, yer yer ateşler yanıyor. Kesif, ılık ve hummâlı bir duman içinde sütunlar, kitâbeler, kandiller ancak seçilebiliyor, Anadolu ve Rumeli köylerinin hasret türküleri bir cumhûrun boğuk hıçkırıkları gibi her yandan perde perde aksediyor. Sıtmanın sıcağı ile kışın soğuğu arasında bunalmış bu on bin kişilik asker kalabalığı o gün, orada Türk saltanatının en büyük mâbedinin içinde, büyük felâketi toplu bir manzarada temsîl ediyordu” (Yahya Kemâl– Eğil Dağlar/İstiklâl Harbi Yazıları’ndan) diye anlatılan, 1920 senesinin Padişahlı, Halifeli, Şeyh’ül İslâmlı pây–tâht İstanbul manzarasını, çabuk unuttuk!Bu ne ki? İşgalci kâfir Müttefik askerlerinin ve şımaran paryaların cami mihraplarına atlarını bağladıklarını, camilerin göbeğinde dansözlere göbek attırdıklarını da unuttuk!Ehven–i şerri tercîh; Padişah Hazretleri ve Şeyh’ül İslâm Hazretlerince İlm–i siyâset diye tavsiye edilince, Dîn–i mübîni Allah(c.c.)’a; Allah’ı Halîfe–i Müslimîn Padişaha, Padişahı Şeyh’ül İslâma, Şeyh’ül İslâmı hangi kefere devlet daha çok para verirse onun kılıcını kuşanan sahte dervişlere emânet etmek gibi bir”gaflet, dalâlet ve hatta hiyânet” sürecini, daha dün yaşamıştık!Bunlar yetmemiş olmalıydı ki “Vatan dışından ve içinden düşman ayakları altında idi. Osman Gaazî’nin aşîretinden iki yüz sene içinde cihangirâne bir devlet çıktığını mûcize addedenler Ankara’nın muzdarip bağrından dört sene içinde yeni bir devletin çıkmasını nasıl telâkki ederler hem de bu istiklâl hangi devlerle güleşti? *” tarif ve sorgulamasıyla bize emânet edilen kutsalların değerini bilemedik!Bizim bu gaflet ve dalâletimiz ise BOP Eş Başkanı ve şürekasını yüreklendirdi!Lakin çok önemli bir gerçeği unuttular ki: “Arslan gerilir de öyle atlar ve öyle muzaffer olur.*”“OLAMAZ TÜRK’E BAŞ, TÜRK’ÜM DEMEYEN.”Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017