Takva ehli olmak, Allah'tan korkmaktır. Allah'ı sevmektir. "O'nun muhabbetini kaybedeceğim" endişesini insanın kendi derûnunda, ruhunda, nefsinde yaşaması demektir.
Bunu yaşadığımız zaman Cenab-ı Hak bizim kalp gözümüzü açıyor.Basiretimizi açıyor. Doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayırt etme ölçülerini tek tek yakalıyoruz. Böylece -Allah korusun!- yanlışa düşmekten, Cenab-ı Hak tarafından ihsan edilen ölçü ile kendi kendimizi koruyoruz. Ama sadece "ben bu işi anlarım, akıl yoluyla kavrarım, hallederim" demek suretiyle taat ve ibadetten uzak olur isek çok ciddi badirelere düşer, -Allah korusun!- o badirelere düştüğümüz zaman da aslolan itikadımızı, imanımızı dahi kaybederiz. Asıl musibet insanın iman gibi çok büyük lütuftan mahrum olmasıdır. Asıl bela budur. Yoksa Cenab-ı Hak, bizi hayırla, şerle deniyor. Hastalık veriyor. Zenginlik veriyor. Mal veriyor. Evlat veriyor. Rütbe veriyor. Bunlar denenmemiz içindir. "Bakalım kullarım bu hallerde ne yapıyor?" içindir. Lütuf hallerinde yani hayır hallerinde bize düşen vazife Cenab-ı Hakk'a çok ama çok şükretmek; musibet hallerinde de sabretmektir, yani Allah'a isyan etmemektir. Sevginin, merhametin, affın kaynağı dinimiz İslam'dır. Ancak günümüzde çeşitli olaylar, kötü niyetli şahıslar tarafından istismar edilerek farklı yönlere, farklı durumlara kanalize edilmeye çalışılıyor. Biz kendi derunumuzda meknuz olan kıymetleri ortaya koymamız lazım gelirken sanki bunlar bizde yokmuş gibi başka başka yerlerde, başka başka yollarda aramaya koyulmamız ve seferber olmamızın temelinde yatan nükte, iman zafiyetidir. Bunları sen aradın bulamadın mı ki başka yerlerde başka yollarda bunları arıyorsun? Onun için Cenab-ı Hak, bizi ayıktırıyor.
Bunu yaşadığımız zaman Cenab-ı Hak bizim kalp gözümüzü açıyor.Basiretimizi açıyor. Doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayırt etme ölçülerini tek tek yakalıyoruz. Böylece -Allah korusun!- yanlışa düşmekten, Cenab-ı Hak tarafından ihsan edilen ölçü ile kendi kendimizi koruyoruz. Ama sadece "ben bu işi anlarım, akıl yoluyla kavrarım, hallederim" demek suretiyle taat ve ibadetten uzak olur isek çok ciddi badirelere düşer, -Allah korusun!- o badirelere düştüğümüz zaman da aslolan itikadımızı, imanımızı dahi kaybederiz. Asıl musibet insanın iman gibi çok büyük lütuftan mahrum olmasıdır. Asıl bela budur. Yoksa Cenab-ı Hak, bizi hayırla, şerle deniyor. Hastalık veriyor. Zenginlik veriyor. Mal veriyor. Evlat veriyor. Rütbe veriyor. Bunlar denenmemiz içindir. "Bakalım kullarım bu hallerde ne yapıyor?" içindir. Lütuf hallerinde yani hayır hallerinde bize düşen vazife Cenab-ı Hakk'a çok ama çok şükretmek; musibet hallerinde de sabretmektir, yani Allah'a isyan etmemektir. Sevginin, merhametin, affın kaynağı dinimiz İslam'dır. Ancak günümüzde çeşitli olaylar, kötü niyetli şahıslar tarafından istismar edilerek farklı yönlere, farklı durumlara kanalize edilmeye çalışılıyor. Biz kendi derunumuzda meknuz olan kıymetleri ortaya koymamız lazım gelirken sanki bunlar bizde yokmuş gibi başka başka yerlerde, başka başka yollarda aramaya koyulmamız ve seferber olmamızın temelinde yatan nükte, iman zafiyetidir. Bunları sen aradın bulamadın mı ki başka yerlerde başka yollarda bunları arıyorsun? Onun için Cenab-ı Hak, bizi ayıktırıyor.