Atatürk’ün içki içmesi meselesi
Konuya yine Osmanlı padişahlarından girelim. Cennet mekân diye andığımız, bazılarının “hazret” demeden isimlerini ağzına almadığı padişahların hemen hepsinin içki içtiğini söylesek ne derdiniz?
12.01.2023 08:45:00





Konuya yine Osmanlı padişahlarından girelim. Cennet mekân diye andığımız, bazılarının "hazret" demeden isimlerini ağzına almadığı padişahların hemen hepsinin içki içtiğini söylesek ne derdiniz?
Halife Abdülmecid Efendi, 1920'li senelerde kaleme aldığı yayınlanmamış risalesine;
"Osmanlı Devleti'nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir. İçki dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu asla unutmazlar ve unuttukları takdirde hem İlahi emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı hanedanına verilmiş olan hilafet ve saltanata ihanet etmiş olurlar. İçki içenlerin hilafet ve saltanatta hiçbir hakları yoktur" sözleri ile başlamıştır.
Yine bu risalede Osmanlı padişahlarının içki konusundaki halini anlatıyor:
"2. Bayezid:
Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin oğlu olan 2. Bayezid, pederinin heybetine ve büyüklüğüne sahip olmaktan mahrumdu.
Ne babasından kendisine kalan büyük devleti idare edebildi, ne de İslam âleminin çöküşüme...
Mesela o zaman İspanya'da yıkılan Emevi Devleti'nin felaketine ve Avrupalılar'ın Müslümanları işkencelerle katletmelerine çare bulup ses çıkartabildi.
En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir felaket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim'in şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felaketinin başlıca sebebi içki içmesi idi.
2. Selim:
Kanuni Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahın yegâne hatası, akıllı evladı Şehzade Mustafa'yı feda ederek devletin idaresini 2. Selim gibi bir sefih bir sarhoşa bırakması idi ki, yükselmenin sona ermesi işte böyle başlamıştır.
O zamana kadar mağlubiyet bilmeyen Osmanlıların, Haçlı donanmasına yenilmeleri üzerine bütün Avrupa'da ilk şenliklerin yapılması 2. Selim zamanındadır.
3. Selim, Kıbrıs şarabı ile sarhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını Eski Saray'da hamam mermerlerine çarparak parçalamış ve bu sûretle layık olduğu manevî cezayı görerek vücudunu dünyadan kaldırmıştır.
Artık bundan sonra sefahat, işret, şehvet ve israf devri başlamış; felaket yollarına doğru büyük adımlar atılmıştır.
4. Murad, 3. Mehmet:
Bu iki padişaha 'Osmanlı Devletinin amansız celladı' denmesi doğrudur. Her türlü rezaleti icra ederek Osmanlı Devleti'nin azametli saltanatını çöküşe mahkum etmişleridir.
5. Murad:
Hakikaten en büyük padişahlarımızın arasında sayılmak yeteneğine sahipti ve mertliği ile bütün Osmanlıları hayrette bırakmıştı...
En büyük hükümdar olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş, devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terk ederek dünyadan çekilmişti.
2. Mahmud:
Tarihimizin incelenmeye en fazla layık devirlerinden biri büyük babam, 2. Mahmud'un iktidar yıllarıdır.
(.) Başlattığı inkılap kuvvetten düşmüş olan devleti her türlü zorluklar ile karşı karşıya bırakmıştı.
İç sıkıntılar, Rusya meselesi, devletin bir vilayeti olan Mısır'ın Mehmed Ali Paşa vasıtasıyla bağımsızlığını kazanıp muazzam ve şevket sahibi Osmanlıları mağlup etmesi, 2. Mahmud hazretlerini sıkıntıya sokmaya kâfi idi.
Mehmet Ali Paşa'yı gıyabında idama mahkum etmekle başına büyük dert açmış; bu gibi dertler azmış gibi, çelik gibi vücudunu tahrip etmek için bir de içkiye müptela olmuş ve iş görüp eserini tamamlayacağı sırada üzüntüler içinde gözlerini kapamıştır.
Sultan Abdülmecid:
...Tanzimat'ı cihana ilan ederek bütün devletlerin itimadını kazandı. Osmanlı İmparatorluğu'nu Avrupa devletlerinin arasına kattı, Kırım Savaşı'nı kazandı.
Ama babasından devraldığı işleri bitirmek lazım iken o da içkiye müptela oldu ve bu yüzden vefat etti" diye yazmaktadır Halife Abdülmecid Efendi.
Bunlar cennet mekân oluyor, laf denmiyor, "Mustafa Kemal, cumhuriyeti içki masasında kurdu" deniyor ve kafir olarak anılması isteniyor.
Eğer içki içilmesi kafirlikse, ecdat Osmanlı padişahları içinde kullanılmalıdır.
Yok, eğer bu affedilir bir günah kabul edilir ve cennete mani değilse, her halde Türkiye'nin mimarı Mustafa Kemal Paşa'nın da hakkıdır."
Gelelim Atatürk'ün içki içmesi konusuna. Atatürk, Osmanlı padişahları gibi içki içmeyi zevk edinmemiştir, dersek nasıl karşılarsınız?
Türk milleti, Ata'sını yaşadığı dönemlerden itibaren içki içen, hatta sofrasından içki eksik olmayan bir lider olarak tanıdı. Doğrudur, içki içerdi ancak bunun sebebi alkol müptelası olmaktan çok farklı bizce.
Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştirdiği dönemleri bir düşününüz. Ve ondan sonra savaştan harap çıkmış Anadolu coğrafyasında yaptığı yeni bir devlet kurma hamlelerini...
Ya da saltanatı kaldırıp, hilafeti Meclis'e devretmesi ile egemenliğin millete geçtiği yeni dönemi.
Farkında mısınız, bu devrimleri yaparken, yönetim şeklini değiştirirken veya harf devriminde, inkılaplarda, Batı'nın uygarlık seviyesine çıkarma çabalarının hiçbirinde Kurtuluş Savaşı'nda gördüğü tepkiyi görmemiştir.
Yani Batılı devletler O'nun Osmanlı İmparatorluğu'ndan arta kalan her şeyi süpürerek kendilerine benzeyecek bir devleti kurmasına karşı çıkmamıştır hatta bundan emindirler.
Çünkü İslam devletlerinin başı kabul edilen, görülen Osmanlı'nın hilafeti Atatürk eli ile yok edilmiş, Batılı devletlere inanç olarak tezat teşkil etmeyecek yeni bir devlet var edilmiştir.
İşte Atatürk'ün içki içmesindeki nükte budur.
O, çok zeki ve feraset ehli bir insandır. İçki içmiştir doğru, bununla yapmak istediği; Batı'nın kafasındaki 'şeriatı getirecek, yine bir İslam hâmisi devlet kuracak' düşüncesine mâni olmaktı ve bunu başardı.
Attila İlhan, "Hangi Atatürk" eserinde, sayfa 330'da, Mustafa Kemal'in mücadelesi hakkında, 24 Nisan 1920'deki meclis gizli oturumundan şu cümleleri verir; bu cümleler bahsettiğimiz gizli maksadı da anlatmaktadır:
"Ecnebilerin en çok korktukları, dehşetle ürktükleri İslamcılık politikasının da açıkça ifadesinden mümkün olduğu kadar uzak durmaya kendimizi mecbur gördük.
Fakat maddî ve manevî kuvvetler karşısında, bütün cihan ve Hıristiyan politikasının en şiddetli hırslarla haçlılar savaşı yapmasına karşı, sınır dışından bize yardımcı olacak kuvvetleri düşünmek zorunluluğu da olağandı."
Halide Edip, 10 Ağustos 1919'da Mustafa Kemal'e bir mektup gönderir. Henüz Erzurum Kongresi bitirilmiş, Sivas Kongresi'ne hazırlık dönemidir.
Bu dönemde Amerikan mandası dillendirilmektedir. Halide Edip de bunun savunucusu olarak yazdığı mektupta, Amerikan mandasına girmemizin kabulü için "Müslüman görünmeyen Hıristiyanlığa karşı olmayan" bir hava oluşturmak şartını özellikle dile getirir:
"Haricî rekabetleri ve kuvvetleri memleketimizden uzaklaştırabilecek bir zahire ihtiyacımız var. Bunu ancak Avrupa haricinde ve Avrupa'dan kuvvetli bir elde bulabiliriz.
Bugünkü emr-i vakiler kalkmak ve süratle davamızı dünyaya karşı müdafaa edebilmek için lazım gelen kuvveti haiz bir devletin müzaheretini istemek lazımdır.
İstilacı Avrupa'nın bin bir vesaiti ve mel'un siyasetine karşı böyle bir vekil sıfatiyle Amerika'yı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek; Şark meselesini de, Türk meselesini de ati için kendimiz halletmiş olacağız.
Bu sebeplerden dolayı süratle istememiz lazım gelen Amerika da tabii mahzursuz değildir. İzzet-i nefsimizden epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz.
Yalnız bazılarının düşündüğü gibi Amerika'nın resmi sıfatında dini temayül ve tarafgirlik yoktur.
Hıristiyanlara para verecek misyoner kadının Amerikası, Amerika'nın idarî makinesinde bir mevki tutmaz. Amerika'nın idare makinesi dinsiz ve milliyetsizdir. O çok ahenktar muhtelif cins ve mezhepte adamları çok imtizaçlı bir sûrette bir arada tutmanın usulünü biliyor.
Amerika şarkta mandaterliğe ve Avrupa'da gaile almağa taraftar değildir.
Fakat onların izzet-i nefis meselesi yaptıkları Avrupa'ya, usulleri ve idealleriyle faik bir millet olmak daiyesindedirler.
Bir millet, samimiyetle Amerika milletine müracaat ederse, Avrupa'ya, girdikleri memleket ve milletin hayrına nasıl bir idare tesis edebildiklerini göstermek isterler" tespitinde bulunuyor ve ekliyor:
"... Çok tehlikeli anlar geçiriyoruz. Anadolu'daki harekâtı, dikkat ve muhabbetle takip eden bir Amerika var.
Hükûmet ve İngilizler; bunun, Hıristiyanları öldürmek, İttihatçıları getirmek için bir hareket olduğunu Amerika'ya telkine elbirliğiyle çalışıyorlar.
Her an bu millî hareketi durdurmak için kuvvet sevki mutasavver, bunun için İngilizleri kandırmağa çalışıyorlar.
Millî hareket süratle ve müsbet arzularla hemen meydana çıkarsa ve Hıristiyan düşmanlığı gibi bir rengi de olmazsa Amerika'da hemen zahir bulacağını yine çok mühim mahafil temin ediyorlar..."
1919 şartlarında, İngilizler bir yandan Amerikan mandasına kabul edilmeyelim diye Mustafa Kemal hareketinin Hıristiyanları öldürmek için yapıldığını yayarken; diğer yandan Amerikan mandasını isteyenler, bunu Hıristiyan düşmanlığı rengine bürünmemek şartına bağlıyorlardı.
İşte, Mustafa Kemal'in en önemli devlet meselelerini içki sofralarında almasının asıl nedeni; vermek istediği bu 'şeriatı reddetmiş, Batılı' izlenimidir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 885)
Halife Abdülmecid Efendi, 1920'li senelerde kaleme aldığı yayınlanmamış risalesine;
"Osmanlı Devleti'nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir. İçki dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu asla unutmazlar ve unuttukları takdirde hem İlahi emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı hanedanına verilmiş olan hilafet ve saltanata ihanet etmiş olurlar. İçki içenlerin hilafet ve saltanatta hiçbir hakları yoktur" sözleri ile başlamıştır.
Yine bu risalede Osmanlı padişahlarının içki konusundaki halini anlatıyor:
"2. Bayezid:
Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin oğlu olan 2. Bayezid, pederinin heybetine ve büyüklüğüne sahip olmaktan mahrumdu.
Ne babasından kendisine kalan büyük devleti idare edebildi, ne de İslam âleminin çöküşüme...
Mesela o zaman İspanya'da yıkılan Emevi Devleti'nin felaketine ve Avrupalılar'ın Müslümanları işkencelerle katletmelerine çare bulup ses çıkartabildi.
En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir felaket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim'in şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felaketinin başlıca sebebi içki içmesi idi.
2. Selim:
Kanuni Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahın yegâne hatası, akıllı evladı Şehzade Mustafa'yı feda ederek devletin idaresini 2. Selim gibi bir sefih bir sarhoşa bırakması idi ki, yükselmenin sona ermesi işte böyle başlamıştır.
O zamana kadar mağlubiyet bilmeyen Osmanlıların, Haçlı donanmasına yenilmeleri üzerine bütün Avrupa'da ilk şenliklerin yapılması 2. Selim zamanındadır.
3. Selim, Kıbrıs şarabı ile sarhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını Eski Saray'da hamam mermerlerine çarparak parçalamış ve bu sûretle layık olduğu manevî cezayı görerek vücudunu dünyadan kaldırmıştır.
Artık bundan sonra sefahat, işret, şehvet ve israf devri başlamış; felaket yollarına doğru büyük adımlar atılmıştır.
4. Murad, 3. Mehmet:
Bu iki padişaha 'Osmanlı Devletinin amansız celladı' denmesi doğrudur. Her türlü rezaleti icra ederek Osmanlı Devleti'nin azametli saltanatını çöküşe mahkum etmişleridir.
5. Murad:
Hakikaten en büyük padişahlarımızın arasında sayılmak yeteneğine sahipti ve mertliği ile bütün Osmanlıları hayrette bırakmıştı...
En büyük hükümdar olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş, devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terk ederek dünyadan çekilmişti.
2. Mahmud:
Tarihimizin incelenmeye en fazla layık devirlerinden biri büyük babam, 2. Mahmud'un iktidar yıllarıdır.
(.) Başlattığı inkılap kuvvetten düşmüş olan devleti her türlü zorluklar ile karşı karşıya bırakmıştı.
İç sıkıntılar, Rusya meselesi, devletin bir vilayeti olan Mısır'ın Mehmed Ali Paşa vasıtasıyla bağımsızlığını kazanıp muazzam ve şevket sahibi Osmanlıları mağlup etmesi, 2. Mahmud hazretlerini sıkıntıya sokmaya kâfi idi.
Mehmet Ali Paşa'yı gıyabında idama mahkum etmekle başına büyük dert açmış; bu gibi dertler azmış gibi, çelik gibi vücudunu tahrip etmek için bir de içkiye müptela olmuş ve iş görüp eserini tamamlayacağı sırada üzüntüler içinde gözlerini kapamıştır.
Sultan Abdülmecid:
...Tanzimat'ı cihana ilan ederek bütün devletlerin itimadını kazandı. Osmanlı İmparatorluğu'nu Avrupa devletlerinin arasına kattı, Kırım Savaşı'nı kazandı.
Ama babasından devraldığı işleri bitirmek lazım iken o da içkiye müptela oldu ve bu yüzden vefat etti" diye yazmaktadır Halife Abdülmecid Efendi.
Bunlar cennet mekân oluyor, laf denmiyor, "Mustafa Kemal, cumhuriyeti içki masasında kurdu" deniyor ve kafir olarak anılması isteniyor.
Eğer içki içilmesi kafirlikse, ecdat Osmanlı padişahları içinde kullanılmalıdır.
Yok, eğer bu affedilir bir günah kabul edilir ve cennete mani değilse, her halde Türkiye'nin mimarı Mustafa Kemal Paşa'nın da hakkıdır."
Gelelim Atatürk'ün içki içmesi konusuna. Atatürk, Osmanlı padişahları gibi içki içmeyi zevk edinmemiştir, dersek nasıl karşılarsınız?
Türk milleti, Ata'sını yaşadığı dönemlerden itibaren içki içen, hatta sofrasından içki eksik olmayan bir lider olarak tanıdı. Doğrudur, içki içerdi ancak bunun sebebi alkol müptelası olmaktan çok farklı bizce.
Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştirdiği dönemleri bir düşününüz. Ve ondan sonra savaştan harap çıkmış Anadolu coğrafyasında yaptığı yeni bir devlet kurma hamlelerini...
Ya da saltanatı kaldırıp, hilafeti Meclis'e devretmesi ile egemenliğin millete geçtiği yeni dönemi.
Farkında mısınız, bu devrimleri yaparken, yönetim şeklini değiştirirken veya harf devriminde, inkılaplarda, Batı'nın uygarlık seviyesine çıkarma çabalarının hiçbirinde Kurtuluş Savaşı'nda gördüğü tepkiyi görmemiştir.
Yani Batılı devletler O'nun Osmanlı İmparatorluğu'ndan arta kalan her şeyi süpürerek kendilerine benzeyecek bir devleti kurmasına karşı çıkmamıştır hatta bundan emindirler.
Çünkü İslam devletlerinin başı kabul edilen, görülen Osmanlı'nın hilafeti Atatürk eli ile yok edilmiş, Batılı devletlere inanç olarak tezat teşkil etmeyecek yeni bir devlet var edilmiştir.
İşte Atatürk'ün içki içmesindeki nükte budur.
O, çok zeki ve feraset ehli bir insandır. İçki içmiştir doğru, bununla yapmak istediği; Batı'nın kafasındaki 'şeriatı getirecek, yine bir İslam hâmisi devlet kuracak' düşüncesine mâni olmaktı ve bunu başardı.
Attila İlhan, "Hangi Atatürk" eserinde, sayfa 330'da, Mustafa Kemal'in mücadelesi hakkında, 24 Nisan 1920'deki meclis gizli oturumundan şu cümleleri verir; bu cümleler bahsettiğimiz gizli maksadı da anlatmaktadır:
"Ecnebilerin en çok korktukları, dehşetle ürktükleri İslamcılık politikasının da açıkça ifadesinden mümkün olduğu kadar uzak durmaya kendimizi mecbur gördük.
Fakat maddî ve manevî kuvvetler karşısında, bütün cihan ve Hıristiyan politikasının en şiddetli hırslarla haçlılar savaşı yapmasına karşı, sınır dışından bize yardımcı olacak kuvvetleri düşünmek zorunluluğu da olağandı."
Halide Edip, 10 Ağustos 1919'da Mustafa Kemal'e bir mektup gönderir. Henüz Erzurum Kongresi bitirilmiş, Sivas Kongresi'ne hazırlık dönemidir.
Bu dönemde Amerikan mandası dillendirilmektedir. Halide Edip de bunun savunucusu olarak yazdığı mektupta, Amerikan mandasına girmemizin kabulü için "Müslüman görünmeyen Hıristiyanlığa karşı olmayan" bir hava oluşturmak şartını özellikle dile getirir:
"Haricî rekabetleri ve kuvvetleri memleketimizden uzaklaştırabilecek bir zahire ihtiyacımız var. Bunu ancak Avrupa haricinde ve Avrupa'dan kuvvetli bir elde bulabiliriz.
Bugünkü emr-i vakiler kalkmak ve süratle davamızı dünyaya karşı müdafaa edebilmek için lazım gelen kuvveti haiz bir devletin müzaheretini istemek lazımdır.
İstilacı Avrupa'nın bin bir vesaiti ve mel'un siyasetine karşı böyle bir vekil sıfatiyle Amerika'yı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek; Şark meselesini de, Türk meselesini de ati için kendimiz halletmiş olacağız.
Bu sebeplerden dolayı süratle istememiz lazım gelen Amerika da tabii mahzursuz değildir. İzzet-i nefsimizden epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz.
Yalnız bazılarının düşündüğü gibi Amerika'nın resmi sıfatında dini temayül ve tarafgirlik yoktur.
Hıristiyanlara para verecek misyoner kadının Amerikası, Amerika'nın idarî makinesinde bir mevki tutmaz. Amerika'nın idare makinesi dinsiz ve milliyetsizdir. O çok ahenktar muhtelif cins ve mezhepte adamları çok imtizaçlı bir sûrette bir arada tutmanın usulünü biliyor.
Amerika şarkta mandaterliğe ve Avrupa'da gaile almağa taraftar değildir.
Fakat onların izzet-i nefis meselesi yaptıkları Avrupa'ya, usulleri ve idealleriyle faik bir millet olmak daiyesindedirler.
Bir millet, samimiyetle Amerika milletine müracaat ederse, Avrupa'ya, girdikleri memleket ve milletin hayrına nasıl bir idare tesis edebildiklerini göstermek isterler" tespitinde bulunuyor ve ekliyor:
"... Çok tehlikeli anlar geçiriyoruz. Anadolu'daki harekâtı, dikkat ve muhabbetle takip eden bir Amerika var.
Hükûmet ve İngilizler; bunun, Hıristiyanları öldürmek, İttihatçıları getirmek için bir hareket olduğunu Amerika'ya telkine elbirliğiyle çalışıyorlar.
Her an bu millî hareketi durdurmak için kuvvet sevki mutasavver, bunun için İngilizleri kandırmağa çalışıyorlar.
Millî hareket süratle ve müsbet arzularla hemen meydana çıkarsa ve Hıristiyan düşmanlığı gibi bir rengi de olmazsa Amerika'da hemen zahir bulacağını yine çok mühim mahafil temin ediyorlar..."
1919 şartlarında, İngilizler bir yandan Amerikan mandasına kabul edilmeyelim diye Mustafa Kemal hareketinin Hıristiyanları öldürmek için yapıldığını yayarken; diğer yandan Amerikan mandasını isteyenler, bunu Hıristiyan düşmanlığı rengine bürünmemek şartına bağlıyorlardı.
İşte, Mustafa Kemal'in en önemli devlet meselelerini içki sofralarında almasının asıl nedeni; vermek istediği bu 'şeriatı reddetmiş, Batılı' izlenimidir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 885)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.