Bursa'da uluslararası bir kongreye konu olan "Sosyal Devlet/ Milli Devlet" adlı eserin müellifi sayın Haydar Baş bir baba şefkati ile kitabın sayfalarında adeta feryad ediyor.Uçurumun tam ağzında oynayan, koşan-koşturan çocukları oradan derhal uzaklaştırmak için bir baba nasıl çırpınır, feryad ederse sayın Haydar Baş da, Türk milletine, yöneticilerine, ilim adamlarına, siyaset çevrelerine öyle feryad ediyor.Bu feryad, işitme yeteneğini kaybetmemiş olan kulakların zarını patlatacak kadar üst perdeden bir feryad:Yılların ihmali sonucu hemen her alanda biriken sorunların çözümlerini-çarelerini başka kapılarda aramayın; çözüm sizde, bizde, çare sizsiniz, biziz.Ekonomiden politikaya, kültürden eğitime bütün alanlarda dağ gibi olmuş problemleri, çözmek, halletmek için, bir çıkış yolu bulabilmek için baş vurduğunuz kapılar, müracaat ettiğiniz merciler bizzat bu problemleri üreten, başımıza bela eden merkezlerdir.Türk milletine, Türk devletine dert-bela üreten merkezler çözüm makamları olabilir mi?Bir baba şefkati ile; yapmayın-etmeyin yanlış yola gitmeyin diyor sayın Haydar Baş.Mevcut dertlere derman aramak için kapılarına gidilen, akıl sorulan, yardım talep edilen küresel organizasyonların, batırdığı, bitirdiği, kanını-iliğini sömürdüğü ülkeleri tek tek sayarak milletimizi ikaz ediyor, iş başında bulunanları uyarıyor.Globalleşme ve küreselleşme gibi bir takım kelime oyunları ile emperyalist sömürücü failler gizlenerek, ülkelerin kılcal damarlarına kadar sızan, milletleri zihnen köleleştirerek milli servetlerine, gelecek nesillerin kullanacağı kaynaklara el koyan şer odaklarına dikkat çekmektedir.Sayın Haydar Baş bir baba şefkati ile feryad ediyor ve biriken dertlerimize çare kapısı olarak AB'yi gösterenlere sesleniyor; "AB'den himmet beklemek şeytandan şefaat beklemek kadar abes ve boşuna bir bekleyiştir".Çünkü:AB, milli egemenliğin yabancılara devredilmesidir.AB, asırlardan beri "tek vücut" olmuş milletimizin 36 etnik parçaya bölünmesi demektir.AB süreci Türk topraklarının satılmasıdır.AB, milletimizin, Lozan Anlaşmasına aykırı olarak misyonerlik faaliyetlerine teslim edilmesidir.AB süreci Türk milletinin kendi medeniyetinden kopartılması,coğrafyasındaki tarihi misyonu ve şerefli duruşundan uzaklaştırılması, kimliksiz ve kişiliksiz bırakılmasıdır.AB'nin talepleri Sevr'in ta kendisidir. Gerek Katılım Ortaklığı Belgesindeki maddeler, gerekse ilerleme raporlarında Türkiye'den istenilen hususlar Birinci Dünya Savaşının akabinde önümüze konulan Sevr Anlaşmasının maddeleri ile nerede ise cümle cümle aynıdır.AB, sözde Ermeni soykırımı iddiasına onay vermektir.AB, Ege'yi Yunan gölü haline getirmektir.AB, İstanbul sur içinde din temelli bir devletin varlığını kabul etmek demektir.AB, Rum Pontus hayalcilerine Karadeniz'imizde, Kürdistan hayalcilerine Güneydoğumuzda; Ermeni hayalcilerine Kars-Ardahan- Ağrı yörelerimizde zemin açmaktır.AB, süreci Kıbrıs'ın Rumlara devridir.AB, Türkiye ile pazarlık etmemekte sadece ev ödevi vermektedir.AB'ye girildiği takdirde Türk insanına iş bulunacağı iddiası bir yalandan ibarettir.Sadece başlıklar halinde verdiğimiz bu maddeleri sayın müellif, belgelerle açık-seçik ortaya koymaktadır. "Sosyal Devlet/ Milli Devlet" adlı eserinde sayın Baş, adım adım kapımıza kadar yaklaşan tehlikeleri hem AB sürecinde dayatılan ev ödevlerinden örneklerle hem de Osmanlı'nın son döneminden örneklerle dikkatlere sunmaktadır.Gerçekten benzerlikler şaşırtıyor insanı:"İlk defa 1854 yılında Kırım Savaşı esnasında İngiltere ve Fransa'dan 3 milyon sterlin alarak borçlanma sarmalının içine itilen Osmanlı'nın eline, sadece 2.018 milyon sterlin geçmiştir.1870 yılında çıkarılan tahviller nominal değerin ancak üçte birine alıcı bulabiliyordu; yani Osmanlı, ödediği her 100 lira için sadece 33 lira para alabiliyordu.1859 yılında ilk borç alınmasının beş yıl sonrasında İngiliz ve Fransız üyelerin de katılımı ile Islahat-ı Maliye komisyonu kuruldu. Bu komisyon, günümüzde olduğu gibi kamu harcamalarını kısma ve vergileri arttırma üzerine yoğunlaşmıştı.1863 yılında Osmanlı Bankası kuruldu. Osmanlı'nın merkez bankası olarak işlev görecek bankanın yetkileri içerisinde banknot basma yetkisi de bulunuyordu. İsmi Osmanlı olan bankanın sahipleri ise elbette borç veren iki ülke, yani İngiltere ve Fransa idi.1881 yılında Osmanlı, borçlarını ödeyemeyince Düyun-u Umumiye Teşkilatı kurularak Osmanlı'nın damga, balık, tütün,t uz, Kıbrıs gümrük vergileri gibi bir çok vergisine el konuldu. Duyun-u Umumiye, Birinci Dünya Savaşına gelindiğinde beş bin çalışanı ile dünyanın en büyük tahsilat kurumu olarak vazifesini ifa etmekte idi.Osmanlı'nı borç alması ile sadece vergilerine el konulmadı; borç veren sömürgeci güçler, Osmanlı'nın bütün idaresine karışmakta, onun hazırlanmasına zemin hazırlayan yasları tek tek ona çıkarttırmakta idi.İlk borç alındıktan iki yıl sonra Ali Paşa hükümeti döneminde, İngiliz ve Fransızlarla beraber hazırlanan 1856 Islahat Fermanı maddeleri, yakından incelendiğinde, günümüzün AB ilerleme raporları ve IMF talimatları ile olan benzerliği dikkat çekmektedir.Bu fermana göre:Yabancılar mülk edinme hakkı ediniyor,Azınlık okullarının açılmasına ruhsat çıkıyor,Patrikhanede alınan kararların Babıali tarafından onaylanması sağlanıyor,Azınlıklar için farklı mahkemeler oluşturuluyordu.Azınlıklara verilen her türlü imtiyazla birlikte çok kısa süre içerisinde Osmanlı ekonomisi azınlıkların kontrolüne geçmiştir." (S:73-74)Osmanlı'nın son dönemi ile son yıllarda yaşadıklarımızın bire bir aynı olduğuna dikkat çeken Haydar Baş, bu girdaptan nasıl çıkılacağının formüllerini de tek tek sıralıyor.Yani bu kitapta sadece tespit ve teşhis yok aynı zamanda teşhis konulan hastalıkların nasıl tedavi edileceğinin de sayfa sayfa izahları var.Tekrar yazımızın başlığını hatırlarsak, sayın Haydar Baş, adeta feryad ederek tehlikeleri gözler önüne seriyor, aman bunlardan uzak durun, tuzaklara düşmeyin dedikten sonra bu tuzaklara düşmemek için hangi limana sığınılması gerektiği de güzelce açıklıyor:"Milli Ekonomi Modeli'inde geniş olarak izahını yaptığımız gibi, devletin gelir kaynakları sadece halktan alınan vergiler değildir. Diğer sistemler, gerek kaynakların kıt olduğu yanlışından yola çıktıkları ve gerekse tek gelir kaynağı olarak vergileri kabul ettikleri için, sahip oldukları kaynakların ya farkına varmamış ya da global odaklara devretmişlerdir. Geride ise, hakları gasp edilmiş ve mutsuz bir çoğunluk kalmıştır. Bu devlet anlayışında devlet, vergi toplayarak yalnızca "alan el" dir.Milli devlet'te ise devlet, "alan el" değil, aldığından fazlasını "veren el"dir." Baba devlet" anlayışını hayata geçirecek olan Sosyal Devlet/ Milli Devlet'te, insan ihtiyaçlarının karşılanmasında kaynakların sınırsız olduğu gerçeği ispatlandığı gibi, devletin tek gelir kaynağı olarak da vergiler görülmemektedir. Devletin, üretimin karşılığı olan parayı basma hakkı olarak senyoraj gelirleri; değeri 3 katrilyon dolar olarak tespit edilen yer altı kaynaklarımızın devlet-millet ortaklığı ile işletilmesinden elde edilecek gelir ve bunların yanında büyüyen ekonomilerden elde edilen artan vergiler devletlerin gelir kaynaklarıdır.Aynı zamanda bütçe giderlerinde faiz ödemesi diye bir kalemin olmayacak olması hem devletleri bağımlı olmaktan kurtardığı için adeta büyük bir kaynak daha elde etmiş olacaklardır. Anlattığımız özellikleri toparlarsak, Milli Devlet'in tanımı şöyle yapılabilir:Tam bağımsızlık esasına dayalı, "kurumlar insan içindir" gerçeğinden hareketle millet egemenliğini ilke edinmiş, millete hizmeti gaye bilen, bireylerin haklarını korumak ve hürriyetlerini temin etmek amacıyla yaptırım gücüne sahip bir tüzel kişiliktir. Milli Ekonomi Modeli'nin toplum hayatına bir yansıması olan Sosyal Devlet/ Milli Devlet modelimizde devlet, "baba rolü" üstlenmelidir." (S:173-174)Bir tarafta mevcut hükümetin uygulamalarında olduğu gibi "babalar gibi satan" bir anlayış var, diğer tarafta da millete ait bütün değerlere sahip çıkıp "baba rolü" üstlenen bir anlayış var.Bir tarafta halkın büyük bir kesiminden sürekli alıp bir avuç mutlu azınlığı memnun eden, bu arada küresel tefecilere aslan payını ayıran bir anlayış var, diğer tarafta herkese, her kesime adil bir şekilde "veren el" konumundaki bir devlet anlayışı var.İşte, sayın Haydar Baş Bey'in feryadı bu.Bu feryada kulak verin lütfen, iş işten geçmeden.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Doymayan gözden ve ürpermeyen kalpten… / 19.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024
- Bayram gelmiş! / 09.04.2024
- Ağır misafiri yolcu ederken… / 08.04.2024
- Doğru tartan bir kantara çıkmalı / 06.04.2024
- ‘Demir olsa erir odunsa yanar Bakın yüreğine taş mı bağlamış?’ / 05.04.2024
- Gazzeli çocukların çığlıkları çarpmış olabilir mi? / 04.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024
- Bayram gelmiş! / 09.04.2024
- Ağır misafiri yolcu ederken… / 08.04.2024
- Doğru tartan bir kantara çıkmalı / 06.04.2024
- ‘Demir olsa erir odunsa yanar Bakın yüreğine taş mı bağlamış?’ / 05.04.2024
- Gazzeli çocukların çığlıkları çarpmış olabilir mi? / 04.04.2024