BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, bu haftaki "Haftanın Sohbeti"nde üniversite imtihanları, AB, Irak, Kıbrıs, ekonomik büyüme, Alman Parlamentosunun sözde Ermeni soykırımı ile ilgili aldığı karar başta olmak dış ve iç siyasetle ilgili sıcak gelişmeleri değerlendirdi.n Muhterem Hocam, Pazar günü 1 milyon 730 gencimiz üniversiteye girmek için sınava girdiler. Bunların ancak dörtte biri üniversiteye girecek. Sizler, uzun yıllar eğitimcilik yaptınız. Avrupa'da konferanslar verdiniz. 13 yılı aşkın süredir de Bakü Devlet Üniversitesinde öğretim üyeliği yapıyorsunuz. Bu noktada mevcut eğitim sistemimizi nasıl görüyorsunuz? Prof. Dr. Haydar Baş- Bu, eğitim meselesi Türkiye'nin aslında uzun yıllardan beridir halledilmesi gereken olmazsa olmaz meselelerinin başında geliyor. Ama ne hikmetse bu mesele bugüne kadar sürüncemede bırakıldı. Gelen siyasi iktidarların zihniyetine göre eğitimde tavır alındı. Heder olan, mağdur olan da Türk milletinin yetişen evladı oldu. İdeal insan tipi boşluğu sürüyorDilerseniz bu olayı bir hatıra ile cevaplandırayım. Öğretmen olarak vazifeye başladığım yıllarda, Trabzon Lisesinde, yanılmıyorsam yedi öğretim yılı hizmet ettim. Bu yıllar esnasında tabii teftiş de gördük. Milli Eğitimin müfettişleri gelir, eğitim hakkında hem teftiş eder, hem de tavsiyelerini belirtirlerdi. Kısaca milli Eğitimin gayesini anlatırlar. Nasıl öğrenci yetişecek, kurallar nasıl uygulanacak? Bunlar anlatılır. O tarihte bendenize de bir müfettiş arkadaşımız gelmişti. Ya 4. ya 5. öğretim yılımdı. Ders bittikten sonra müfettiş beye bir sorum oldu. "Biz elimize milletimizin evladını alıyoruz. Onu bilgi ile donatıyoruz. Ona bir şeyler veriyoruz. Ama benim gördüğüm kadarı ile bir noksanımız var gibime geliyor. Biz öğrenci yetiştiriyoruz ama örneğimiz ne? Biz delikanlı yetiştiriyoruz ama bu çocuğu kim gibi yapmaya çalışıyoruz? Bu delikanlı hangi Türk büyüğü gibi olacak? Yetiştirdiğimiz kızlarımız, hanımefendi evlatlarımız hangi tarihteki hanımefendi gibi olacak?" sorularını ben beni teftiş eden müfettişe tevcih ettim. Hiç unutmam. İlk defa teftişte takdir alan öğretmen de ben olmuştum. Öğretmenliğim çok güzeldi. Bir dersi ne kadar bilirsem bileyim, mutlaka o dersi vermeye gitmeden bir konferans gibi detaylarıyla, güncel konuları da içine katarak hazırlanır, öğrencinin karşısına o şekilde çıkardım. Dersi derste öğretirdim. Bu prensibim vardı. Evvela beni tebrik etti. "Ben bu kadar zamandan beri müfettişim. Sizin gibi mufassal bir şekilde hazırlanıp öğrenciye öğreten arkadaş nadir gördüm. Sorduğunuz soruya gelince, ilk defa bu soru ile karşılaştım. Doğrusunu isterseniz çok mühim bir soru, cevabını ben de bilmiyorum" dedi. Ben, o günden bu güne, sayın müfettişe tevcih ettiğim soruyu gelmiş geçmiş bakanlarımıza da, siyasilerimize de tevcih ediyorum. Bizim ideal insanımız kimdir? Eğer Mustafa Kemal Atatürk'se bunu niçin biz ortaya koymuyoruz? Onun çalışkanlığını, dürüstlüğünü, insanlığını, insanlara bakışını, insan haklarına verdiği önemi, insanların iç ve dış tabiatından olması gereken mümtaz bir şahsiyet olduğunu öğretmiyoruz. Böyle bir şey yok. Aynı boşluk bugün de devam ediyor. Bana kalırsa Cumhuriyet tarihinde biz hangi insanı yetiştireceğimize henüz daha karar veremedik. Onun için çok ciddi bir ideal noksanlığı, gaye-hedef şaşırtması var. Gelen siyasinin birisi öyle diyor, öyle oluyor, öteki başka diyor, o şekilde oluyor.Niçin üniversite imtihanı yapılıyor? Şimdi soruyorum. Niçin, bu öğrenciler üniversiteye alınması gerekirken imtihana tabi tutuyorsunuz? Hangi sebepten dolayı? Bunların kariyerini bir çok üst basamaklara taşımak için mi bunu yapıyorsunuz? Cevap: Hayır! Toplumda meslek sahibi olsunlar, iş bulalım diye mi yapıyorsunuz? O da hayır! Bu kadar mezun var. Niçin bunları okutuyorsunuz? Bu gaye belli değil. Belli olmayan bir mantık ve mantalite etrafında bir sürü insanı siz eğitime tabi tutuyorsunuz ve mezuniyetinden sonra, filan yere memur-işçi alınacaksa yüzlerce insanı kapıya dikiyorsunuz, imtihana tabi tutuyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Madem ki imtihana tabi tutacaksınız neden bu kadar insanı lisenin kapısında bekletiyorsunuz da üniversiteye hepsini alarak onların psikolojik tatminine cevap vermiyorsunuz? Bir şey yaptığın yok. Onu niye bedbin, sokak ortasında yapayalnız bırakıyorsun diye sorduğumuzda bütün bu soruların cevabı bugünkü eğitim anlayışında maalesef yoktur. Sayın Bakan beyin canı sıkıldı "lise dört sene olacak" dedi. Niçin olacak? Bana bunun izahını yapabiliyor musun? Ben eğitimciyim. Bu konuda herkesle de tartışmaya hazırım. Bu konuyu bilen bir arkadaşınızım. Bugün üç yıllık bir programın üzerine hiç bir kelime ilave etmeden konulan bir sınıf, yetiştirdikleri öğrencilere -ben yetiştirdiklerine de kani değilim- iş bulamadıkları için işsizlik yok demek içindir. Bunu örtmek mantığıyla liseyi dört sene yapıyorlar. Bu millet senin babanın oyuncağı mıdır? Bu işi beceriyorsan devam edersin. Yapamıyorsan, "Ey milletim! Ben bu işi bilmiyorum. Elimden bu kadar geliyor" der vazgeçersin. Ama maalesef böyle bir itiraf da söz konusu değil.Eğitimde gayesizlik var Kısaca eğitimde bir gayesizlik var. Mesela öğrenci yetiştiriyoruz. Hangi mantığı, hangi mantaliteyi, hangi gayeyi niçin veriyoruz? Ezcümle şunu ifade etmemiz lazım: Evvela kişilik sahibi, bir milletin bireyi olma düşüncesini, idealini özendirmemiz lazım. "Ben Türk oğlu Türküm" diyebilmesi lazım. Nereden gelirse gelsin, hangi etnik gruptan olursa olsun, o bizim üst kimliğimizdir. İşte bunu verdirecek bir eğitim anlayışı, bunu gururla, göğsünü gere söyleyecek bir anlayış verilmesi lazım. Onun içini nasıl dolduracak? O güzel kimliği ona verecek, onu eğitecek, öyle bir seviyeye taşıyacak ki o hakikatte bütün insanlığın muhtaç olduğu bir hanımefendi, bir delikanlı olacak. Dört dörtlük, kendi kendine tatmin olmuş, aradığını bulmuş biri olacak. Aramaktan yorulan değil, bunalıma düşen değil, bilakis olgun, kişilikli, erdemli, sabırlı, kanaat ehli, çalışkan, düşkünlerin elinden tutan, muhtaçlara yardıma koşan bir insan modeli olacak. Bilgiyi bu insana yükleyeceksin ki o insan mükemmel bir mühendis, doktorsa mükemmel bir doktor, siyasetçi ise fevkalade bir siyasetçi, hakimse muazzam bir hakim, hülasa mesleğine göre içi dolmuş, evsaflı bir insanı yetiştirmeyi bizim eğitimin gaye edinmiş olması, bu insanı yetiştirmesi lazım. Bugün, bundan fersah fersah uzaktayız. Allah gençliğimize acısın. Bunun çaresi bizdedir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Biz bu milletin evladını bu millete layık bir kimlikle yetiştireceğiz. Eğitimde önünü kapatmak değil alabildiğine açacağız. Okumak mı istiyor, okuyacak. Adam, okumak, yetişmek istiyor, sen önünü imtihanla kesiyorsun. Bu bir geri zekalılıktır. Harun Bey, Bakü Devlet Üniversitesinde aynı zamanda benim asistanımdır, bilir; ayakkabı boyacısı üç tane lisan biliyor. İngilizcesi, Rusçası, Azericesi var. Hatta orada dilenci bile üç tane lisan biliyor. Adam dilencisine bile bunu öğretmiş, dilenciyi bile yüksek okuldan mezun etmiş, elbette bu insan yarına çok daha umutla bakar. Ki biz o dünyayı senelerce bilmeden eleştirdik. Öyle değil mi? Demek istediğim biz, kimlik, kişilik sahibi insan yetiştireceğiz. "Liseyi bitirdin, kapıda bekle" yok. Okumak mı istiyorsun, bilakis onu takdir, tebrik ederek, "aferin" diyerek daha üst seviyelere taşımak bizim anlayışımızın merkezidir. Bunu yapacağız. Onun için gençler bizimle beraber olsun. Beklediklerine en kısa zamanda nail olacaklardır. n Hocam, milyonlarca gencin gönlüne su serptiniz. Demek ki okumak isteyenler okuyacak.Prof. Dr. Haydar Baş- Kesinlikle okuyacaktır. Evlatlarımıza Cenab-ı Hak başarılar lutfeylesin.Milli irade diye bir şey kalmadın Hocam, birinci Körfez Savaşında Irak'ın parçalanarak bir Kürt devleti kurulacağından hareketle, asıl hedefin Türkiye olduğunu, AB'nin Türkiye'yi almayacağını, AB'nin Euro'ya geçişle beraber ekonomik krize yuvarlanacağını ve siyasi birliğin de dağılabileceğini söyleyerek aynı zamanda Kemal Derviş'e herkes kurtarıcı gözü ile bakarken uygulanacak IMF programının Türkiye'yi batıracağını ifade ettiniz ve zamanın siyasilerini uyardınız. Bütün bu tespitleriniz çıktı. Hocam bu perspektiften bakıldığında Türkiye'nin şu andaki meselelerine nasıl bakıyorsunuz?Prof. Dr. Haydar Baş- Bu açıdan bakıldığında Türkiye dün ise bugün de o. Yani değişen hiç bir şey olmadı. Dün, IMF'nin, dün ABD'nin, AB'nin plan, program ve projesi hayata geçti; bugün de aynısı geçiyor. Esasen milletin çıkarları istikametinde bir siyasi hizmet değil de yabancıların isteklerini hayata geçirme babında bir uygulama görüyoruz. Bakıyoruz, iç siyasetimiz AB'ye teslim edilmiş. Çıkan yasaların tamamına bakın, tamamen AB istiyor diye bu yasalar çıkıyor, millet istiyor diye değil. AB istiyor. "Biz de oraya girmemiz lazım" deniliyor, yasalar öyle çıkıyor. Milli irade diye bir şey yok. Milli irade hikaye, sözde. Mali konuda "IMF istiyor" diye dizayn ediyoruz. Dış politikada da "ABD bunu böyle istiyor" diye hareket ediyoruz. Bundan önceki hükümetin tavrı ne ise aynı tavır bu iktidar döneminde de geçiyor. "Al birini vur ötekine" diye bir atasözü var. Geçmişteki sayın Ecevit hükümeti ile şu andaki sayın Tayyip beyin hükümeti arasında ne fark var? Ben şahsen bir milimetre fark göremiyorum. O da IMF'ci idi bu da IMF'ci; o da AB'ci idi bu da AB'ci. Yani o haftada bu yolda şu kadar kanun çıkartıyordu, bu da o kadar çıkartmaya çalışıyor. Hatta birbiri ile yarışıyorlar. "Ben bu konuda senden daha fazla kanun çıkarttım. Ben IMF'den senden daha fazla taviz aldım" yarışındalar. Hiç biri milletin çıkarına, milli menfaatlere, millet ve devlet olma vasfına uygun bir politika hayata geçirememiştir. Bu siyaset devam ederse ki bu milletimizin elindedir. Milletimiz ayıkır, "Yahu! Biz kalktık IMF'ci, AB'ci dedik sayın Ecevit'i tahttan indirdik. Siyaseti onun elinden aldık, Tayyip beye verdik. Ama bununla onun arasında ne fark var ki" demesi lazım. Fark olmayan bir üçüncüyü de getirirseniz bu musibet devam edecek. Onun için iş milletin elindedir. Farkı olan kimse onu arayıp bulacağız. Bu fark da kabul edelim ki bizleriz. Bizim, bir Milli Ekonomik Modelimiz var. bu model, Allah'ın izniyle sadece ülkemiz için değil, geri kalmış bütün ülkeler için, ekonomisi tıkanmış bütün devletler, milletler için fevkalade bir modeldir. Bunu biz hayatımıza Türkiye'de geçirip milletçe kalkındığımızda göreceğiz ki sadece bizim değil, bize yakın, bize bağlı ülkelerin de yüzü gülecek. Dünyanın da yüzü gülecek. Yani her şey milletimizin elindedir.Almanya politikasının gereğini yaptın Muhterem Hocam, Alman Federal Meclisi sözde Ermeni soykırım iddialarını kabul etti. Bu kabulün aynı zamanda ders kitaplarında da yer alacağını ifade etti. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan, Almanya Başbakanı Schröder'i omurgasız bir siyaset yaptığını ve daha önce kendisine verilen sözleri tutmadığını ifade etti. Böyle bir tablo var. Hükümet ise ilk geldiği zamandan beri AB dedi, durdu. Sayın Başbakan, hep ikili diyalogları, dostlukları olduğunu, birçok sözler-taahhütler aldığını söyledi. Ama bugün gelinen noktada kendisine en yakın gördüğünü ifade ettiği Schröder'in omurgasız olduğunu söylüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?Prof. Dr. Haydar Baş- Biz her tarafta maalesef ipe un sermeye başladık. Schröder dün ne söyledi ise bugün onu yerine getirmeye başladı. Batı, dediğinin dışında bir şey söylemiyor ki. Yabancı dilden de konuşmuyor. Yabancı dilden konuşmuyor derken insan diliyle konuşuyor. "Ben Batılıyım" diyor. "Kopenhag kriterlerini hayata geçirmeniz lazım" diyor. Geçmişte Ecevit hükümetine karşı Almanya'nın siyaseti neydi? Şu anda sayın Tayyip beye uygulanan siyasetti. Yani Almanya'da veya Batı ülkelerinde, ABD'de Schröder gitti, yerine bilmem kim geldi; siyaset değişmez. Siyaset bir kurumdur. Bir masası vardır. Her devlet hakkında masanın kuralları, kanunları geçerlidir. Bizim siyasilerimizin bilmediği bu. "Ben onunla yer, içer, söyler, gülersem onu ikna eder, belli bir noktaya taşırım" gibi çok aslı ve astarı olmayan hayaller peşinde koşuyorlar. Alıyorsun çantanı, haydaaa bilmen hangi ülkenin devlet başkanı, hükümet başkanının yanına gidiyorsun. Sen neyi değiştireceksin? Adamlar senin gibi değişken değil. Senin gibi değişken olanı da onlar bir saat iktidarda tutmazlar. "Sen milletin menfaatlerini değil, kendi menfaatlerini gözetiyorsun" der, ihraç ederler. Siyasette bir daha tutmazlar ve seçmezler. Bu cümleden olarak şunu söylüyorum. Hiç bir zaman ümit vermedi. "Ben soykırımı reddedeceğim" demedi. Bilakis Almanya, "Siz, gelin Ermeni soykırımını kabul edin" diye bize baskı yaptı. Bunu bilmeyen bir Allah kulu yok. Hükümetin başındaki insan bu kaynayan düşünceyi görmedi ise buna bir şey demeye de gerek yok. Burada yanılan Schröder değil sayın Tayyip beydir. Onlar, devletinin olması gereken politikasını hayata geçirdiler. Biz ise yapılması gereken tavrı koymadığımız için kendimizi bir boşlukta bulduk. "Niçin böyle olduk?" dedik. Devlet hayatında söz konusu olan menfaatlerdir. Arkadaşlıklar, dostluklar, şunlar, bunlar söz konusu değildir. Bir, siyasetçinin eğer gayesi hakikaten milletine hizmetse evvela bu stratejiyi çok iyi belirlemesi ve ona göre hayatına yön vermesi lazımdır.