Ekonomide işler yolunda gitmiyor. Hayat pahalılığı hepimizi bezdirdi. TÜİK makyajlı enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığı ortada. Büyük bir işsizlik krizi kapıda… Kısa çalışma ödeneğinin gelecek ay bitmesiyle işte çıkarma yasağı da kalkacak. Bu durumda aylardır doğru dürüst çalışamayan esnaf maaşını ödeyemeyeceği işçileri patır patır çıkarmaya başlayacak. Bu da işsiz sayısına yeni yüzbinlerin eklenmesi demek.
Maalesef çözüm makamında oturanların elinde çözüm adına hiçbir şey yok. Zaten çözüm makamı değil şikâyet makamı gibi hareket ediyorlar. Ellerinde sonsuz yetki var ama sıfır sorumluluk sahibiler!
Buldukları tek çözüm Türkiye'yi faiz lobisi için cennete çevirip yabancı sermaye çekmek.
Yüksek faize gelen yabancı para ise daha fazla dış borç demek, devletin kasasının daha fazla boşalması, halkın sırtındaki zam, vergi ve ceza gibi yüklerin daha da artması demek.
Evet… Dediğimiz gibi çözümden çok uzaktalar, hatta çözümün Ç'si ile bile alakaları yok!
Bu durumda yapacakları tek şey kalıyor; polemik, karşılıklı hakaretlerle kutuplaştırma siyaseti izlemek.
Son bir hafta içinde siyasilerin dilinden çıkan ifadelere şöyle bir bakar mısınız lütfen; yüzsüz, terbiyesiz herif, faşist, cibilliyetsiz…
Bu üslubun altında ellerinde bir çözüm olmayanların, düşmanlar üreterek dikkatleri başka yöne çekme niyeti yatıyor.
* * *
Yıllardır aynı filmi izliyoruz. Klasik ifade ile cambaza bak oyunu yine yeniden sahnede.
Peki, bu durumda vatandaşın ne yapması gerekiyor?
Şu ana kadarki tavrına bakacak olursak durum umut verici değil.
Zira cambaza bak oyunu hep tuttu, Ayşe teyze, Mehmet amca kendi derdini düşüneceğine perdeye aksettirilen kutuplaşma siyasetini bir güzel yedi.
Cebindeki paranın alım gücü zamlarla sürekli düşerken o bunu düşünmek, sorgulamak yerine siyaset cambazlarının değirmenine su taşıdı.
Ee ne diyelim; kendi düşen ağlamaz. Zira önlerine çözümsüzlük kadar çözüm de kondu. O ise tercihini sürekli ama sürekli çözümsüzlükten yana kullandı. Bu yöndeki her tercihi kendisine zam ve daha pek çok olumsuzluk olarak yansımasına rağmen bu böyle oldu.
Bu durumu psikolojik bir rahatsızlık olarak tarif etseydik adına Stockholm sendromu denmesini tercih ederdim doğrusu.
Nedir bu Stockholm sendromu diye soracak olursanız şu kısa bilgiyi verebiliriz;
Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç'in başkenti Stockholm'de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler.
Ne dersiniz… Beklemeye devam mı yoksa artık yeni bir şeyler mi söylemek gerekiyor sizce?
Saygılar…
- ABD ve AB açlıktan kırılıyor! / 23.09.2022
- Kandırıldık / 19.09.2022
- Gariban Türk’e Survivor gibi memleket / 16.09.2022
- Klasik AKP dış politikası / 12.09.2022
- Akıl tutulması / 05.09.2022
- İslam dünyası! / 18.05.2021
- İftar / 07.05.2021
- Çöküş / 03.05.2021
- Tam kapanma dediysek, mesela yani / 30.04.2021