Ekonomiler yapısal reforma gidiyor
Koronavirüs salgını küresel ekonomiye ciddi bir darbe indirdi. Halk sağlığını korumak için gereken tedbirler, zaten kırılgan bir halde olan ekonomileri derin bir durgunluğa sürükledi. Dünya Bankası'nın yayınladığı son rapor, büyük bir yapısal reformun şart olduğunu söylüyor. Bu yeni yapılanma dönemini tarih, “Haydar Baş Dönemi” diye adlandıracaktır
07.06.2020 13:38:00





DR. ALİ BESTAMİ KEPEKÇİ / ANALİZ
Dünya Bankası tarafından yayınlanan Küresel Ekonomik Beklentiler (Global Economic Prospects ) raporu, belli periyodlarda yayınlanıyor. Son rapor (Haziran 2020) 29 Mayıs 2020'de yayınlandı. Önce geçen hafta yayınlanan bu rapordan sizlere kesitler sunmak istiyorum:
Koronavirüs (COVID-19) salgını küresel ekonomiye ciddi bir darbe indiriyor. Halk sağlığını korumak için gereken tedbirler, zaten kırılgan bir halde olan küresel ekonomiyi gölgede bırakmış, ileri ekonomiler ve gelişmekte olan piyasalarda ve gelişmekte olan ekonomilerde derin durgunluklara neden olmuştur.
Gelişmekte olan ekonomilerden özellikle;
1- Küresel ticarete, turizme ya da yurt dışından gelen paraya dayananlar;
2- Mal ihracatına bağımlı olanlar bu durgunluğu daha çok yaşayacaklar diyor.
Örneğin, enerji ihraç eden gelişmekte olan ekonomiler, pazar sıkıntısı yaşayacaklar diyor. Uzun vadede, salgın gelişmekte olan ekonomilerde "daha az yatırım yapılmasına neden olacak." Bunun sonucunda da bu ekonomilerde kalıcı hasar bırakacak. İşletmelerin kapanması, eğitim ve iş kaybı nedeniyle fiziksel ve beşeri sermayenin erozyonu; küresel ticaret ve tedarik bağlantılarının kesilmesi nedeniyle, istihdam ve işgücü verimliliği azalacaktır. Başka bir ifade ile;
* Üretim düşüyor,
* İhracat düşüyor,
* Enflasyon yükseliyor.
Ve dediğimiz gibi, bunlar kısa vadede düzelmeyecek. Global dünya ekonomisinde kalıcı bir hasara yol açacaktır. Türkiye'nin de içinde bulunduğu bazı piyasalar ise salgının yol açtığı "belirsizliğe" yüksek dış ticaret açığı, ciddi bütçe açıkları ve yüksek döviz borçlarıyla yakalandı. Dünya Bankası Raporunda çıkış yolu olarak da önerilerde bulunulmuş:
* Yapısal reformlar şart,
* Ülkeler mali yapılarını güçlendirmeli diyor.
Peki, kapitalizm ile şu an uygulanan ekonomik modellerle dünya ekonomisini rahatlatacak yapısal reformlar sağlanabilir mi? Çok net söylüyorum: Hayır.
Türkiye piyasalarında durum nedir?
Konuya şimdi biz, Türkiye özelinde bakalım. Mesela; Türkiye, bu yıl içinde vadesi gelen yaklaşık 172 milyar dolarlık dış borcunu ödemek zorunda. İhracat, turizm, lojistik gibi tüm döviz girdileri şu anda adeta durmuş vaziyette. Yerli firmalarımız son ürünlerini çok yüksek rakamlara mal ediyorlar. Yüksek hammadde maliyeti, yüksek vergiler bunda büyük etken. Ve imalat sektörü çok dışa bağımlı. Örneğin en iddialı olduğumuz ihracat alanlarından biri olan tekstilde kumaşın çoğunu yurt dışından ithal ediyoruz. Diğer imalat alanlarında, farklı mı? Ne yazık ki, hayır! Ayrıca mali yapıları çok güçlü olmadığı için, firmaların ar-ge çalışmaları çok yetersiz.
Sonuç: Firmalarımız dünya pazarında rekabete giremiyor.
10.000 civarı böyle firma var. Hükümet yoğun krediler vererek bu firmaların sözüm ona batmamaları için uğraşıyor. 2017'den beri adı değişen isimlerle bu firmalara bir sürü kredi verildi, veriliyor. Aslında bu krediler de bu şirketlerin batma riskini artırıyor. Sadece zaman öteleniyor. Her gün yükselen kur ve vergilerle firmaların maliyetleri her gün daha da artıyor. Yetmedi, zaten Pazar da yok!
* Dolar 6.9'lara dayandı. Hükümetin dolar kurunda yükselişi durdurmak için hep kullandığı Merkez Bankası'nın (TCMB) döviz rezervi kısıtlı. Bu nedenle döviz satarak artışa müdahale edemiyor.
* Ama yine de döviz kurunun yükselmemesi için Hükümetin özel bir gayreti var. Hükümet, lirayı olduğundan değerli göstermeye çalışıyor.
* İhracat artmadığı, üretim artmadığı halde liranın değeri düşürülmemeye çalışılıyor.
* İhtiyaç akçesi ve TCMB temettüsü gibi gelirler daha önce Hazine'ye aktarıldığı için, bu seçenek de kullanılamayacak durumda.
* Devletin elindeki her şey satıldı. Satacak bir şey kalmadı.
* Merkez Bankası yedek akçesi kullanıldı.
* İmar barışından, bedelli askerlikten alınan paralar bitti.
Aynı durum aileler için de geçerli. Hane halkı da yeni kredi kartları ve tüketici kredileri ile ayakta duruyor. Ama bu krediler nasıl ödenecek. Vatandaş, hep borçlu ve işsiz. Gerek firmaların, gerek vatandaşın durumu bu?Şimdi soruyorum size: Bu sarmaldan firmalar ya da vatandaş kendi imkanları ile kurtulabilirler mi?Hükümetimiz kendinden beklentileri yerine getirebilecek mi? Hükümet köklü yapısal değişiklikler yapabilecek mi?
Atılan ekonomik adımlar neler?
* Swapla alınan borç paralarla döviz kuru sabit tutulmaya çalışılıyor.
* Darphanede banknot, para basılıyor.
* Firmalara ve vatandaşa yüksek miktarlarda kredi veriliyor. Firma ve vatandalar kredi kullanmaya yönlendiriliyor.
Bu adımlar çözüm getirir mi?
* Swapla alınan borç para ile belki bir dönem kuru, istediğiniz seviyede tutarsınız. Ama bu ne kadar sürecek. Lira, gerçek değerinden çok değerli gibi görülecek. Tabir caizse, balon şişecek, ama her şiştiğinde biraz daha esneyecek ve dayanıklılığı azalacaktır. Ve öyle bir noktaya gelecek ki; çok şiddetli bir şekilde patlayacaktır. Eğer patlatmadan balonun gazını geri indirmeyi başarırsanız, bu kez de ne kadar çok şişirdi iseniz, balon o kadar esnekliğini kaybetmiş bir halde eski haline gelecektir, yani özelliğini kaybedecektir.
* Para basma olayına gelelim:
Bu kötü bir kopya. Şu anda yurt dışından bankalar üzerinden yüksek faizle borç alınıyor. Sonra bunlar Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadesi ile "tercüme para" olarak lira cinsinden düşük faizle tüketiciye, üreticiye veriliyor.
Yani maliyetli, hem de yüksek maliyetli para, kredi olarak ülke içinde piyasaya sunuluyor.
Bu para üretilen mal ve hizmetin karşılığı değil de; yüksek faizle edinilen para olduğu için, enflasyonun patlamasına yol açacaktır.
Gerçek ve tek çözüm Milli Ekonomi Modeli'dir
Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza ait olan Milli Ekonomi Modeli, piyasaya sürülen para, yani emisyonun piyasanın talebine bağlı üretileceğini belirtiyor. Ve şöyle devam ediyor:
Emisyon ile devletlerin elde ettiği gelire senyoraj geliri denir. Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kaydi para ve yabancı para, emisyonun yerine ikame edildiği için devletlerin senyoraj geliri elde etmesi mümkün olmamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde senyoraj geliri yerine gelişmiş ülkelerden merkez bankalarının bastığı "hard currency"ler faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir transferidir. Yani, ülkelerin hakları olan senyoraj gelirlerini gelişmiş ülkelere devretmeleridir. Bu bazen direkt IMF ya da Dünya Bankası'ndan borç alarak olmaktadır. Bazen de özel bankalar üzerinden olmaktadır.
Milli Ekonomi Modeli, maliyetsiz paradan bahsetmiş ve "Milli Para" terimini iktisat literatürüne kazandırmıştır.
Milli Para; milletlerin ürettikleri katma değer ve sahip oldukları kaynaklar karşılığı basılan paradır. Alınan rezerv paralar (hard currency) karşılığında basılan paralar Milli Para değildir. Ancak olsa olsa "tercüme para"dır.
Para basma konusu böyle. Gelelim son olarak, durgunlaşan ekonominin nasıl hareketleneceğine. Yine çözümün adresi Milli Ekonomi Modelidir. Modelden kesitler sunarak çözümü aktaralım:
Burda da idarecilere çok iş düşmektedir. Yapılacak ilk iş,
* Üreticinin maliyetini düşürecek vergi reformları yapılmalı
* İç pazar hareketlendirilmeli ve
* Dış Pazar oluşturulmalıdır.
Tüketici, Milli Ekonomi Modeli Sosyal Devlet Uygulamaları (vatandaşlık maaşı, ev hanımı maaşı, çocuk maaşı vb.) ile desteklenmeli, gelir dağılımında adalet sağlanmalıdır. Böylece iç pazar, hareketlendirilmelidir. Piyasanın ihtiyacı olan sermaye dışardan maliyetli bir şekilde değil, senyoraj geliri ile elde edilmelidir.
Üreticinin, dünya piyasası ile rekabet edecek güce gelmesi sağlanmalı, Ar-ge çalışmaları yapmaları için desteklenmelidir. Dış ticaret, Milli Para'larla yapılmalıdır.
Üretici ben ürettiğim ürünü nasıl satarım diye düşünmemeli bile, devlet üreticisine dünya çapında pazarlar oluşturmalıdır. Milli Ekonomi Modeli'ne göre, sosyal devlet anlayışında olduğu gibi dış ticarette de pazarların bulunması mümkündür.
Unutmayalım; Covid-19 pandemisi sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Dünya adeta yeniden yapılanmaktadır. Dünya Bankasının Raporunda "büyük yapısal reformlar şart" ifadesi de bu durumun ilanıdır aslında. Bu yeni yapılanma dönemini tarih, biz kabul etsek de etmesek de "Haydar Baş Dönemi" diye adlandıracaktır. Dünyada başta BRICS ülkeleri olmak üzere 4 milyar insan, bu dönemi yaşamaya başlamıştır bile. Ve bu ülkeler, pandemi döneminde bile dimdik ayaktadır. Nedendir bilinmez, biz Türkiye olarak, hâlâ bu gelişmelere kulak kapamaktayız. Ne yazık ki; büyük bir değeri, kurtarıcıyı kaybettik. Onu dinlemedik.
Ama tesellimiz:
1. Tüm fikirlerini modeller halinde tüm dünyaya deklare etti.
2. Birçok ülkede modelleri uygulanmaya başladı.
3. İlmek ilmek dokuyarak kemiyetli ve keyfiyetli bir kadro yetiştirdi.
O zaman şimdi milletimize düşen onun fikirlerine ve başta BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş olmak üzere emanet ettiği kadrosuna sahip çıkmaktır.
Dünya Bankası tarafından yayınlanan Küresel Ekonomik Beklentiler (Global Economic Prospects ) raporu, belli periyodlarda yayınlanıyor. Son rapor (Haziran 2020) 29 Mayıs 2020'de yayınlandı. Önce geçen hafta yayınlanan bu rapordan sizlere kesitler sunmak istiyorum:
Koronavirüs (COVID-19) salgını küresel ekonomiye ciddi bir darbe indiriyor. Halk sağlığını korumak için gereken tedbirler, zaten kırılgan bir halde olan küresel ekonomiyi gölgede bırakmış, ileri ekonomiler ve gelişmekte olan piyasalarda ve gelişmekte olan ekonomilerde derin durgunluklara neden olmuştur.
Gelişmekte olan ekonomilerden özellikle;
1- Küresel ticarete, turizme ya da yurt dışından gelen paraya dayananlar;
2- Mal ihracatına bağımlı olanlar bu durgunluğu daha çok yaşayacaklar diyor.
Örneğin, enerji ihraç eden gelişmekte olan ekonomiler, pazar sıkıntısı yaşayacaklar diyor. Uzun vadede, salgın gelişmekte olan ekonomilerde "daha az yatırım yapılmasına neden olacak." Bunun sonucunda da bu ekonomilerde kalıcı hasar bırakacak. İşletmelerin kapanması, eğitim ve iş kaybı nedeniyle fiziksel ve beşeri sermayenin erozyonu; küresel ticaret ve tedarik bağlantılarının kesilmesi nedeniyle, istihdam ve işgücü verimliliği azalacaktır. Başka bir ifade ile;
* Üretim düşüyor,
* İhracat düşüyor,
* Enflasyon yükseliyor.
Ve dediğimiz gibi, bunlar kısa vadede düzelmeyecek. Global dünya ekonomisinde kalıcı bir hasara yol açacaktır. Türkiye'nin de içinde bulunduğu bazı piyasalar ise salgının yol açtığı "belirsizliğe" yüksek dış ticaret açığı, ciddi bütçe açıkları ve yüksek döviz borçlarıyla yakalandı. Dünya Bankası Raporunda çıkış yolu olarak da önerilerde bulunulmuş:
* Yapısal reformlar şart,
* Ülkeler mali yapılarını güçlendirmeli diyor.
Peki, kapitalizm ile şu an uygulanan ekonomik modellerle dünya ekonomisini rahatlatacak yapısal reformlar sağlanabilir mi? Çok net söylüyorum: Hayır.
Türkiye piyasalarında durum nedir?
Konuya şimdi biz, Türkiye özelinde bakalım. Mesela; Türkiye, bu yıl içinde vadesi gelen yaklaşık 172 milyar dolarlık dış borcunu ödemek zorunda. İhracat, turizm, lojistik gibi tüm döviz girdileri şu anda adeta durmuş vaziyette. Yerli firmalarımız son ürünlerini çok yüksek rakamlara mal ediyorlar. Yüksek hammadde maliyeti, yüksek vergiler bunda büyük etken. Ve imalat sektörü çok dışa bağımlı. Örneğin en iddialı olduğumuz ihracat alanlarından biri olan tekstilde kumaşın çoğunu yurt dışından ithal ediyoruz. Diğer imalat alanlarında, farklı mı? Ne yazık ki, hayır! Ayrıca mali yapıları çok güçlü olmadığı için, firmaların ar-ge çalışmaları çok yetersiz.
Sonuç: Firmalarımız dünya pazarında rekabete giremiyor.
10.000 civarı böyle firma var. Hükümet yoğun krediler vererek bu firmaların sözüm ona batmamaları için uğraşıyor. 2017'den beri adı değişen isimlerle bu firmalara bir sürü kredi verildi, veriliyor. Aslında bu krediler de bu şirketlerin batma riskini artırıyor. Sadece zaman öteleniyor. Her gün yükselen kur ve vergilerle firmaların maliyetleri her gün daha da artıyor. Yetmedi, zaten Pazar da yok!
* Dolar 6.9'lara dayandı. Hükümetin dolar kurunda yükselişi durdurmak için hep kullandığı Merkez Bankası'nın (TCMB) döviz rezervi kısıtlı. Bu nedenle döviz satarak artışa müdahale edemiyor.
* Ama yine de döviz kurunun yükselmemesi için Hükümetin özel bir gayreti var. Hükümet, lirayı olduğundan değerli göstermeye çalışıyor.
* İhracat artmadığı, üretim artmadığı halde liranın değeri düşürülmemeye çalışılıyor.
* İhtiyaç akçesi ve TCMB temettüsü gibi gelirler daha önce Hazine'ye aktarıldığı için, bu seçenek de kullanılamayacak durumda.
* Devletin elindeki her şey satıldı. Satacak bir şey kalmadı.
* Merkez Bankası yedek akçesi kullanıldı.
* İmar barışından, bedelli askerlikten alınan paralar bitti.
Aynı durum aileler için de geçerli. Hane halkı da yeni kredi kartları ve tüketici kredileri ile ayakta duruyor. Ama bu krediler nasıl ödenecek. Vatandaş, hep borçlu ve işsiz. Gerek firmaların, gerek vatandaşın durumu bu?Şimdi soruyorum size: Bu sarmaldan firmalar ya da vatandaş kendi imkanları ile kurtulabilirler mi?Hükümetimiz kendinden beklentileri yerine getirebilecek mi? Hükümet köklü yapısal değişiklikler yapabilecek mi?
Atılan ekonomik adımlar neler?
* Swapla alınan borç paralarla döviz kuru sabit tutulmaya çalışılıyor.
* Darphanede banknot, para basılıyor.
* Firmalara ve vatandaşa yüksek miktarlarda kredi veriliyor. Firma ve vatandalar kredi kullanmaya yönlendiriliyor.
Bu adımlar çözüm getirir mi?
* Swapla alınan borç para ile belki bir dönem kuru, istediğiniz seviyede tutarsınız. Ama bu ne kadar sürecek. Lira, gerçek değerinden çok değerli gibi görülecek. Tabir caizse, balon şişecek, ama her şiştiğinde biraz daha esneyecek ve dayanıklılığı azalacaktır. Ve öyle bir noktaya gelecek ki; çok şiddetli bir şekilde patlayacaktır. Eğer patlatmadan balonun gazını geri indirmeyi başarırsanız, bu kez de ne kadar çok şişirdi iseniz, balon o kadar esnekliğini kaybetmiş bir halde eski haline gelecektir, yani özelliğini kaybedecektir.
* Para basma olayına gelelim:
Bu kötü bir kopya. Şu anda yurt dışından bankalar üzerinden yüksek faizle borç alınıyor. Sonra bunlar Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadesi ile "tercüme para" olarak lira cinsinden düşük faizle tüketiciye, üreticiye veriliyor.
Yani maliyetli, hem de yüksek maliyetli para, kredi olarak ülke içinde piyasaya sunuluyor.
Bu para üretilen mal ve hizmetin karşılığı değil de; yüksek faizle edinilen para olduğu için, enflasyonun patlamasına yol açacaktır.
Gerçek ve tek çözüm Milli Ekonomi Modeli'dir
Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza ait olan Milli Ekonomi Modeli, piyasaya sürülen para, yani emisyonun piyasanın talebine bağlı üretileceğini belirtiyor. Ve şöyle devam ediyor:
Emisyon ile devletlerin elde ettiği gelire senyoraj geliri denir. Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kaydi para ve yabancı para, emisyonun yerine ikame edildiği için devletlerin senyoraj geliri elde etmesi mümkün olmamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde senyoraj geliri yerine gelişmiş ülkelerden merkez bankalarının bastığı "hard currency"ler faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir transferidir. Yani, ülkelerin hakları olan senyoraj gelirlerini gelişmiş ülkelere devretmeleridir. Bu bazen direkt IMF ya da Dünya Bankası'ndan borç alarak olmaktadır. Bazen de özel bankalar üzerinden olmaktadır.
Milli Ekonomi Modeli, maliyetsiz paradan bahsetmiş ve "Milli Para" terimini iktisat literatürüne kazandırmıştır.
Milli Para; milletlerin ürettikleri katma değer ve sahip oldukları kaynaklar karşılığı basılan paradır. Alınan rezerv paralar (hard currency) karşılığında basılan paralar Milli Para değildir. Ancak olsa olsa "tercüme para"dır.
Para basma konusu böyle. Gelelim son olarak, durgunlaşan ekonominin nasıl hareketleneceğine. Yine çözümün adresi Milli Ekonomi Modelidir. Modelden kesitler sunarak çözümü aktaralım:
Burda da idarecilere çok iş düşmektedir. Yapılacak ilk iş,
* Üreticinin maliyetini düşürecek vergi reformları yapılmalı
* İç pazar hareketlendirilmeli ve
* Dış Pazar oluşturulmalıdır.
Tüketici, Milli Ekonomi Modeli Sosyal Devlet Uygulamaları (vatandaşlık maaşı, ev hanımı maaşı, çocuk maaşı vb.) ile desteklenmeli, gelir dağılımında adalet sağlanmalıdır. Böylece iç pazar, hareketlendirilmelidir. Piyasanın ihtiyacı olan sermaye dışardan maliyetli bir şekilde değil, senyoraj geliri ile elde edilmelidir.
Üreticinin, dünya piyasası ile rekabet edecek güce gelmesi sağlanmalı, Ar-ge çalışmaları yapmaları için desteklenmelidir. Dış ticaret, Milli Para'larla yapılmalıdır.
Üretici ben ürettiğim ürünü nasıl satarım diye düşünmemeli bile, devlet üreticisine dünya çapında pazarlar oluşturmalıdır. Milli Ekonomi Modeli'ne göre, sosyal devlet anlayışında olduğu gibi dış ticarette de pazarların bulunması mümkündür.
Unutmayalım; Covid-19 pandemisi sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Dünya adeta yeniden yapılanmaktadır. Dünya Bankasının Raporunda "büyük yapısal reformlar şart" ifadesi de bu durumun ilanıdır aslında. Bu yeni yapılanma dönemini tarih, biz kabul etsek de etmesek de "Haydar Baş Dönemi" diye adlandıracaktır. Dünyada başta BRICS ülkeleri olmak üzere 4 milyar insan, bu dönemi yaşamaya başlamıştır bile. Ve bu ülkeler, pandemi döneminde bile dimdik ayaktadır. Nedendir bilinmez, biz Türkiye olarak, hâlâ bu gelişmelere kulak kapamaktayız. Ne yazık ki; büyük bir değeri, kurtarıcıyı kaybettik. Onu dinlemedik.
Ama tesellimiz:
1. Tüm fikirlerini modeller halinde tüm dünyaya deklare etti.
2. Birçok ülkede modelleri uygulanmaya başladı.
3. İlmek ilmek dokuyarak kemiyetli ve keyfiyetli bir kadro yetiştirdi.
O zaman şimdi milletimize düşen onun fikirlerine ve başta BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş olmak üzere emanet ettiği kadrosuna sahip çıkmaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.