ORUCUN SOSYAL BÜNYEDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Cenab-ı Hakk'ın, yeryüzünün halifesi ve kainatın en güzel meyvesi olarak yarattığı insana yapılmasını emretmiş olduğu, görev ve sorumluluklarda yine insanın ve dolayısıyla toplumun mutlak yararı vardır. Zira İslam, maddi-manevi sıkıntılar içerisinde çırpınan, huzur ve mutluluğa susayan insanlığa, ab-ı hayat olarak sunulmuş bir dindir.
İnsan olarak fani dünyayı idrak ederken, herşeyin bir bedelinin olduğunu görüyoruz. Bu maddi sahada böyle olduğu gibi manevi alanda da değişmez bir kuraldır. Mesela iyi bir sporcu olmanın, başkasına muhtaç olmadan yaşamanın, Allah'ın rızasını kazanıp iki cihan saadetini elde etmenin, ilim ve dirayet sahibi olmanın... bedeli tek kelime ile çalışmak, çok çalışmaktır. Bu durum aynı zamanda bazı fedakârlıkların gösterilmesini de gerektirir.
Başarılı bir sporcu olmak isteyen kimse, herkes kahve köşelerinde, sinema ve eğlence yerlerinde zaman öldürürken, o çalışmak zorundadır. Allah'ın rızasını elde etmek isteyen mü'min, sabah karanlığında uykusunu ve sıcak yatağını terk ederek Rabb'inin huzuruna durur. Bir ay boyunca belirli bir zaman süresince yemesini, içmesini ve şehevi arzularını frenleyerek nefsin isteklerine karşı en büyük fedakârlığı gösterir. Canının yongası olan malından, Allah yolunda sarfeder vs.
Sosyal bünyenin huzur ve mutluluğu, refah ve gelişmesi, doğruluk, adalet, dayanışma ve Allah'ın yasaklamış olduğu fiillerden kaçınma, emirlerine sarılma gibi prensiplere dayanır. Peki bu prensipler, sosyal yapıda nasıl te'sis edilecek, hangi yollarla temin edilecektir. Bu konularda oruç ibadetinin rolü nedir? Maddi ve manevi hastalıklardan uzak olan fertler, huzurlu ve sağlam bir sosyal bünyeyi meydana getirirler. İslâm, kişiye yapmasını emrettiği görevlerle maddi ve manevi problemlerin halledilmesini hedef almış, sağlam ve dinamik bir sosyal yapının temellerini atmıştır.
Oruç ibadetinin, fert ve toplumun maddi-manevi mes'elelerinin halledilmesinde, yardımlaşma, dayanışma, sevgi ve saygının te'sisinde, sosyo-ekonomik alanlarda gelişme ve kalkınmanın sağlanmasında büyük bir yeri vardır.
Ferdin sağlığını ciddi olarak tehdit eden kalb ve damar hastalıklarının büyük çoğunluğunun düzensiz ve aşırı beslenmeye dayandığı bir gerçektir. Bu durum da ferdin teşebbüs gücünü zayıflattığı gibi psikolojik dengesini de bozmaktadır. Zira ruhsal bozukluklar, maddi hastalıklarla yakından ilgilidir. Aynı durum ailesi ve çevresini de olumsuz yönde etkiler. Kişi kendi iç dünyasında huzursuz olduğu gibi, ailesi de huzursuzluk içindedir.
Çalışan her nesnenin, dinlenmeye ihtiyacı olduğu gibi, bir yıl boyunca türlü-türlü yiyecek ve içeceği büyük bir gayretle özümlemeye çalışan midenin ve diğer organların da dinlenmeye ihtiyacı vardır. İstirahate çekilen organlar gelecek on bir ay için daha iyi çalışacak, hastalanma riskleri azalacaktır. Peygamberimiz (sav): "Oruç tutunuz ki sağlıklı olasınız" buyurarak, oruç ibadetinin ferdin bedensel ve ruhsal sağlığı açısından önemini belirtmişlerdir. Maddi ve manevi sahalarda gelişme ve kalkınma; bilgili, becerikli, bütün bunların üzerinde sağlıklı insanlar sayesinde mümkün olacaktır. Yine bu alanda gelişme ve kalkınma, toplum huzur ve sükununun sağlanmasında önemlilik arzeder. Atalarımız, "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" diyerek sağlığın fert ve toplum hayatındaki yerini veciz bir şekilde ifade etmişlerdir. Diğer taraftan oruç, insana sabretme, zorluklara karşı dayanma melekesini de kazandırır. Böylece aşırılıklardan, taşkınlıklardan, ümitsizlikten koruyarak, sakin, hoşgörülü, azimli ve kararlı bir ruh yapısının oluşmasında hakim rolü oynar. Bu da sosyal yapının huzur ve mutluluğunun sağlanmasında gerekli olan insan tipini ortaya koyar. Nitekim Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de:
"Ey iman edenler, oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı, ta ki korunasınız" buyurarak orucun, kişiyi Allah'ın yasaklamış olduğu işlerden korumasındaki önemini belirtmiştir.
Allah'tan korkan, emirlerine bağlanan insan, haksızlık yapamaz, yalan söyleyemez, ölçü ve tartıya hile karıştıramaz, başkasının malı, canı ve namusuna göz dikemez, emanete ihanet edemez... vs. Hayatını bu çerçeve içerisinde sürdüren insan, Allah'ın rızasını elde ederek uhrevi hayatını mamur edeceği gibi, sosyal bünyenin huzur ve sükununun temin edilmesinde de en büyük teminatı teşkil edecektir.
Yukarıda mealini verdiğimiz Bakara sûresinin 183. ayeti, bir anlamda İslâm'ın insana ve toplum düzenine verdiği önemi açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira kalbin de Allah korkusu olmayan insan, sorumluluk duygusundan yoksun insandır, şehevi ve gadabi dugularının esiri olarak Allah'ın yasaklamış olduğu işlerden yakasını kurtaramaz. Sosyal bünyede kanayan bir yara ve sorun bir varlıktır artık o. Diğer yanda, içki, kumar, fuhuş ve gece hayatı gibi etkenler, maddi bünyesini yapratıp her türlü hastalığa zemin hazırlar. Bu bir anlamda ruhsal dengenin de yıkımı demektir. Çünkü Allah'ın yasaklamış olduğu fiillerle mutlu olmanın mümkün olmadığı gün ışığı gibi ortadadır.
devamı var...
Hasan ARAL
Ramazan mektebi
Oruç sayesinde sağlam bir vücuda, sıhhatli bir kalbe ulaşan Müslüman, en muhtaç olduğu bir zamanda nefsinin yeme, içme ve cinsi münasebet isteklerine boykot ilan edip, iradesinin kuvvetlendirebilmektedir. Allah'a itaat, nefse isyan, şeytanı perişan etmekte, büyük cihad böyle gerçekleşmiş olmaktadır. Allah'ın Resûlü (sav) "şeytan vücudunuzda kan gibi dolaşır, onun geçiş yollarını açlıkla tıkayınız"
buyurup dikkatimizi çekmiştir. İmam-ı Gazali, "Oruçtan maksat, Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmak ve imkân insbetinde meleklere benzemektir. İnsan şehvete karşı kullanmak üzere akılla mücehhez oluşu bakımından hayvanlardan üstün, şehvetinin kendini istila etmesi bakımından da meleklerden aşağıdır. Şehvetini terk ettiği ölçüde meleklik makamına yükselirken, şehvetine mağlup olduğu ölçüde de hayvanlar tabakasına düşebilir". Hz. Resûlullah, "Oruç günahlara karşı kalkandır" buyurmaktadır.
Sahur ve iftarıyla Müslüman, günboyu tuttuğu orucuyla, bir ayın her anında bayramı yaşamakta, ne ulvi bir makama erişip, ne büyük hedefe koşmaktadır! Ahireti kazanabilme yarışında eline geçen tüm fırsatları değerlendirip, ibadet, itaat ve zikirle dostluğu bir ömür devam edecek şu müjdeler ona nasib olacaktır: "Kur'an ve oruç kıyamet gününde şefaatçıdırlar". Bir başka hadis-i şerifte de "Oruçlu için iki ferahlık vardır. Biri iftar zamanıdır. Diğeri de kıyamet günü, mükâfatını almak üzere Rabb'ının huzuruna çıktığı andır".
Birçok rahatsızlığın iradeyi kullanamamaktan kaynaklandını vurgularsak, orucun irademiz üzerindeki etkisini, maddi ve manevi hastalıklarımızın tedavisine katkısını daha iyi anlamış oluruz. Dehlevi: "Oruç kabir kazdırıcı değil, nefsin zehirlerine karşı panzehirdir" diyor. Ve şimdi de tıp ilminin tesbitlerini okuyalım: Oruç vücuttaki besin depolarını harekete geçirip yağ yakımı ve yıkımını süratlendirmektedir. Şişmanlık, damar sertliği, tansiyon yüksekliği, felç, kalb ve beyin rahatsızlıklarından oruçla korunabilinmektedir. Karaciğer ve sindirim sistemlerimiz oruç sayesinde günde ortalama dört saat kendini tamir imkânı bulmaktadır. Fazla yemek yemenin, aşırı beslenmenin insana kuvvet kazandırmadığı, aksine bir takım hastalıklara yol açtığı da ilgniç bir şekilde ifade edilmektedir. Yine oruç tutan kişilerde sinir bozukluğu ve diğer bunalımlara az rastlandığı, orucun kalb ve mideyi dinlendirdiği şeklindeki tesbitler tıbbın tesbitleridir.
Ramazan ve orucun dünya Müslümanlarının refahına, soğuk ve sıcak savaş halinde olanların zaferine vesile olması şeklindeki duamızı, dileğimizi her sahur ve iftar vakitlerinde tekrarlamamızı tavsiye ediyor, Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylani (ks) ile bitiriyorum: "Receb, cefayı terk içindir. Şaban amel ve vefa içindir. Recep, sıdk ve tevbe, Şaban muhabbet Ramazan ise karabet (yakınlık) ayıdır. Receb hürmet, Şaban hizmet, Ramazan nimet ayıdır..."
Saffet DEMİR
Fıkıh Köşesi
Zekata bağlı olan ve olmayan mallar
Dünden devam...
Ancak bunlar temel ihtiyaçlar dışında olup kıymetleri en az nisab miktarına ulaşınca, sahipleri zengin sayılır. Her ne kadar zekât vermekle yükümlü olmazlarsa da, kendileri zekât ve sadaka alamazlar ve bunlar üzerine fıtır sadakası ile kurban kesmek vacib olur.
Bir kimsenin kendi malı olduğu halde elinden çıkıp da faydalanamadığı ve eline bir daha geçmesi de düşünülemediği mallardan zekât verilmez. Bu mallara "Mal-ı zimar" denir. Bu durumdaki mallar "nami=çoğalıcı" sayılamayacaklarından zekâta bağlı olmazlar. İsbatı mümkün olmayıp inkâr edilen alacak paralar, zorla alınan, çalınan, el konulan ve geri alınması umulmayan mallar, denize düşüp çıkarılması mümkün görülmeyen mallar, kırda gömülüp yerleri unutulmuş geçer paralar ve kaybolmuş diğer mallar bu kısımdandır. Bunlar elden çıktığı için ve bunlardan yararlanılmadığı için, ele geçmedikleri müddetçe zekâta bağlı olmazlar. Fakat bunlar tekrar ele geçince bakılır: Nisab miktarına ulaşır da zekâta bağlı mallardan olursa ele geçtileri tarihten itibaren bir yıl son bulunca, zekâtlarını vermek gerekir.
Örnek: Yıllarca inkâr edilip bir delil ile isbatı mümkün olmayan yüz bin liradan ibaret bir alacaktan dolayı bu geçmiş yıllar için zekât gerekmez. Fakat daha sonra borçlunun ikrarı veya şahid ve sened gibi bir delille alacak isbat edilip tahsil edilse, bu alacağın isbatı anından itibaren zekâta bağlı olur. Aradan bir yıl geçince de zekâtını ödemek gerekir. Ancak para sahibinin zekâta tâbi başka malı da bulunursa, o zaman bunların zekâtı ile beraber, o ele geçirilen malların da zekâtını vermek gerekir, bunlar üzerinden bir sene geçmesi beklenilmez.
İnsanlara borçlanıp da, onlar tarafından ödenmesi istenen bir borcun karşılığında aynı miktarda borçlunun eline geçer para veya ticaret malı veya saime hayvan bulunursa, bu zekâta tabî olmaz. Ödünç alınmış paralar, yok olmuş eşya bedeli, zevcelere ödenecek mehir paraları, geçmiş yıllara ait zekât borçları, hep bu borç kısmındandır. Bunun için bir kimsenin temel ihtiyaçlarından başka elinde nisab miktarı geçer parası veya ticaret eşyası bulunduğu halde, bu miktara denk borcu bulunsa, kendisine zekât farz olmaz.
Bir kimsenin nisabdan fazla malı olduğu halde, bir miktar da borcu bulunsa bakılır: Eğer bu mevcut malından borcu çıktıktan sonra nisabdan noksan olmamak üzere bir malı kalırsa, yalnız bu malın zekâtı gerekir. Fakat nisab miktarından (iki yüz dirhem gümüş kıymetinde) az bir şey kalırsa, bundan zekât gerekmez.Ömer Nasuhi - Bilmen Büyük İslam İlmihali
Gönül Dostları
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
Şeyh İsmâil de; "Efendim bugün kalblerimizi hüzün ve kederle doldurdunuz. İnşâallah bu emir gelmez de ömrünüz uzun olur" dedi. Mevlânâ Hâlid Hazretleri; "Ey İsmâil! Biz Şam'a ancak ölmek için geldik. Buraya geliş gayemiz bundan başka bir şey değildir. Cenab-ı Hak, Beyt-i mukaddesi ve Nebiyy-i Zîşânı ziyareti ve hâcc-ı ekberi, bize geçmiş senelerde nasîb etti. İnşâallah saâdet-i ebediyyeye nail oluruz. Başka şey istemiyoruz. Bâzı inkarcıların size yapacağı ezâ ve cefadan korkuyoruz. Bilhassa falan kimsenin ezâ ve cefasından korkuyoruz. Hak teâlâya yalvararak duâ ediyoruz ki, size eziyet verecek olan o kimse fazla yaşamasın. Çünkü sevdiklerimize iftirâ ederek zahmet verir" buyurdu. Buyurdukları gibi, kendilerinden kısa bir müddet sonra o kimse öldü.
Hacı Hâlî Efendi, Sultan Mahmûd Hanın saray hizmetçisiydi. Halil Efendi hacca gitmeye niyet etti. İstanbul'dan Üsküdar'a geçtiğinde, Üsküdar mezârlıklarının içinden bir zât, elinde bir mektup olduğu halde hızlı adımlarla ona doğru koşarak geldi ve:
"Aman Hacı Halîl Efendi şu mektubu alın! Lütfen Şam'a vardığınızda, velilerin önderi, ariflerin büyüğü Mevlana Hâlid-i Bağdâdi Hazretlerine verin. Buyurduklarını ve mektubu verdiğiniz tarihi de unutmayın. Döndüğünüzde cevabı alırız" dedi ve yine kabristanlığa doğru yürüyüp uzaklaştı.
Ramazan Sofrası
MEYVA TATLISI
( 4 Kişilik)
Malzeme : 200 gr. krema, 200 gr. dondurma, 12 ad. kiraz şekerleme, 4 ad. incir şekerleme, 4 ad. portakal şekerleme, 10 gr. vişne, şeker ve nişasta.
Tarif : Krema oval bir tencereye konup, üzerine dondurma ilave edilip, az karıştırılr. İçine küp doğranmış şekerleme çeşitleri atılıp, karıştırılır. Güzel bir forma kaba konup şoklanır. Vişne kaynatılıp az şeker ve nişasta ile sos bağlanır. Tabağa soğuk vişne sos dökülür, üzerine şok kremalı dondurma konur, nane yaprağı ile süslenerek servis edilir.