FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Türk edebiyatının unutulmaz kadın yazarlarından Halide Edip Adıvar, yurdumuz işgal edildiğinde o kara günleri yaşamış ve görmüştür. Ve yaşadıklarını da Kurtuluş Savaşı nihayete erdiğinde yazdığı eserlerinde dile getirmiştir.
İşte Halide Edip Adıvar'ın "Eminenin şehadeti" de bize o günleri o acı, ıstırap dolu günleri anlatan güzel bir öykü olup, naklediyorum.
"Mübarek kanının izleri üzerinden yürüyerek kasabaya girdik. Şimdi yıkıntısı üzerinde yeller esen, vaktiyle mamur ve şen kasabanın binbir facia arasında onun ölümünü, köylerin taş yığınlarının üstünde herkes birbirine hem ağlatan, hem kalbi ıslatan bir efsane gibi anlatıyorlardı.
Önce kasaba istasyonunda Yunan kafilelerinin sürükleyip götürdüğü sevgilileri sabahtan akşama kadar bekleyen siyahlı örtülü, hasret yüzlü kadınlardan sonra yalınayak etrafında dolaşan kimsesiz çocuklardan işittim:
Küller arasında biricik güvenilir yer için seçilen hükümet konağının dar odasında, iki manzara arasında tekrar şehit Emine'nin güzel yüzü, etrafındakilerin kalbini yakıp giden kadın sesi canlandı.
Pencereden bütün bir şehir cesedi üzerinde, bütün kasabanın yersiz yurtsuz halkının evleriyle, çarşı pazarlarıyla, taş yığınları üstünde yeniden hayatlarını kurmak için kaynaştığını görüyordum. Dar sofaya açılan kapıdan da başı sargılı, kolu askılı, koltuk değnekli, peştemala sarılı beyaz sakallı ihtiyarlar, siyah bıyıklı yiğit delikanlılar, yüzleri örtülü kadınlar görünüyor kapanıyordu.
Kaymakam ciddi ve asker yüzü üzüntüsüyle mücadele ederken, sesinde yenemediği bir titremeyle ondan söz etti:
-Kırk sekiz saat sonra yıkıntılar arasında bulduk dedi. Doktor olmadığı için omzunun ve dizinin kangren olmaya başlayan yarasını ben sardım. Kocasıyla beraber, yaşatmak için ne kadar uğraştık. O bende gerçekten kalbi büyük bir kadın etkisi bıraktı. Genç yaşında öleceğini biliyordu ve ıstırabının akıttığı yaşlar arasında vatanın kurtuluşu için seviniyordu. Ölüm söndüremeden aramızdan geçip gitti. Kocasını şimdi göreceksiniz ifade verecekler arasındadır. Dünyanın en korkunç felaketini görmüş bir insan!
Kalın siyah kaşları altından içinden ağlayan yeşil gözleri vardı. Nasırlı işçi eller, titreyerek omzundaki göğsündeki yaralarını gösterdi. Sonra içli içli yüzümüze baktı:
-Ne söyleyeyim? dedi.
-Olayı baştan anlat dedik.
Hemen başladı, fakat sesi söylerken kalbi başka şeylerle uğraşıyor, gözleri başka şeyler görüyordu.
-Sözün kısası, o öldü, ben kaldım. İkidir muhacir olduk. Burada düşmandan kurtulduk sandık, yine geldi çattı. Ama Emine, bizi mutlaka gelip kurtaracağınızı biliyordu. Hep onu söyler, hep onu söylerdi. Güzel kadını, genç kadını sakınmak Yunanlılar arasında ne belaydı. Ama ben onu sonuna kadar gül gibi sakladım. Sizlerin geleceğinizi duyduğum gün Yunanlılar kasabayı yakmaya başladılar. Evde ninemle Emine'nin ihtiyar teyzesi ve Emine, üç kadın, bir de ben vardım. Kenar mahalledeydik, belki yangın gelmez, belki Yunanlılar bu mahalleye gelmez diye bekledik. Fakat kasabayı saran alev bizi de yaktı. Başka mahalleleri soyanlar tek tük bizim mahalleye de hücum ettiler.
Kadınları aldım, bahçe kapısından kaçırmaya çalıştım. Bahçelerinden kaçtığımız yanan evlerin dumanları arasında kadın feryatları duyuluyordu. Patlıcan tarlasına geldiğimizde yapraklar arasında çıplak bir Müslüman kızın cesedini gördük. O zaman Emine için daha bir korkmaya başladım. Dizlerimin bağı çözülmüştü. O hep koluma, boynuma asılıyordu "ben seninle beraber ölürüm" diyordu.
Sonunda patlıcan tarlasında başımıza üşüştüler. Bir taraftan dipçik ve yumruklarla beni döverken ben haykırıyordum: "Emine, yavrum Allah aşkına kaç!" iki tüfek patladı. İki ihtiyar kadın boylu boyunca devrildi. Hâlâ arkamdan söverek, bağırarak askerler birisiyle mücadele ediyorlardı.
Gözüme ilişti, Emine elinde bir yanık odunla sağa sola arkamdakilere saldırıyordu. Bir Yunan neferi yanımda kafasına gelen odunla düştü. Ben de durmadan atılan kurşunlarla düştüm. Gözlerim kapanmadan onu ayakta odunla gördüm. Etrafa odunu savuruyor, Yunanlıları yanına yaklaştırmıyordu. Sonra onun da iki kurşunla arkasındaki peştemal kan içinde saçları didik didik yuvarlandığını gördüm. Sonra ne oldu bilmiyorum. Kırk sekiz saat sonra cesedini ararken henüz sağ bulduk, uğraştık uğraştık. Emine beni ve namusunu kurtardı ama, işte ben kaldım, o öldü.
Birden bire kalktı, yalnız kaymakama bir selam verdi. Yeryüzünde karısının gözlerini kendisiyle beraber kapayan adamdan başka bir bağı yoktu. Gölge gibi çıktı gitti.
Türk edebiyatının unutulmaz kadın yazarlarından Halide Edip Adıvar, yurdumuz işgal edildiğinde o kara günleri yaşamış ve görmüştür. Ve yaşadıklarını da Kurtuluş Savaşı nihayete erdiğinde yazdığı eserlerinde dile getirmiştir.
İşte Halide Edip Adıvar'ın "Eminenin şehadeti" de bize o günleri o acı, ıstırap dolu günleri anlatan güzel bir öykü olup, naklediyorum.
"Mübarek kanının izleri üzerinden yürüyerek kasabaya girdik. Şimdi yıkıntısı üzerinde yeller esen, vaktiyle mamur ve şen kasabanın binbir facia arasında onun ölümünü, köylerin taş yığınlarının üstünde herkes birbirine hem ağlatan, hem kalbi ıslatan bir efsane gibi anlatıyorlardı.
Önce kasaba istasyonunda Yunan kafilelerinin sürükleyip götürdüğü sevgilileri sabahtan akşama kadar bekleyen siyahlı örtülü, hasret yüzlü kadınlardan sonra yalınayak etrafında dolaşan kimsesiz çocuklardan işittim:
Küller arasında biricik güvenilir yer için seçilen hükümet konağının dar odasında, iki manzara arasında tekrar şehit Emine'nin güzel yüzü, etrafındakilerin kalbini yakıp giden kadın sesi canlandı.
Pencereden bütün bir şehir cesedi üzerinde, bütün kasabanın yersiz yurtsuz halkının evleriyle, çarşı pazarlarıyla, taş yığınları üstünde yeniden hayatlarını kurmak için kaynaştığını görüyordum. Dar sofaya açılan kapıdan da başı sargılı, kolu askılı, koltuk değnekli, peştemala sarılı beyaz sakallı ihtiyarlar, siyah bıyıklı yiğit delikanlılar, yüzleri örtülü kadınlar görünüyor kapanıyordu.
Kaymakam ciddi ve asker yüzü üzüntüsüyle mücadele ederken, sesinde yenemediği bir titremeyle ondan söz etti:
-Kırk sekiz saat sonra yıkıntılar arasında bulduk dedi. Doktor olmadığı için omzunun ve dizinin kangren olmaya başlayan yarasını ben sardım. Kocasıyla beraber, yaşatmak için ne kadar uğraştık. O bende gerçekten kalbi büyük bir kadın etkisi bıraktı. Genç yaşında öleceğini biliyordu ve ıstırabının akıttığı yaşlar arasında vatanın kurtuluşu için seviniyordu. Ölüm söndüremeden aramızdan geçip gitti. Kocasını şimdi göreceksiniz ifade verecekler arasındadır. Dünyanın en korkunç felaketini görmüş bir insan!
Kalın siyah kaşları altından içinden ağlayan yeşil gözleri vardı. Nasırlı işçi eller, titreyerek omzundaki göğsündeki yaralarını gösterdi. Sonra içli içli yüzümüze baktı:
-Ne söyleyeyim? dedi.
-Olayı baştan anlat dedik.
Hemen başladı, fakat sesi söylerken kalbi başka şeylerle uğraşıyor, gözleri başka şeyler görüyordu.
-Sözün kısası, o öldü, ben kaldım. İkidir muhacir olduk. Burada düşmandan kurtulduk sandık, yine geldi çattı. Ama Emine, bizi mutlaka gelip kurtaracağınızı biliyordu. Hep onu söyler, hep onu söylerdi. Güzel kadını, genç kadını sakınmak Yunanlılar arasında ne belaydı. Ama ben onu sonuna kadar gül gibi sakladım. Sizlerin geleceğinizi duyduğum gün Yunanlılar kasabayı yakmaya başladılar. Evde ninemle Emine'nin ihtiyar teyzesi ve Emine, üç kadın, bir de ben vardım. Kenar mahalledeydik, belki yangın gelmez, belki Yunanlılar bu mahalleye gelmez diye bekledik. Fakat kasabayı saran alev bizi de yaktı. Başka mahalleleri soyanlar tek tük bizim mahalleye de hücum ettiler.
Kadınları aldım, bahçe kapısından kaçırmaya çalıştım. Bahçelerinden kaçtığımız yanan evlerin dumanları arasında kadın feryatları duyuluyordu. Patlıcan tarlasına geldiğimizde yapraklar arasında çıplak bir Müslüman kızın cesedini gördük. O zaman Emine için daha bir korkmaya başladım. Dizlerimin bağı çözülmüştü. O hep koluma, boynuma asılıyordu "ben seninle beraber ölürüm" diyordu.
Sonunda patlıcan tarlasında başımıza üşüştüler. Bir taraftan dipçik ve yumruklarla beni döverken ben haykırıyordum: "Emine, yavrum Allah aşkına kaç!" iki tüfek patladı. İki ihtiyar kadın boylu boyunca devrildi. Hâlâ arkamdan söverek, bağırarak askerler birisiyle mücadele ediyorlardı.
Gözüme ilişti, Emine elinde bir yanık odunla sağa sola arkamdakilere saldırıyordu. Bir Yunan neferi yanımda kafasına gelen odunla düştü. Ben de durmadan atılan kurşunlarla düştüm. Gözlerim kapanmadan onu ayakta odunla gördüm. Etrafa odunu savuruyor, Yunanlıları yanına yaklaştırmıyordu. Sonra onun da iki kurşunla arkasındaki peştemal kan içinde saçları didik didik yuvarlandığını gördüm. Sonra ne oldu bilmiyorum. Kırk sekiz saat sonra cesedini ararken henüz sağ bulduk, uğraştık uğraştık. Emine beni ve namusunu kurtardı ama, işte ben kaldım, o öldü.
Birden bire kalktı, yalnız kaymakama bir selam verdi. Yeryüzünde karısının gözlerini kendisiyle beraber kapayan adamdan başka bir bağı yoktu. Gölge gibi çıktı gitti.