Endülüs'le Kâbil arasındaki şaşırtıcı benzerliği halâ fark edemediniz mi?
İşe Cebelitarık'tan başlayalım... Cebel-i Târık, Târık'ın Dağı demektir. Emevilerin Kuzey Afrika Valisi Musa Bin Nusayr'ın komutanlarından Târık Bin Ziyad 711 tarihinde işte tam bu noktada İspanya'ya, Avrupa'ya ayak basmıştı.
Endülüs Emevileri aracılığı ile Avrupa'ya taşınan İslâm egemenliği geçen zaman içinde küçülüp zayıflayarak da olsa Nasriler aracılığı ile 1492 tarihine kadar Gırnata'da sürdürüldü, bir çok medeniyet eseri bırakıldı.
800 yıl az zaman değildir kıymetli okuyucu. 800 yıl İspanya'nın tamamında ve Fransa'nın bir kısmında bu insanlar elbette çadırlarda oturmadılar, hanlar, hamamlar, saraylar; külliyeler, çeşmeler ve elbette camiler yaptılar.
Câhil ve gayrî medenî bedevîler olmadıkları, bugün onlardan kalan tek eser olan Elhamra Sarayı'na bakılırsa iyi anlaşılır.
Fakat bu gün İspanya ve Fransa'da o 800 yıllık medeniyetten, muhteşem Elhamra hariç tek taş kalmamıştır. Bırakılmamıştır.
Avrupa'ya bir ucundan en batısından 711 yılında Emeviler, öbür ucundan en doğusundan da 1300'lü yıllarda Türkler ayak bastı. Avrupa böylece iki ucundan İslâm kültürü ile tanışmış oldu.
Hıristiyan batılılar, işte o günden beri de bu barbar "doğuluları" kıtalarından atmak için uğraşmaktadırlar.
Emevilerin uzun yürüyüşü 1492'de sona erdi. Sonra birbiri ardına Haçlı Seferleri düzenlendi. Sonuncusu 1995-2000 arasında Bosna'da tezgâhlandı.
Ve Trakya, 2001 senesine girildiğinde çok şükür ki halâ Türklerin elindedir, Avrupa'nın en doğu ucuna atılan pençe 700 küsur yıldır sökülüp atılamamıştır.
Fakat dikkat edin kıymetli okuyucu 800 yıla sadece 100 yıl kalmıştır.
Târih bir ilim olarak bu kadar açık ve net ortada dururken siz hâlâ Avrupalıların Türkleri AB'ye alacağını mı zannediyorsunuz?
Amin Maalouf Lübnan'lı bir romancıdır. "Afrikalı Leo" adlı olanı Endülüs Emevilerinin İspanya macerasını etkileyici bir şekilde anlatır. Müslüman kabilelerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarıyla beraber Hıristiyanların uyguladığı ağır ve insanlık dışı baskıların da nasıl bu medeniyeti çökerttiğini, Müslümanların nasıl geldikleri yere, Afrika'ya geri gönderildiklerini hikâye eder.
Hıristiyanlar çeşitli Müslüman toplulukların İslâm dinini yorumlamada gösterdikleri farklılıkları kendi lehlerine kullanarak Emevileri önce çeşitli beyliklere ayırır ve sonuçta çökertirler.
Romanın 73'üncü sayfasında şöyle bir cümle var; "Hristiyan topraklarda Müslümanlığı sürdürmek isteyenler 'ehlileştirilmiş-yerlileştirilmiş' anlamında müdeccen; Kastilcede bozulmuş olarak 'müdejar' adıyla anılıyordu."
Siz bilmem ama benim aklıma "Diyalog, hoşgörü" geldi.
Yeşil Kuşak projesi, "ılımlı İslâm" kavramı geldi.
Afganistan'daki olaylara bir de bu gözle bakmakta büyük fayda görüyorum.
Amerika Sovyetlerin yıkılmasından sonra eski komünist imparatorluğun "ılımlı İslâm" ile çevrilmesinde kararlıydı. İslâmın ılımlısı hem Hıristiyanlarla diyaloğu reddetmeyecek hem de bölgede mevcut etnik farklılıkları yumuşatacak, tetiklemeyecekti. Kafkasya'daki Vehhabiler, İran'daki radikal Şiiler ancak böyle kontrol edilebilirdi.
Taliban başlangıçta işte bu amaçla desteklendi. Ama sonradan kontroldan çıktı ve bu günlere gelindi.
Bence Amerika Afganistan'da kaos istememekte; bölgedeki dengelerin bozulmasını ve diğer güçlerin de huzursuzlanmasını önlemek için parçalanmasını öngörmemektedir.
Müşerref'in, Powell'in, Annan'ın ve dolayısı ile Gürel'in dile getirdiği "geniş tabanlı koalisyon" formülü bir de bu açıdan değerlendirilmelidir.
Daha da ileri gideyim, Usame Bin lâdin'i teslim etmiş, bu günkü radikal lider kadrosunu başından uzaklaştırmış, bir süre önce kapatılmış bulunan ve Amerikan parası ile kurulmuş "Türk" okullarını tekrar açacak ölçüde hoşgörülü, diyalog'dan yana bir Taliban'a dünden râzıdır Amerika.
Bu çözüm Rusya'yı da, Çin'i de, Pakistan'ı da, Hindistan'ı da son derece mutlu edecektir.
Müdeccen'in ne olduğu iyice anlaşılabildi mi acaba?
İşe Cebelitarık'tan başlayalım... Cebel-i Târık, Târık'ın Dağı demektir. Emevilerin Kuzey Afrika Valisi Musa Bin Nusayr'ın komutanlarından Târık Bin Ziyad 711 tarihinde işte tam bu noktada İspanya'ya, Avrupa'ya ayak basmıştı.
Endülüs Emevileri aracılığı ile Avrupa'ya taşınan İslâm egemenliği geçen zaman içinde küçülüp zayıflayarak da olsa Nasriler aracılığı ile 1492 tarihine kadar Gırnata'da sürdürüldü, bir çok medeniyet eseri bırakıldı.
800 yıl az zaman değildir kıymetli okuyucu. 800 yıl İspanya'nın tamamında ve Fransa'nın bir kısmında bu insanlar elbette çadırlarda oturmadılar, hanlar, hamamlar, saraylar; külliyeler, çeşmeler ve elbette camiler yaptılar.
Câhil ve gayrî medenî bedevîler olmadıkları, bugün onlardan kalan tek eser olan Elhamra Sarayı'na bakılırsa iyi anlaşılır.
Fakat bu gün İspanya ve Fransa'da o 800 yıllık medeniyetten, muhteşem Elhamra hariç tek taş kalmamıştır. Bırakılmamıştır.
Avrupa'ya bir ucundan en batısından 711 yılında Emeviler, öbür ucundan en doğusundan da 1300'lü yıllarda Türkler ayak bastı. Avrupa böylece iki ucundan İslâm kültürü ile tanışmış oldu.
Hıristiyan batılılar, işte o günden beri de bu barbar "doğuluları" kıtalarından atmak için uğraşmaktadırlar.
Emevilerin uzun yürüyüşü 1492'de sona erdi. Sonra birbiri ardına Haçlı Seferleri düzenlendi. Sonuncusu 1995-2000 arasında Bosna'da tezgâhlandı.
Ve Trakya, 2001 senesine girildiğinde çok şükür ki halâ Türklerin elindedir, Avrupa'nın en doğu ucuna atılan pençe 700 küsur yıldır sökülüp atılamamıştır.
Fakat dikkat edin kıymetli okuyucu 800 yıla sadece 100 yıl kalmıştır.
Târih bir ilim olarak bu kadar açık ve net ortada dururken siz hâlâ Avrupalıların Türkleri AB'ye alacağını mı zannediyorsunuz?
Amin Maalouf Lübnan'lı bir romancıdır. "Afrikalı Leo" adlı olanı Endülüs Emevilerinin İspanya macerasını etkileyici bir şekilde anlatır. Müslüman kabilelerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklarıyla beraber Hıristiyanların uyguladığı ağır ve insanlık dışı baskıların da nasıl bu medeniyeti çökerttiğini, Müslümanların nasıl geldikleri yere, Afrika'ya geri gönderildiklerini hikâye eder.
Hıristiyanlar çeşitli Müslüman toplulukların İslâm dinini yorumlamada gösterdikleri farklılıkları kendi lehlerine kullanarak Emevileri önce çeşitli beyliklere ayırır ve sonuçta çökertirler.
Romanın 73'üncü sayfasında şöyle bir cümle var; "Hristiyan topraklarda Müslümanlığı sürdürmek isteyenler 'ehlileştirilmiş-yerlileştirilmiş' anlamında müdeccen; Kastilcede bozulmuş olarak 'müdejar' adıyla anılıyordu."
Siz bilmem ama benim aklıma "Diyalog, hoşgörü" geldi.
Yeşil Kuşak projesi, "ılımlı İslâm" kavramı geldi.
Afganistan'daki olaylara bir de bu gözle bakmakta büyük fayda görüyorum.
Amerika Sovyetlerin yıkılmasından sonra eski komünist imparatorluğun "ılımlı İslâm" ile çevrilmesinde kararlıydı. İslâmın ılımlısı hem Hıristiyanlarla diyaloğu reddetmeyecek hem de bölgede mevcut etnik farklılıkları yumuşatacak, tetiklemeyecekti. Kafkasya'daki Vehhabiler, İran'daki radikal Şiiler ancak böyle kontrol edilebilirdi.
Taliban başlangıçta işte bu amaçla desteklendi. Ama sonradan kontroldan çıktı ve bu günlere gelindi.
Bence Amerika Afganistan'da kaos istememekte; bölgedeki dengelerin bozulmasını ve diğer güçlerin de huzursuzlanmasını önlemek için parçalanmasını öngörmemektedir.
Müşerref'in, Powell'in, Annan'ın ve dolayısı ile Gürel'in dile getirdiği "geniş tabanlı koalisyon" formülü bir de bu açıdan değerlendirilmelidir.
Daha da ileri gideyim, Usame Bin lâdin'i teslim etmiş, bu günkü radikal lider kadrosunu başından uzaklaştırmış, bir süre önce kapatılmış bulunan ve Amerikan parası ile kurulmuş "Türk" okullarını tekrar açacak ölçüde hoşgörülü, diyalog'dan yana bir Taliban'a dünden râzıdır Amerika.
Bu çözüm Rusya'yı da, Çin'i de, Pakistan'ı da, Hindistan'ı da son derece mutlu edecektir.
Müdeccen'in ne olduğu iyice anlaşılabildi mi acaba?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002