Mâlik Bin Dînar Hz.
O gece aç yattılar. Sabahleyin yine çarşıya gitti. İş aradı. Lakin yine bulamadı. Dünkü yaptığı gibi yaptı. Akşam da yine eli boş döndü. Hanımının sorusuna yine aynı şeyleri söyledi ve kendisi için çalıştığı Melik, Cuma günü ödeyecek dedi. Nihayet Cuma günü oldu. Çarşıya gitti. Yine iş aradı. Yine bulamadı. İbadet yerinde iki rekat namaz kıldı. Ellerini semaya kaldırıp; "Yâ Rabbi! Bize İslam'ı ikram ettin. Hidayete yönelttin. Bu din hürmetine, bu mübarek gün hürmetine kalbimden çoluk çocuğumun nafaka düşüncesini çıkar. Ben ehlimden haya eder oldum. Onların halinin değişmesinden korkarım" dedi. Daha sonra öğle namazı için camiye gitti. Hakikaten evladı açlık çekiyordu. Bu sırada yoksul adamcağızın evine bir zat geldi ve kapılarını çaldı. Kadın çıktı. Bir de gördü ki yüzü güzel, genç birisi elinde altından bir tabak ve üzeri bir mendil ile örtülü bir şekilde duruyor. Kadına; "Buyrun bu sizindir. Zevcine söyle, zevcinin iki günlük çalışmasının karşılığıdır. Eğer çalışmayı arttırırsa, biz de arttırırız" dedi. Kadın tabağı aldı. İçinde bin dinar vardı. Birini alıp sarrafa gitti. Sarraf Hıristiyan idi. Altını tarttı. Oldukça ağır geldi. Sonrü üzerindeki süslemelere baktı. Onun dünya dinarlarından olmayıp, ahiret dinarlarından olduğunu anladı. Kadına dönüp; "Bunu nereden buldun veya kimden aldın?" deyince, kadın, olup bitenleri anlattı. O zaman Hıristiyan; "Bana İslam'ı anlatıp öğretin" dedi. Kadın da imân esaslarını öğretti. Sarraf Müslüman oldu. Sonra kadına bin dirhem verdi. "Bunları nafaka yap. Bittiğinde bana haber ver" dedi. Kadın onları aldı. Eve giderken alınacak gerekli şeyleri aldı. Yemek pişirdi. Kocasını beklemeye başladı. O sırada mescidde ibadetini bitirmişti. Evine dönmek istedi. Mendilini yayıp iki rekat daha namaz kıldı. Sonra da kendi kendine; "Eğer hanım benden birşey sorarsa işte un. Al bununla bir şeyler pişir derim" düşüncesiyle evine geldi. İçeri girdiğinde her tarafı dayalı döşeli buldu. Yemekler buram buram kokuyordu. Mendilini kapı eşiğine koydu. Hanımının onu görmesini istemedi. Sonra gördüğü şeylerden sordu. Kadın her şeyi olduğu gibi bir bir anlattı. Adam o zaman şükür secdesine vardı. Kadın da ona mendille getirdiği şeyden sordu. Adam ona; "Getirdiğim şeyden bana sorma?" dedi. Sonra mendili koyduğu yere gitti. Getirdiği toprağı dökmek istedi. İçin açtığında, toprak, Allah-ü Teala'nın izniyle un haline dönmüştü. Allah-ü Teala'nın ikramından dolayı ikinci defa secdeye vardı. Vefatına kadar Rabbine ibadette sadık bir kul olarak yaşadı.
Mâlik bin Dinâr Hazretleri anlatır: Hacca gitmek üzere yola çıktım. Çölde giderken ağzında bir parça ekmek olan bir karga gördüm. Bunda bir iş var, deyip takip ettim. Bir mağara önünde durdu. İçeri girdi. Ben de öyle yaptım. İçeride elleri ayakları bağlı sırt üzerine yatmış birisi vardı. Karga getirdiği ekmekten parça parça gagasıyla onun ağzına veriyordu. Daha sonra uçup gitti. Bir daha da dönmedi. Adama bu ne hal, dedim. O da; "Hacca gidiyordum. Hırsızlar yolumuzu kesti ve bütün malımızı aldılar sonra gördüğünüz gibi bağladılar ve bu mağaraya attılar. Beş gün aç susuz bu halde kaldım. Sonra Rabbime duâ ettim. Bana bu kargayı gönderdi. Her gün yedirip içiriyordu" dedi. Sonra adamcağızın bağlarını çözdüm. Yola koyulduk. Yolda çok susadık. Yanımızda su yoktu. Çölde bir kuyu gördük. Orada ceylanlar vardı. Allah-ü Teala'ya hamd ettik ve işte bir kuyu bulduk diye sevindik. Yaklaşınca, bu sırada kuyunun suyu dibe çöktü. Ceylanlar da uzaklaştılar. Yanımızda ip ve kova yoktu. Biz; "Yâ Rabbî! Ceylanlara ihsan ettin. Biz yüz zira' uzunluğunda ipe ve kovaya muhtacız" dedik. O zaman bir ses duyuldu; "Ey Mâlik! Ceylanlar bize tevekkül etmiştir. Biz onları sularız. Siz ise ipe ve kovaya tevekkül etmişsiniz. Siz de onunla su içersiniz" buyurdu.
Câfer bin Süleyman anlatır: "Bir zaman Mâlik bin Dînâr Hazretleri ile Basra'da dolaşırken, yeni yapılan bir köşk gördük. Köşkün mimarı güler yüzlü bir gençti. Yanına varıp selam verdik. O da selamımıza cevap verdi. Mâlik bin Dînâr Hazretleri ona; "Ey genç! Bu köşkü Allah için versen de Allah-ü Teala da sana Cennet'te bundan daha iyisini ihsan etse" dedi. Genç kabûl edip; "Kefil olur musun?" deyince, Mâlik Hazretleri; "Evet" buyurdu ve bir kağıda; "Yâ Rabbî! Bu gence senin için verdiği bu köşke karşılık Cennet'te bir köşk ihsan eyle. Mâlik bin Dînâr bu kuluna kefildir" şeklinde yazdı ve mektubu gence verdi. Ondan aldığı malı da fakirlere dağıttı. Bir zaman sonra genç vefat etti. Mâlik bin Dînâr Hazretleri gencin vefat ettiği gece mihrabına konulmuş manevi bir mektup buldu. Ona baktığında; "Bu Mâlik bin Dînâr'a bir berâttır. Senin söylediğinden yetmiş kat fazlasıyla gencin köşkünü kendisine teslim ettik" diye yazılı olduğunu gördü.
O gece aç yattılar. Sabahleyin yine çarşıya gitti. İş aradı. Lakin yine bulamadı. Dünkü yaptığı gibi yaptı. Akşam da yine eli boş döndü. Hanımının sorusuna yine aynı şeyleri söyledi ve kendisi için çalıştığı Melik, Cuma günü ödeyecek dedi. Nihayet Cuma günü oldu. Çarşıya gitti. Yine iş aradı. Yine bulamadı. İbadet yerinde iki rekat namaz kıldı. Ellerini semaya kaldırıp; "Yâ Rabbi! Bize İslam'ı ikram ettin. Hidayete yönelttin. Bu din hürmetine, bu mübarek gün hürmetine kalbimden çoluk çocuğumun nafaka düşüncesini çıkar. Ben ehlimden haya eder oldum. Onların halinin değişmesinden korkarım" dedi. Daha sonra öğle namazı için camiye gitti. Hakikaten evladı açlık çekiyordu. Bu sırada yoksul adamcağızın evine bir zat geldi ve kapılarını çaldı. Kadın çıktı. Bir de gördü ki yüzü güzel, genç birisi elinde altından bir tabak ve üzeri bir mendil ile örtülü bir şekilde duruyor. Kadına; "Buyrun bu sizindir. Zevcine söyle, zevcinin iki günlük çalışmasının karşılığıdır. Eğer çalışmayı arttırırsa, biz de arttırırız" dedi. Kadın tabağı aldı. İçinde bin dinar vardı. Birini alıp sarrafa gitti. Sarraf Hıristiyan idi. Altını tarttı. Oldukça ağır geldi. Sonrü üzerindeki süslemelere baktı. Onun dünya dinarlarından olmayıp, ahiret dinarlarından olduğunu anladı. Kadına dönüp; "Bunu nereden buldun veya kimden aldın?" deyince, kadın, olup bitenleri anlattı. O zaman Hıristiyan; "Bana İslam'ı anlatıp öğretin" dedi. Kadın da imân esaslarını öğretti. Sarraf Müslüman oldu. Sonra kadına bin dirhem verdi. "Bunları nafaka yap. Bittiğinde bana haber ver" dedi. Kadın onları aldı. Eve giderken alınacak gerekli şeyleri aldı. Yemek pişirdi. Kocasını beklemeye başladı. O sırada mescidde ibadetini bitirmişti. Evine dönmek istedi. Mendilini yayıp iki rekat daha namaz kıldı. Sonra da kendi kendine; "Eğer hanım benden birşey sorarsa işte un. Al bununla bir şeyler pişir derim" düşüncesiyle evine geldi. İçeri girdiğinde her tarafı dayalı döşeli buldu. Yemekler buram buram kokuyordu. Mendilini kapı eşiğine koydu. Hanımının onu görmesini istemedi. Sonra gördüğü şeylerden sordu. Kadın her şeyi olduğu gibi bir bir anlattı. Adam o zaman şükür secdesine vardı. Kadın da ona mendille getirdiği şeyden sordu. Adam ona; "Getirdiğim şeyden bana sorma?" dedi. Sonra mendili koyduğu yere gitti. Getirdiği toprağı dökmek istedi. İçin açtığında, toprak, Allah-ü Teala'nın izniyle un haline dönmüştü. Allah-ü Teala'nın ikramından dolayı ikinci defa secdeye vardı. Vefatına kadar Rabbine ibadette sadık bir kul olarak yaşadı.
Mâlik bin Dinâr Hazretleri anlatır: Hacca gitmek üzere yola çıktım. Çölde giderken ağzında bir parça ekmek olan bir karga gördüm. Bunda bir iş var, deyip takip ettim. Bir mağara önünde durdu. İçeri girdi. Ben de öyle yaptım. İçeride elleri ayakları bağlı sırt üzerine yatmış birisi vardı. Karga getirdiği ekmekten parça parça gagasıyla onun ağzına veriyordu. Daha sonra uçup gitti. Bir daha da dönmedi. Adama bu ne hal, dedim. O da; "Hacca gidiyordum. Hırsızlar yolumuzu kesti ve bütün malımızı aldılar sonra gördüğünüz gibi bağladılar ve bu mağaraya attılar. Beş gün aç susuz bu halde kaldım. Sonra Rabbime duâ ettim. Bana bu kargayı gönderdi. Her gün yedirip içiriyordu" dedi. Sonra adamcağızın bağlarını çözdüm. Yola koyulduk. Yolda çok susadık. Yanımızda su yoktu. Çölde bir kuyu gördük. Orada ceylanlar vardı. Allah-ü Teala'ya hamd ettik ve işte bir kuyu bulduk diye sevindik. Yaklaşınca, bu sırada kuyunun suyu dibe çöktü. Ceylanlar da uzaklaştılar. Yanımızda ip ve kova yoktu. Biz; "Yâ Rabbî! Ceylanlara ihsan ettin. Biz yüz zira' uzunluğunda ipe ve kovaya muhtacız" dedik. O zaman bir ses duyuldu; "Ey Mâlik! Ceylanlar bize tevekkül etmiştir. Biz onları sularız. Siz ise ipe ve kovaya tevekkül etmişsiniz. Siz de onunla su içersiniz" buyurdu.
Câfer bin Süleyman anlatır: "Bir zaman Mâlik bin Dînâr Hazretleri ile Basra'da dolaşırken, yeni yapılan bir köşk gördük. Köşkün mimarı güler yüzlü bir gençti. Yanına varıp selam verdik. O da selamımıza cevap verdi. Mâlik bin Dînâr Hazretleri ona; "Ey genç! Bu köşkü Allah için versen de Allah-ü Teala da sana Cennet'te bundan daha iyisini ihsan etse" dedi. Genç kabûl edip; "Kefil olur musun?" deyince, Mâlik Hazretleri; "Evet" buyurdu ve bir kağıda; "Yâ Rabbî! Bu gence senin için verdiği bu köşke karşılık Cennet'te bir köşk ihsan eyle. Mâlik bin Dînâr bu kuluna kefildir" şeklinde yazdı ve mektubu gence verdi. Ondan aldığı malı da fakirlere dağıttı. Bir zaman sonra genç vefat etti. Mâlik bin Dînâr Hazretleri gencin vefat ettiği gece mihrabına konulmuş manevi bir mektup buldu. Ona baktığında; "Bu Mâlik bin Dînâr'a bir berâttır. Senin söylediğinden yetmiş kat fazlasıyla gencin köşkünü kendisine teslim ettik" diye yazılı olduğunu gördü.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.