Şâh-ı A'la Hazretleri
Bu sırada Şâh-ı A'la'nın talebelerinden biri, bir iş için uzak bir yere gitmişti ve oradan dönüyordu. Dönerken, vakti geçtiği halde hocasına cazip bir hediye olsun diye kavun satın alıp getirmişti. O talebe, hocasının huzuruna girdi ve getirdiği kavunu hocasına arzetti. O da kavunu, bozuk itikadlı kimseye verdi. Bir müddet sohbetten sonra gitmek için izin istediler. O da izin verince ayrıldılar. Dışarı çıktıktan sonra herkes o büyük zattan hürmet ve medh ile bahsederken, o edebi kıt kimse yine alaylı alaylı konuşmaya başladı. Arkadaşları onu ayıpladılar ve; "Ey kafasız herif! İstigfar et. Haline tövbe et. Yoksa rezil ve helak olursun. Böyle bir kamil zat için uygun olmayan sözler söyleme..." dediler. O bedbaht, kimseyi dinlemedi ve bozuk sözler sarfetmekte ısrar etti. Nihayet bu hadiseden beş-on gün sonra hastalandı. Gün be gün hastalığı arttı. Hiçbir ilaç fayda vermedi. Sonunda herkese ibret olacak bir şekilde öldü.
Şâh-ı A'la'nın torunu ve halifesi olan Şah Muhammed şöyle anlatır: "Daha küçüktüm. Dedem ve aynı zamanda hocam olan Şâh-ı A'la'nın yanındaydım. Gece yarısını çok geçmişti ki, yüksek dedemin; "Cemal! İbriğimi getir!" diye seslendiğini duyarak uyandım. Baktım. Beyaz elbiseli, uzun boylu birisinin dedemin huzurunda bulunduğunu gördüm. Ayakta ve edeble bekliyordu. O tanımadığım kimse su döküp, dedem abdest aldı. O şahıs dedemin işareti ile ibriği kaldırıp bir kenara koydu. Geri gelip el bağlayarak durdu. Dedem: "Cemal! Gidebilirsin başka iş yok" buyurdu. O şahıs birkaç adım gitti ve bir anda gözden kayboldu. Ben birden çok korktum. Dedeme, o kimsenin kim olduğunu sual ettim. "Sus! Sen onun kim olduğunu şimdilik anlayamazsın" buyurdu. Ben edebimden ağzımı açıp tekrar soramadım. Her halde evliyanın hizmetine gelen rical-i gaybdendir diye düşündüm. Daha sonra anladım ki, o gördüğüm şahıs, dedemin hizmetinde bulunan cinlerden biri imiş."
Şâh-ı A'la Şeyh Abdüsselam'ın, Şeyh Nur ve Şeyh Mensur isimlerinde iki oğlu vardı. İkisi de genç olup onların da çocukları vardı. Allah-u Teâlâ'nın takdiri Şeyh Nur vefat etti. Bir müddet sonra Şeyh Mensur da vefat eyledi. Şah Muhammed isminde altı aylık bir torunu ve başka torunları da vardı. Hepsi kendi sağlığında vefat ettiler. Sadece Şah Muhammed kaldı. Şâh-ı A'la hiçbirinin vefatına gözyaşı dökmedi. Allah-u Teâlâ'nın takdirine razı oldu. Sabretti. Hepsinin techiz ve tekfinini kendisi yaptı. Şehrin dışında, Mir Seyyim Ali Müfti'nin yanında bulunan bir yeri kendi ailesine kabristan edindiler. Çocuk ve torunları orada yatmaktadırlar. Kendisi için de orada bir kabir hazırladı ise de, vefatında dergahının bahçesinde defnettiler.
Bu sırada Şâh-ı A'la'nın talebelerinden biri, bir iş için uzak bir yere gitmişti ve oradan dönüyordu. Dönerken, vakti geçtiği halde hocasına cazip bir hediye olsun diye kavun satın alıp getirmişti. O talebe, hocasının huzuruna girdi ve getirdiği kavunu hocasına arzetti. O da kavunu, bozuk itikadlı kimseye verdi. Bir müddet sohbetten sonra gitmek için izin istediler. O da izin verince ayrıldılar. Dışarı çıktıktan sonra herkes o büyük zattan hürmet ve medh ile bahsederken, o edebi kıt kimse yine alaylı alaylı konuşmaya başladı. Arkadaşları onu ayıpladılar ve; "Ey kafasız herif! İstigfar et. Haline tövbe et. Yoksa rezil ve helak olursun. Böyle bir kamil zat için uygun olmayan sözler söyleme..." dediler. O bedbaht, kimseyi dinlemedi ve bozuk sözler sarfetmekte ısrar etti. Nihayet bu hadiseden beş-on gün sonra hastalandı. Gün be gün hastalığı arttı. Hiçbir ilaç fayda vermedi. Sonunda herkese ibret olacak bir şekilde öldü.
Şâh-ı A'la'nın torunu ve halifesi olan Şah Muhammed şöyle anlatır: "Daha küçüktüm. Dedem ve aynı zamanda hocam olan Şâh-ı A'la'nın yanındaydım. Gece yarısını çok geçmişti ki, yüksek dedemin; "Cemal! İbriğimi getir!" diye seslendiğini duyarak uyandım. Baktım. Beyaz elbiseli, uzun boylu birisinin dedemin huzurunda bulunduğunu gördüm. Ayakta ve edeble bekliyordu. O tanımadığım kimse su döküp, dedem abdest aldı. O şahıs dedemin işareti ile ibriği kaldırıp bir kenara koydu. Geri gelip el bağlayarak durdu. Dedem: "Cemal! Gidebilirsin başka iş yok" buyurdu. O şahıs birkaç adım gitti ve bir anda gözden kayboldu. Ben birden çok korktum. Dedeme, o kimsenin kim olduğunu sual ettim. "Sus! Sen onun kim olduğunu şimdilik anlayamazsın" buyurdu. Ben edebimden ağzımı açıp tekrar soramadım. Her halde evliyanın hizmetine gelen rical-i gaybdendir diye düşündüm. Daha sonra anladım ki, o gördüğüm şahıs, dedemin hizmetinde bulunan cinlerden biri imiş."
Şâh-ı A'la Şeyh Abdüsselam'ın, Şeyh Nur ve Şeyh Mensur isimlerinde iki oğlu vardı. İkisi de genç olup onların da çocukları vardı. Allah-u Teâlâ'nın takdiri Şeyh Nur vefat etti. Bir müddet sonra Şeyh Mensur da vefat eyledi. Şah Muhammed isminde altı aylık bir torunu ve başka torunları da vardı. Hepsi kendi sağlığında vefat ettiler. Sadece Şah Muhammed kaldı. Şâh-ı A'la hiçbirinin vefatına gözyaşı dökmedi. Allah-u Teâlâ'nın takdirine razı oldu. Sabretti. Hepsinin techiz ve tekfinini kendisi yaptı. Şehrin dışında, Mir Seyyim Ali Müfti'nin yanında bulunan bir yeri kendi ailesine kabristan edindiler. Çocuk ve torunları orada yatmaktadırlar. Kendisi için de orada bir kabir hazırladı ise de, vefatında dergahının bahçesinde defnettiler.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.