Osmanlılar, hüsni hattı muhteşem bir seviyeye ulaştırdılar. Öyle ki bütün İslâm dünyâsında bu gerçek: "Kur'ân-ı Kerîm Hicâz'da nâzil oldu, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı" şeklinde ifâde ve tescîl edilmiştir
Kur'ânı Kerîm, ilk olarak Rasûlullâh sallâllâhü aleyhi ve sellem Efendimiz'in vahiy kâtipleri tarafından yazılmıştır. Ma'kilî olan bu ilk Kur'ân yazıları, daha sonra kısa bir zaman içinde "Kûfi" yazısıile tekâmül etmiştir. Hazreti Ali radıyallâhü anh'ın yazıları bu tekâmüle çok güzel örneklerdir. Bu tekâmüle son Abbâsî halîfesi Mu'tasım Billâh'ın kölesi Yâkûti Musta'sımî, kaleminin ucunu eğri kesmek suretiyle yeni bir hüviyet kazandırmıştır. O, hat san'atında "aklâmı sitte" (altı kalem) denilen yazı çeşitlerini olgunlaştırarak çok güzel yazan mânâsına "hattat" unvanını almıştır. Yâkûti Musta'sımî'nin hüsni hatta teşekkül ettirdiği ekolü, Osmanlı devrine kadar büyük bir zirve hâlinde devam etti. Yazı yazan herkes onu örnek ve üstâd saydı. Daha sonra ise slâm dâvâsınıomuzlayarak ilâhî emânetleri zirvelere liyâkatle taşıyan Osmanlılar, bu sâhada da aynı liyâkati göstererek hüsni hattı muhteşem bir mevkie ulaştırdılar. Öyle ki bütün slâm dünyâsında bu gerçek: "Kur'ânı Kerîm Hicâz'da nâzil oldu, Mısır'da okundu, stanbul'da yazıldı..." şeklinde ifâde ve tescîl edilmiştir.
Bu muazzam mevkî yolunda ilk ciddî gayretler Fâtih Sultan Mehmed Han devrine tesâdüf etmekle birlikte asıl adımı II. Bâyezîd Han ile Şeyh Hamdullâh Efendi atmışlardır. Şöyle ki: Sultan II. Bâyezîd Han, zâhirî hamlelerde pek parlak bir şahsiyet görünmemekle birlikte yapmış olduğu medeniyyet hamleleri bakımından kadri pek büyük bir sultandır. Zîrâ onun atmış olduğu mânevî temeller sayesinde ardından gelenler birçok faâliyetlerine mükemmel ve hazır bir zemin bulmuş ve hemen her sahada zaferden zafere koşmuşlardır. Bu cümleden olarak II. Bâyezîd Han'ın, husûsiyle slâm san'atlarının zirveye ulaşmasında sarfettiği büyük gayretler çok mühimdir. Mîmârîde olduğu gibi hat san'atında da müstesnâ bir incelik ve ileri görüşlülük gösteren II. Bâyezîd, daha şehzâdelik yıllarında bu sahaya el atmıştı. Sultan olduğunda usta bir hattat olan Şeyh Hamdullâh Efendi'yi stanbul'a dâvet etti. Topkapı Sarayı'nda haremi hümâyûnda bir meşk odası tahsîs ederek kendisine: " Şeyh Hazretleri! Acabâ biri çıkar da Yâkûti Musta'sımî'nin yazısına başka bir tarz ve güzellik verebilir mi? Böylece Osmanlı'ya has bir yazı üslûbu meydana getirilebilir mi?" dedi. Aynı zamanda Okçular Tekkesi'nde şeyhlik yapan Hamdullah Efendi, bu îmâlı teklîf karşısında bir müddet sükût etti. Sonra da bunu kendisinin başarabileceğini beyân ile Pâdişâh'ın gösterdiği Yâkûti Musta'sımî'ye âid yedi adet levhayı alarak evine kapandı. Sıkı bir şekilde çalışmaya başladı. Rivâyetlere nazaran bu çalışma kırk gün aralıksız devam etti. Nihâyet Hamdullâh Efendi, görenleri hayrette bırakacak derecede mükemmel ve yepyeni bir üslûb ve tarz geliştirmeye Allâh'ın izniyle muvaffak oldu. Bu muvaffakıyeti Mustakîmzâde şöyle anlatır: "Şeyh Hamdullâh Efendi hüsni hatta yeni ve daha kâmil bir tarz için kesif bir şekilde gayret ederken birgün karşısına Hızır aleyhisselâm çıkmış, kendisine yazacağı yazı ile alâkalı birtakım nasîhatlerde bulunmuştur. şte bundan sonra Hamdullâh Efendi, o âbidevî güzellikteki hüsni hat üslûbunu hayâl ötesi bir mükemmellikle ortaya koyabilmiştir." İşte Şeyh Hamdullâh Efendi, ilâhî bir lutufla Osmanlı hat san'atının en büyük ustası pâyesine böylece erişmiş oldu.