Fakat insanda itiraz kuvveti olarak nefsin varlığı bir vakıadır. O cevherde itiraz kuvveti nefis olduğu için de; şımarmasın, yanılmasın, düşmesin, kaybolmasın diye, yine insan cinsinden ve fakat seçilmiş, sevilmiş, takdir ve tasdik edilmiş peygamberler, peygamberlerin yolunda giden velîler gönderilmiş, lütfedilmiştir. Bu sebepledir ki ilk insan aynı zamanda ilk peygamberdir.
Bu ise insan terbiyesini kolaylaştıran bir ilâhî nimet olmuştur. Zira, insanın terbiyesi ve irşadı için onun iç tabiatının bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi zarurîdir. İnsanın iç tabiatı ise fıtratından kaynaklanır. O halde insanın eğitimi ve irşadı ancak onun fıtrî özelliklerine göre gerçekleşecek demektir.
Hulasa ilmen, aklen, naklen ve tecrübe ile sabittir ki, insan fıtratı köklü bir arayış içindedir. Aslında insanın aradığı, Allah'tır. İnsan herşeyi ile O'ndan gelmiş yine O'na dönecektir. "Biz Allah için varız. Ve biz sonunda O'na döneceğiz" ayet-i kerimesi bu evrensel hakikati vurgulamaktadır.
İnsan fıtratı Hakk'ı arama istidadı ile donatılmış; bu hal onda köklü bir sevdaya dönüşmüştür. Bu meyli, bu iştiyakı kırmak veya kökünü kesmek mümkün değildir. Tek çare bu arayışı, fıtratın yöneldiği ve istediği istikamete (sırat-ı müstakim) kanalize etmektir. Aksi halde fıtratı tahrip eden ve insanı mutsuz kılan bir uygulama ile karşı karşıya kalınmış demektir.
Arayış vardır ve devamlıdır. Mühim olan arayışın fıtrî istikamet üzere Allah'a yöneltilmesidir. Terbiye ve irşadın mânâsı budur. Risalet ve tebliğ görevi de bunu tahakkuk ettirmek için ilâhî bir düzenlemedir. Hulasa peygamberler, özellikle de Resul-i Ekrem (sav), insandaki köklü arayış duygusunu hak olan istikamete kanalize etmek için gönderilmişlerdir.
Ayrıca insanın Hakk'ı arayışı ve ona yaklaşmak gayreti, maddî bir saikle izah edilemez. Allah'a gidiş kalb iledir. Fikir, kalbin destekçisidir. Vahiy ise, kalbi, fikri ve topyekün fıtratı kuşatmıştır. İnsan, Allah'a nefsini terbiye ile yaklaşır. İnsandaki hayvanî hassalar, maddî aleme dönük zulmet perdeleri, fıtrata uygun tarzda mücahede ile terbiye edilip aralanınca, ruh, kafesten çıkmış kuş misali, taşıdığı nefha-i ilâhî ile beraber aslî vatana, Allah'a rücû eder. Bu mânâda Hakk'a gidişin burağı iman ve marifettir. Ve onu destekleyen salih amellerdir. Amellerin özü ise ihlastır ki ibadet, sadece Allah'a has kılınsın, kalb ayağı tökezlemesin. Esasen hüsrana ve buhrana giden insanlığın kurtuluş reçetesini "Asr Suresi" tarif etmiştir: "Asra yemin ederim ki, insan gerçekten hüsrandadır. Bundan ancak iman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır."
Bu ise insan terbiyesini kolaylaştıran bir ilâhî nimet olmuştur. Zira, insanın terbiyesi ve irşadı için onun iç tabiatının bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi zarurîdir. İnsanın iç tabiatı ise fıtratından kaynaklanır. O halde insanın eğitimi ve irşadı ancak onun fıtrî özelliklerine göre gerçekleşecek demektir.
Hulasa ilmen, aklen, naklen ve tecrübe ile sabittir ki, insan fıtratı köklü bir arayış içindedir. Aslında insanın aradığı, Allah'tır. İnsan herşeyi ile O'ndan gelmiş yine O'na dönecektir. "Biz Allah için varız. Ve biz sonunda O'na döneceğiz" ayet-i kerimesi bu evrensel hakikati vurgulamaktadır.
İnsan fıtratı Hakk'ı arama istidadı ile donatılmış; bu hal onda köklü bir sevdaya dönüşmüştür. Bu meyli, bu iştiyakı kırmak veya kökünü kesmek mümkün değildir. Tek çare bu arayışı, fıtratın yöneldiği ve istediği istikamete (sırat-ı müstakim) kanalize etmektir. Aksi halde fıtratı tahrip eden ve insanı mutsuz kılan bir uygulama ile karşı karşıya kalınmış demektir.
Arayış vardır ve devamlıdır. Mühim olan arayışın fıtrî istikamet üzere Allah'a yöneltilmesidir. Terbiye ve irşadın mânâsı budur. Risalet ve tebliğ görevi de bunu tahakkuk ettirmek için ilâhî bir düzenlemedir. Hulasa peygamberler, özellikle de Resul-i Ekrem (sav), insandaki köklü arayış duygusunu hak olan istikamete kanalize etmek için gönderilmişlerdir.
Ayrıca insanın Hakk'ı arayışı ve ona yaklaşmak gayreti, maddî bir saikle izah edilemez. Allah'a gidiş kalb iledir. Fikir, kalbin destekçisidir. Vahiy ise, kalbi, fikri ve topyekün fıtratı kuşatmıştır. İnsan, Allah'a nefsini terbiye ile yaklaşır. İnsandaki hayvanî hassalar, maddî aleme dönük zulmet perdeleri, fıtrata uygun tarzda mücahede ile terbiye edilip aralanınca, ruh, kafesten çıkmış kuş misali, taşıdığı nefha-i ilâhî ile beraber aslî vatana, Allah'a rücû eder. Bu mânâda Hakk'a gidişin burağı iman ve marifettir. Ve onu destekleyen salih amellerdir. Amellerin özü ise ihlastır ki ibadet, sadece Allah'a has kılınsın, kalb ayağı tökezlemesin. Esasen hüsrana ve buhrana giden insanlığın kurtuluş reçetesini "Asr Suresi" tarif etmiştir: "Asra yemin ederim ki, insan gerçekten hüsrandadır. Bundan ancak iman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır."