Cenab-ı Hak, gerçekler kendilerine apaçık belli olduktan sonra hâlâ direnen Yahudilere karşı mü'minlere hitaben "Allah'ın emri gelinceye kadar onları affedin, serzenişte bulunmayın" buyurmaktadır.
Ehl-i Kitabın içlerindeki kıskançlıklarına ve Müslümanlar arasında kötülüğü yaymaya çalışmalarına rağmen, "kayıtsız bir şekilde affetmek" şeklinde bir yorumu müfessirlerin çoğu kabul etmemektedir. Bu affı ya bir kayda bağlamışlar ya da değişik şekillerde değerlendirmişlerdir. Bazıları affı bir kayda bağlamaksızın ele almış, sadece kendisine has olmak üzere "vasfehû" kelimesine "hoşgörün" anlamı vermiştir. Bu yoruma katılmak zordur. Zira kanaatimizce bu âyetle Allah, inananlara iki şey öğretmektedir.
1. "Allah'ın emri gelinceye kadar" ifadesinde anlamını bulan sabır ve teslimiyet,
2. Cenab-ı Hakk'ın "affedin" buyruğunu, Yahudilerin yaptıklarına razı olurcasına, Müslümanların onları affetmeleri emir buyurduğu şeklinde anlaşılamaması. Âyetten böyle bir anlayış çıkarmak zordur. Bu emri Râzi, iki şekilde yorumlamıştır.
Birincisi: Bundan maksat, onlara mukabele etmeyi bırakmak ve onlara cevap vermemektir. Çünkü bu, o anda öç alma duygusunu yatıştırmaya daha uygundur.
"İman edenlere söyle, Allah'ın günlerini ummayanları bağışlasınlar" ve "Güzel bir terkedişle onları terket" ayetleriyle peygamberine müşrik Arapları da affetmesini ve onlara ilişmemesini emretmesi de böyledir. Bu manâ, Elmalılı ve Seyyid Kutupta da vardır. Taberi ise affı cahillikle sınırlandırmıştır. Ehli Kitap bütün bunları cahillikten dolayı yapıyorsa -ki özellikle bugün için bu mümkün görünmemektedir- Allah'ın ikinci bir emri gelinceye kadar af onlar için geçerlidir.
Cenab-ı Hak, affı Peygamberine devamlı olarak emretmemiş, aksine bunu bir vadeye bağlayarak "Allah emrini getirinceye kadar... " buyurmuştur. Âyette Allah'ın emrinden kasıt hakkında da çeşitli görüşler vardır.
1. Hasan Basri'den rivayet edilen, Allah'ın onları kıyamet gününde cezalandırması,
2. Peygamberlerin güçlenmesi ve ümmetinin çoğalması,
3. Bundan kasıt, mü'minlere Ehli Kitapla savaş emri gelmesidir. Bu görüş, sahâbe ve tâbiunun çoğunun görüşüdür. Alimler, bu âyetin "Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlarla savaşın" ayetiyle mensuh olduğunu söylemişlerdir.
Allah'ın emrinden kastın Benî Kurayza ve Benî Nâdir kavimleri ile savaş olduğu da söylenebilir. Nitekim bu iki Yahudi kabilesiyle savaşma emri gelmiş ve Yahudiler Müslümanlardan uzaklaştırılmıştır.
İkincisi: "Affedin, ilişmeyin (hoşgörün)" âyeti, güzel bir şekilde davet etme ve bu hususta gerekli olan nasihat, şefkat ve işi sıkı tutma gibi şeyleri kullanma manâsındadır. İkinci yoruma göre âyeti mensuh saymak doğru değildir.
Mukâtil bin Sülmeyman'ın "affedin, hoşgörün" âyetini, onları bırakın, terkedin ve Yahudilerden yüz çevirin şeklinde yorumlaması kanaatimizi destekler mahiyetindedir.
Yazının başında ayetleri yorumlamada siyak ve sibakın gerekliliğine değinilmişti. Kanaatimizce bu ayet, kendinden sonraki ayetle de uyum içerisindedir. Şöyle ki; mü'minleri imandan döndürmeye çalışan Ehl-i Kitap "Cennete Yahudi ve Hıristiyan olanlardan başka hiç kimse giremeyecek" sözleriyle haktan saptıklarını ispatlamış oldular. Çünkü hakikat, tevhid akidesine sahip kendini şirkten uzak tutanların kurtuluşa ermesi, dolayısıyla cennete girmesidir. Bu noktada Allah (cc) onlara meydan okuyarak yanlışlıklarını açığa çıkarmış olmaktadır. Bakara 109. âyet önceki ve sonraki bütün ayetlerle bütün olarak değerlendirildiğinde affın salt hoş görmek manasında olmadığı görülmektedir.