Uzun yıllardır Ortadoğu'da ayak basmadığı yer bırakmayan Bugün yazarı Cengiz Çandar, ilk kez Mekke'ye giderek, umre yapmış. İzlenimlerini aktarıyor Benim gibi ömrünün önemli bir bölümü Ortadoğu'da geçmiş ve bölgede ayağını basmadığı pek az yer kalmış birisi için, hiç Mekke'ye gitmemiş olmak, Ka'be'yi görmemiş olmak düşünülebilir miydi? Ama, öyle oldu işte. Nasip, 2006'nın Şubat'ın 12'sine imiş. Daha doğrusu 13'üne. Cidde-Mekke arası 80 kilometre. Bir saatten az bir sürede, Mekke'ye varmak mümkün. Üstelik, Hazreti Peygamber'e dil uzatıldığı gerekçesiyle tüm Müslüman dünyanın ayağa kalktığı bir dönemde Mekke'de bulunmak, benim açımdan, sadece "ilginç" değil, kendi hesabıma bir "sembolizm"i ifade edecekti. En sakin dönemŞu fani ömrümüzde Mekke'yi görmüş olmak Allah'ın bir lütfu olmalı. S. Arabistan'da her kim Mekke'ye umreye gideceğimizi duymuş ise, bunun "en iyi zaman" olduğunu söyledi. Hac bitmiş ve umre mevsimi başlamamıştı. Her ikisinin arasına denk düşen son derece kısa süre, Ka'be'nin en az kalabalık olacağı bir dönem sayılıyordu. Üstelik, meteorolojik hava da, olabilecek en iyisiydi. Gece yarısına doğru Cidde'den Mekke'ye yola çıkacaktık. Geciktik. Mekke'ye vardığımızda saat 02:00'yi bulmuştu. Pazartesi sabaha karşı umre yapabildik. Umrenin en basit ve anlaşılır tanımını Cidde Başkonsolosluğumuzun Mekke'deki Din Hizmetleri Ataşesi'nin "Özet Olarak Umre" başlıklı bilgi notunda gördüm. Umre şu: "Umre kelimesi ziyaret anlamına gelmektedir. Dini bir terim olarak umre 'Belirli bir zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Ka'be'yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve tıraş olup ihramdan çıkmak suretiyle yerine getirilen ibadet' demektir." Ka'be'nin ortasında yer aldığı Mescid-ül Haram etkileyici bir mekan gerçekten. Umre için görülebilecek en az sayıda kalabalık sabaha karşı yine de birkaç yüz kişiydi ve tavaf ve sa'y sırasında dünyanın değişik köşelerinden gelmiş Müslümanları gördüm. Çevre de etkileyici ama "ulvi" hiç değildi. Mescid-ül Haram'ın çevresi, göğe yükselen ve New York'u kıskandıracak yükseklikte ve mimari estetikte gökdelenlerle kuşatılmış durumda. Bir ara yıkılması Türkiye'de fırtınalar kopartan Osmanlı Ecyad Kalesi'nin yerinde yeller esiyor ve kalenin üzerinde yer aldığı tepede görkemli bir gökdelen inşaatı tam hız göğe tırmanıyor. Bunlar, büyük ve lüks oteller. Aralarında, yine görkemli yüksek bir bina, Kral'ın sarayı ve hatırlı konuklarına kullandırdığı bir gökdelen-saray. Bütün bunların, Hacc'ın ve Umre'nin "uhreviliği" ile ilgisini kurabilmek imkansız. Yeryüzünde en yoğun "manevi enerji"nin gerçekleştiği ve gerçekleşeceği mekan, "modernist dünyanın çok yıldızlı gökdelen-otelleri", bir bakıma "modernizmin kaleleri"nin kuşatması altında. O otellerden Ka'be'yi gören bol dolarlık odalara yerleştiğiniz takdirde, odanızdan Ka'be'yi sanki deniz (Boğaz) manzaralı İstanbul'un beş yıldızlı otel süitlerindeymiş gibi her an seyredebilirsiniz. Suudi Arabistan'ın "Vahhabi püritanizmi" ile vurgulanmış koyu dindarlığı ile Amerika'yla boy ölçüşmeye hem de Mekke'de kalkışan ve petrol parasından destek alan bu "modernizm tutkusu"nu anlamlandırmak ve açıklamak, neredeyse imkansız. Belki de anlamsız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.